Anne-Babanın En Mühim Vazîfesi Hayırlı Evlat Yetiştirmektir

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

ANNE-BABANIN EN MÜHİM VAZİFESİ

HAYIRLI EVLÂT YETİŞTİRMEKTİR

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin mübârek, pâk rûh-i tayyibelerine; ehl-i beytin, ashâb-ı kirâmın, enbiyâ-i izâmın, sâdât-ı kirâm hazarâtının rûh-i şerîflerine; dînimizin, vatanımızın, bütün İslâm dünyasının selâmetine; şerirlerin, zâlimlerin şerrinden muhâfazası; bu niyaz, bu duâ ile, bir Fâtiha-i Şerîfe, üç İhlâs…

Muhterem Kardeşlerimiz!

Anne-babanın en mühim vazifesi, İslâm fıtratı üzerine teslim edilen yavruyu hayırla donatarak, “hayırlı evlât” yetiştirebilmektir. O hayırlı iklim, âile ortamıdır.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“(Evlâtlar) İslâm fıtratı, İslâm yaratılışı üzerine anne-babaya teslim edilir…” buyuruyor. (Müs­lim, Ka­der, 22; Buhârî, Cenâiz, 92)

Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak:

“Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan vesîlesidir. Ve bu büyük mükâfat Allah katındadır.” (el-Enfâl, 28)

Asil bir nesil yetiştirmek, insanlık muktezâsıdır. Bütün mahlûkat, gayr-i ihtiyârî bir nesil yetiştirmektedir. İnsan nesli ise bundan farklıdır. Asil bir nesil yetiştirmek, insanlık muktezâsıdır. Bunun için evlâtlarımızı bir ibadet vecdi içinde yetiştirmek îcâb eder.

Çocuklar, anne-babaya ihsân edilen ilâhî emânetlerdir. İslâm fıtratı ile yetiştirilen evlâtların kalpleri, temiz bir toprak gibidir. Ham bir cevherdir. İşlenmeye muhtaçtır. İstikbalde onların gül veya diken olması, acı veya tatlı meyveler vermesi, üzerine atılan tohumların nasıllığına/keyfiyetine bağlıdır.

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede buyuruyor:

“Ailene namazı emret…” (Tâhâ, 132)

Bütün âileye namaz emredilecek. Kendimiz numûne olacağız, namaz kılmakla numûne olacağız. Namazı beden ve kalp âhengi içinde kılacağız. Bu şekilde bir namazımız olacak.

“…Ona sabırla devam et…” (Tâhâ, 132) Cenâb-ı Hak buyuruyor, namaza.

Cemaate devam edeceğiz. Namaz bize bir heyecan verecek. Bir yorgunluk olmayacak namaz. Bir huzur hâli olacak. Ondan sonra Cenâb-ı Hak, yani namazın ihmal edilmemesi için, “işim vardı, vesâire, şu, bu” hiçbir mazeret kabul edilmiyor.

“…Senden rızık istemiyoruz.” (Tâhâ, 132) buyuruyor Cenâb-ı Hak.

“…Aksine, Biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel âkıbet ise takvâ iledir.” (Tâhâ, 132) Yani Allâhʼa yakınlık iledir.

Bir annenin, babanın en mühim mîrâsı evlâdına, âhiret mîrâsıdır. Çünkü âhiret bir ebediyettir. Bitmeyen bir hayat başlayacak. Mezardan kalkışta “yevmüʼl-hulûd” bitmeyen bir gün, gecesi, karanlığı olmayan bir gün. Devam eden bir gün. Sonsuz bir gün başlayacak.

Büyükler, evlâtlarını yetiştirmek için çok titiz davranırlardı. Sayısız misaller var:

Meselâ İmam Mâlik Hazretleri diyor ki:

“Bana babam bir hadis ezberletirdi. Okurdum, bir hediye verirdi bana. Ben de sevinirdim, ikinci bir hadis ezberlerdim. Böyle devam etti. Öyle hâl oldu ki ben birçok hadis ezberledim. Babam bana o gün vermese bile hediye, ben yine onun bir rûhâniyetiyle babama gidip hadis okuyordum.”

Demek ki evlâtlarımızı, ufak yaşta hediyelerle alıştırmak lâzım. Namaza alıştıracağız, câmiye alıştıracağız, Kur’ân öğrenmesine alıştıracağız. Sevdireceğiz, okşuyacağız. Nasıl bir bahçıvan tohuma dikkat ederse, ektiği tohuma, o tohum filiz verir. Biz de en mühim evlâtlarımız… Onu âhiret için nasıl yetiştireceğiz?

“Esas hayat, âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Rikāk, 1)

Dünyaya âhiret için geldik. Âhiretin, sonsuzun şeyi ne kadar; dünya hayatı ne kadar?

Cenâb-ı Hak:

اِلَّا عَشِيَّةً اَوْ ضُحٰیهَاbuyuruyor. “…(Dünya hayatı) bir akşamın loş karanlığı veyahut da sabahın.” (en-Nâziât, 46)

Hemen o bir seher vakti, bu kadar kısa buyruluyor. Âhiret ise sonsuz, nâmütenâhî. Mezar hayatı bile, bilemiyoruz, ömrümüzün kaç misli?

Meselâ yine Efendimiz bir Enesʼi yetiştirdi. Hicrette bir anne veya üvey baba, elinde evlâdını getirdi:

“–Yâ Rasûlâllah! Bu size hizmet edecek.” dedi. On yaşında çocuktu. On yaşında çocuk, elli küsur, elli üç yaşında Peygamberʼe nasıl hizmet eder? Efendimizʼin bize bir numunesi…

Enes diyor ki:

“–Beni öyle güzel bir terbiye etti ki, hiç bana bir «niye böyle yaptın!» diye beni azarlamadan terbiye etti.” diyor.

Demek ki malzeme muhabbetti. Ne kadar anne-babada o muhabbet olursa, mânevî muhabbet, o muhabbet aksediyor çocuğa. Çocuğu tesiri altında bırakıyor.

“–On sene hizmet ettim, fakat bir sefer «niçin böyle yaptın!» demedi.” buyuruyor.

Meselâ bir misâlini vereyim:

“Beni bir yere göndermişti.” diyor. “Ben çocuklarla oyuna daldım.” diyor. “Arkamdan geldi:

«–Enes, seni şuraya göndermiştim değil mi?» dedi, bir de tebessüm etti bana; «Enescik» dedi.

Ben de:

«–Yâ Rasûlâllah! Hemen koşayım, halledeyim.» dedim.”

Bunun gibi çok misalleri var Enesʼin. Enes diyor ki. Uzun yaşıyor Enes. Rivâyete göre 100 yaşına kadar yaşıyor.

“Rüyâ görüp de Allah Rasûlüʼnü görmediğim hiçbir rüya yoktur.” diyor.

Demek ki nasıl Allah Rasûlü onun üzerinde bir iz bıraktı?

Yine, meselâ torunu Hazret-i Hasanʼın yetişmesi:

Hazret-i Hasan tavaf yapıyor. Kâbeʼnin kapısında ağlıyor:

“–Yâ Rabbi! Âciz kulun geldi.” diyor. “Fakir kulun geldi, garip kulun geldi. Mücrim, günahkâr kulun geldi, affet!” diyor.

Sonra çıkıyor, bakıyor dışarıda kuru ekmek yiyen bir grup görüyor. Hemen onların yanına yaklaşıyor.

Vicdan, bir müslümanın kartviziti; merhamet, kartviziti. Onlarla sohbet ediyor. Onlar kuru ekmek ikram ediyorlar.

Diyor ki:

“–Eğer ben Ehl-i Beytʼten olmasaydım iştirâk ederdim.” diyor. “Yahut da sadaka değil de hediye olduğunu bilsem yine iştirak ederdim.” diyor. Fakat içine sinmiyor, yani ikramı almadığı için.

“–Haydi evimize gidelim!” diyor. Evine götürüyor. Yediriyor, içiriyor, bir de harçlık veriyor. Efendimiz nasıl yetiştiriyor…

Yavrular, âile yuvasının güzel bir meyvesidir. İlâhî bir emanettir.

Bugün toplum, ihtişamlı devirler bitti, zor devirlere girdik; yani evlât yetiştirmede zor devirlere girdik. Eskiden bir mahalle vardı, toplum vardı, vesâire vardı, âile vardı. Şimdi bunların hepsi bir çöküntüye uğradı.

İblis, evlâdı anne-babasından koparıyor. Çünkü İblis, âyet-i kerîmede buyrulduğu gibi:

“Mallara ve evlâtlara ortak” oldu. (Bkz. el-İsrâ, 64) Câzibesi de var. Televizyonun istediği kanalına giriyor, istediği şekilde kendini oyalıyor. İnternet öyle. En ufak bir çocuğa bakıyorsun; elinde şey var, onunla dıt, dıt, dıt oyunuyor. Ne orada hoşuna gidiyor? Nefsânî hayatı palazlandırmak. Köşeyi döneceksin, vuracaksın, kıracaksın, gücünü göstereceksin vesâire…

Sokaklar işte bir… Görüyoruz sokakları, îzah etmeye lüzum yok.

Velhâsıl, en mühim bugün îtinâ göstereceği anne-babanın; evlâtları… Çünkü yarın zor durumda kalınır. Kıyâmette zor durumda kalınır. Çünkü dünyada iyi evlât, kötü evlât, iyi baba, kötü baba, iyi anne, kötü anne, vesâire, hepsi müşterek yaşıyor. Fakat orada ayrılacak. “Yevmüʼl-fasl” bir fasıl günü gelecek kıyâmette.

سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ

(“Onlara merhametli Rabbʼin söylediği selâm vardır.” [Yâsîn, 58])denilecek, Cennetʼe girenlere. Allâhʼın selâmı onlara bildirilecek. Selâmla karşılanacak onlar.

Fakat orada;

وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ

(“Ayrılın bir tarafa bugün, ey günahkârlar!” [Yâsîn, 59])

“Mücrimler! Ayrılın siz!” denilecek. Orada eğer, anne-baba ayrılacak, akraba ayrılacak, vesâire ayrılacak. Esas hüzün orada başlayacak. Buradaki yanlış bir terbiyenin getirdiği neticeler görülecek.

Efendimiz buyuruyor:

“Sizler çobansınız. Hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz. Erkek, âilenin çobanıdır; sürüsünden sorumludur. Hanım, kocasının evinin çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur.” buyruluyor. (Buhârî, Vesâyâ, 9; Müslim, İmâre, 20)

İyi bir çoban, sürüsünü iyi muhafaza eder. Onu kurtlardan iyi korur. Otlak yerlerde otlatır. Kurak yerlerde bırakmaz. Çok güneş varsa gölgeliğe çeker. Eğer bir hayvanın ayağı kırılırsa onu kucağına alır. Onu kurtlara bırakmaz.

İşte bunun misâli aynı bugün de. Demek ki yavrumuzu nasıl koruyacağız? Onu nasıl bir Kur’ân ikliminde yetiştireceğiz? Nasıl ona bir âhiret mîrâsı bırakacağız?

Efendimiz hep îkaz hâlinde: “Esas hayat, âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Rikāk, 1)

Kendimiz ne kadar bu “Esas hayat, âhiret hayatıdır.”ı her safhada düşünüyoruz? Yavrularımızı ne kadar düşündürüyoruz? Âile, akrabayı nasıl düşündürüyoruz? Topluma nasıl düşündürüyoruz?

Ana-baba hakkı ödenmez. Fakat anne-baba vazifesini ihmal ederse kıyamet günü evlâtlar o anne-babadan dâvâcı olacak, emâneti ihmal ettiği için. Evlâdın anne-babada olan hakkı… Ne gibi hakları var ki, bu hakları yerine getirmezse kıyamet günü anne-babadan dâvâcı olacak.

Birincisi, yavrusuna güzel bir isim koyması. İsim, müsemmâyı çeker. Bir güzel manzaradan bahsedilince, ferahlık gelir. Bir uçurumlu, korkunç bir yerden bahsedilince ürperti gelir.

Demek ki yavrularımıza güzel bir isim koyabilmek.

Hattâ bir deve getirildi, dişi deve, onun sütü sağılacaktı. Üç kişi sağmak için ayağa kalktı. Efendimiz tek tek isimlerini sordu. En güzel hangisinin ismiyse, deveyi ona sağdırdı.

İkincisi; çocuğun eğitimi ana karnında başlar. Ananın ağzından çıkan her kelime, çocuğun şahsiyetine konulan bir tuğla gibidir. Anne yüreği, çocuğun eğitim gördüğü bir sınıftır. Şefkatin en büyük menbaı annelerdir. Anne terbiyesinden mahrum çocukların terbiyesi çok güçleşir. Cemiyetin kurbanı olur.

Yüksek karakterli kişiler, daha çok sâliha annelerin eseridir, tarihe baktığımız zaman.

Meselâ Bahâüddîn Nakşibend Hazretleri:

“Benim türbemi ziyaret eden, anamın türbesini ziyaret etsin başta.” diyor. “Ben onun mahsulüyüm.” diyor.

Molla Câmî Hazretleri:

“Ben anamı nasıl sevmem ki, o beni bir müddet cisminde, bir müddet kollarında, hayat boyu da kalbinde taşıdı.” buyuruyor.

Velhâsıl, misaller çok.

Evlâdımızın, yavrumuzun kusursuz olmasını istiyorsak, kusursuz anne-baba olmaya dikkat etmeliyiz. İstikbâli lûtfedecek, yalnız Cenâb-ı Hakʼtır.

Âilede bir vefât olduğu zaman bir hüzün başlar, âilede. Bir müddet sonra o kaybedilenlere, intikal edenlere bir hasret başlar. O hasretin kıyâmette olmaması için, yani orada yine âilenin birleşmesi için, âile fertlerinin aynı mânevî minval üzere devam etmesi lâzım. Demin bahsettiğim âyet-i kerîme… Orada bir fasıl günü…

سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ

(“Onlara merhametli Rabbʼin söylediği selâm vardır.” [Yâsîn, 58])Cennetʼe girecekler.

Orada ayrılacaklar:

وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ

(“Ayrılın bir tarafa bugün, ey günahkârlar!” [Yâsîn, 59])

“Mücrimler! Siz ayrılın!” diyecek Cenâb-ı Hak.

İkinci husus:

Çocuğun feyizli bir ortamda inkişâf etmesi için; yedirilen lokmanın helâlliğine dikkat etmek lâzım.

İnsan üzerinde iki şey müessirdir. Biri; ağzından giren lokma. İkincisi; beraberinde bulunan arkadaşı. Ona dikkat etmemiz lâzım. Evlâdımız yanlış bir lokma yemesin. Bir de kötü bir arkadaşla arkadaşlık olmasın…