Şebnem Dergisi, Yıl: 2021 Ay: Temmuz Sayı: 197
Cenâb-ı Hak, İbrahim -aleyhisselâm- hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de;
وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلًا
“…Allah İbrahim’i dost edinmiştir.” (en-Nisâ, 125) buyuruyor.
Peki, İbrahim -aleyhisselâm- ne yaptı da Cenâb-ı Hak ile dostluk bahtiyarlığına nâil oldu?
Yani kul, hangi husûsiyetleri taşıdığında Allah ile dost olur, hangi hasletlerle müzeyyen olursa, Cenâb-ı Hak o kulunu sever?
Zira Cenâb-ı Hak; yakınlığına erebilmemiz ve kendisiyle “dostluk” iklimine kabul edilmemiz için, biz kullarından âdeta “kurbanlar” yani büyük fedakârlıklar istiyor.
Müʼmin de; Allah yolunda ne kadar fedakârlık ve gayret göstereceği ve gerektiğinde Allah için dünyevî menfaatlerinden ne ölçüde vazgeçebileceği hususlarında, son nefesine kadar sürekli imtihan edilmekte.
İbrahim -aleyhisselâm-’ın ömür safahâtını bu nazarla tefekkür ettiğimizde, onun dâimâ takvâ üzere bir hayat yaşadığını ve Cenâb-ı Hakk’ın ihsânı olan bütün nîmetleri yine O’nun yolunda fedakârca sarf ettiğini görüyoruz.
Meselâ malın Allah yolunda nasıl adandığını görüyoruz İbrahim -aleyhisselâm-’da. İnsan elbette malını sever, lâkin esâsında o mal kendisinin değil, Allâh’ındır. Biz dünyaya bir sermâye ile gelmedik, dünyadan da herhangi bir şeyi yanımızda götürecek değiliz. Bugüne kadar hiç kimse malını yanında götürememiş, dünya malı yine dünyada kalmış. Fakat gâfil insan malı kendisinin zanneder, malına sığınır. Ârif kişi ise, mala değil, malın sahibine sığınır.
Müʼmin bu dünyada kendisini bir veznedar gibi görecek. Veznedar, kendisine emânet edilen mala “benim malım” diyebilir mi?
Cenâb-ı Hakk’a dost olan bir kalp de; “Mülk benim.” demez “Mülk Allâh’ındır.” der. Bu sebeple de cömert olur, diğergâm olur.
Tecrîd-i Sarih Tercümesiʼnde[1] şöyle nakledilir:
Hazret-i İbrahim, ölüm meleği Azrâilʼe mülâkî olduğunda;
“–Rabbim beni niçin halîl ve dost edindi?” diye sorar. Azrâil -aleyhisselâm- bu suâle şöyle cevap verir:
“–Sen insanlara ihsân edersin de, onlardan bir şey istemezsin!”
Yani cömert olmak ve insanlardan müstağnî kalabilmek. Yâr olup, bâr olmamak… Bunlar Rabbimiz’in sevdiği hususiyetler.
Nitekim Rabbimiz bir hadîs-i kudsîde şöyle buyuruyor:
“Bu, Ben’im zâtım için râzı olduğum bir dindir. Bu dîne yakışan da ancak cömertlik ve güzel ahlâktır. Bu dîne tâbî olma nîmeti size lûtfedildiği müddetçe, onu bu iki hasletle yüceltiniz.” (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, VIII, 20)
Nitekim İbrahim -aleyhisselâm- da, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine ihsân ettiği koyun sürülerini, insan sûretinde gelen Cebrâil -aleyhisselâm-’ın Allâh’ı zikretmesi karşılığında Allâh’a adadı.
Bir kimseye sevdiği şeylerden bahsetmek, o insanın kalbine huzur verir, gönlünü hazla doldurur. Meselâ memleketten, sevilen bir arkadaştan yahut bir anneye askerdeki oğlundan bahsedilince büyük bir haz duyar. İbrahim -aleyhisselâm- da Allâh’ın zikredilmesinden öyle büyük bir haz duyuyor ki, Allâhʼı zikreden meleğe; “Al bütün sürü senin!” diyor. Muhâtabının dilinden sevdiğinin ismini duyunca, bütün malı gözünden düşüyor. Çünkü zikrin hakîkatine ererek ilâhî muhabbetin lezzetini tadan kullar için, bütün dünyevî zevkler değerini yitirir, âdeta bir çakıl taşına döner.
Nitekim İbrahim bin Edhem Hazretleri de ilâhî aşk deryasına dalınca dünya saltanatını bir kenara bıraktı. O şöyle buyuruyor:
“İlâhî muhabbetteki vecd ve istiğrâkımız müşahhas bir şey olsaydı; krallar onu alabilmek için bütün hazinelerini de krallıklarını da fedâ ederlerdi.”
Allâh’ı unutarak tüketilen nefesler, yani dünya hayatında zikirden mahrum olarak geçirilen vakitler; ömür takviminin ziyan olmuş yapraklarıdır.
Bizler de İbrahim -aleyhisselâm- gibi, Allâh’ın dostluğuna nâil olmayı arzu ediyorsak, Rabbimiz’in ihsân ettiği imkânlarımızı dâimâ O’nun rızâsının olduğu yerlere sarf edelim. Meselâ yaklaşmakta olan Kurban Bayramıʼnda etrafımızdaki muhtaçlara kurban etlerinden ikram edelim. Mutfak ihtiyaçlarını dahî karşılamakta zorlanan gariplerin -gücümüz yettiğince- erzâkını karşılamaya gayret gösterelim. Bakkala-manava borcu olan dar gelirli kardeşlerimizin borçlarını imkânımız ölçüsünde kapatmaya çalışalım. Bilhassa bugün Türkiye’mize sığınan Suriyeli kardeşlerimize el uzatalım. Arkamızda bizler için sadaka-i câriye olacak Cami, Kur’ân Kursu, Eğitim Müesseseleri yaptıralım. Bunu yapma imkânımız yoksa, bu hayır işlerine aracılık edelim. Zira “Hayra vesîle olan, hayrı yapan gibidir.” buyruluyor. (Tirmizî, İlim, 14)
Yine İbrahim -aleyhisselâm- canını da Allah yolunda cömertçe bezlediyor. Allah için candan fedakârlık etmek, İbrahim -aleyhisselâm-’da büyük bir lezzet hâline geliyor. Önünde dağ gibi bir ateş varken bile hiçbir ürperti duymuyor.
Cebrâil -aleyhisselâm- o sıkıntılı anda yetişip;
“–Bana bir ihtiyacın var mı?” diye sorduğunda İbrahim -aleyhisselâm- şu cevâbı veriyor:
“–Sana ihtiyacım yok. Allah bana yeter; O ne güzel vekildir!”
Onun bu yüce teslîmiyeti ve yalnız Hakk’a tevekkülü üzerine, o daha ateşin içine düşmeden Cenâb-ı Hak ateşe emrediyor:
“…Ey ateş! İbrahim’e serin ve selâmet ol!” (el-Enbiyâ, 69)
Ve ateş bir gül bahçesine dönüyor.
Mevlânâ Hazretleri şöyle buyuruyor:
“Allah yolunda ateşe girmek vardır. Lâkin ateşe atılmadan önce, kendinde İbrahimlik olup olmadığını araştır! Çünkü ateş seni değil, İbrahimleri tanır ve yakmaz!..”
Peki, insan nasıl dost olacak Allâh’a?
Bir gölgenin sahibine olan sadâkati gibi Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i takip edecek. İslâm’ı yaşayacak ve yaşatacak. Hâliyle, kāliyle tebliğ edecek. İslâm’ı hayatının hiçbir noktasında unutmayacak.
Ashâb-ı kirâm gönüllerindeki Allah aşkı ve peygamber muhabbetiyle Dünyaʼnın dört bir tarafına sefer ettiler. Allâh’ın ihsân ettiği can nîmetini, Cennet mukâbilinde Allâh’a sattılar. Allâh’ın ihsân ettiği gücü-kuvveti, yine O’nun uğrunda cömertçe sarf ettiler. Durmadılar, dinlenmediler. Gözlerinde fer, dizlerinde dermân olduğu müddetçe, İslâm’ı bir gönle daha ulaştırabilmenin mânevî hazzı içinde bir hizmet ömrü yaşadılar.
Bizler de her akşam kendimizi muhâsebe edelim:
–Acaba bugünü ne kadar kendimiz için, ne kadar Allah için değerlendirdik?
–Dînî hayattan gâfil bulunanları, yani irşad bekleyenleri ne kadar irşâd edebildik? Kaç gönle ulaşabildik?
–Mahallemizdeki insanımıza ne kadar sahip çıkabildik?..
Bu muhâsebeden sonra da gönlümüzde hangi sevgileri taşıdığımızı mîzân edelim. Zira Cenâb-ı Hak; dostluğuna tâlip olan bir kulunun gönlünde, ilâhî muhabbeti gölgeleyecek bir sevginin bulunmasına rızâ göstermiyor.
Nitekim İbrahim -aleyhisselâm-, oğlu İsmailʼe olan muhabbeti dolayısıyla da imtihan edildi. Fakat Cenâb-ı Hakk’a duyduğu engin muhabbet, onun bu imtihandan da muvaffakıyetle çıkmasını sağladı.
Rabbimiz âyet-i kerîmelerde, Hazret-i İbrahim ve Hazret-i İsmail’in bu fedakârlıklarını şöyle tebrik ve tebcil ediyor:
“«Ey İbrahim! Rüyayı gerçekleştirdin. Biz ihsan sahiplerini böyle mükâfatlandırırız. Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır!» diye seslendik.
Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Sonradan gelecekler arasında ona bir nam bıraktık; «İbrahim’e selâm olsun!» dedik. Biz ihsan sahiplerini böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o, bizim mü’min kullarımızdandır.” (es-Sâffât, 104-111)
Cenâb-ı Hak; bizlere, evlâtlarımızı kurban etmemizi emretmiyor. Fakat evlâtlarımızı, İslâm karakter ve şahsiyetiyle terbiye etmemizi emrediyor. Onlara Kur’ân’ı, İslâm’ı, Allah için candan ve maldan fedakârlık şuurunu tahsil ettirmemizi emrediyor.
Bizler de Allah ile dostluk için;
–Evlâtlarımızın gönüllerine Allah ve Rasûl’ünün muhabbetini nakşetmenin gayretinde olalım.
–Onlara en büyük mirasımız olarak İslâm şahsiyet ve karakterini bırakalım.
–Kıyâmette kulun ilk sorguya çekileceği husus olan namaz ibadetine gönüllerini ısındırmak için beraberce câmiye gidelim. Câmi çıkışında bir hediye vererek câmiye, cemaate ve namaza olan muhabbetlerini pekiştirelim.
–Kız çocuklarımızın tesettürüne daha küçük yaşlarından itibaren dikkat edelim.
–Evlâtlarımız kimlere sevgi besliyor, bunu iyi araştıralım.
Unutmayalım ki, en merhametli anne-babalar, birbirlerini ve evlâtlarını Allâh’a kulluğa hazırlayanlardır.
Velhâsıl İbrahim -aleyhisselâm-; Allah için malından, canından ve evlâdından fedakârlıkta bulundu. Her şeyini Allah yolunda cömertçe bezletti. O, kalbindeki fânî tahtları yıkınca, Cenâb-ı Hak O’nu bâkî tahtlara yükseltti. Hakkʼa dostluğun sonsuz şeref ve bahtiyarlığına nâil eyledi.
Bizler de inşâallah, bütün imkânlarımızı Allâhʼın rızâsı istikâmetinde sarf edelim ki, ilâhî muhabbet ve dostluktan hisseler alalım.
Rabbimiz kendisine yakınlığa vesîle olacak sâlih ameller işleyebilmeyi, cümlemize lûtf u keremiyle nasip ve müyesser eylesin.
Âmîn!..
Dipnot:
[1] Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercümesi ve Şerhi, c. 7, s. 84-85, DİB. Yay. İstanbul, 2019.