Sîret ve Sûret Aynası İç ve Dış Dünyamız

Yıl: 2012 Ay: Temmuz Sayı: 89

Onuncu asrın büyük sûfîlerinden Ebû’l-Hasan el-Bûşencî -rahmetullâhi aleyh- şöyle buyurmuştur:

“Bir kimsenin içi dışından daha değerli olursa; onun adına «Velî» denir. Bir kimsenin içi ile dışı aynı değerde olursa; onun adı da «Âlim»dir. Bir kimsenin dışı içinden kıymetli olursa, buna da «Câhil» damgası vurulur.” (İmâm Şârânî, Velîler Ansiklopedisi, II, 427)

Bu hikmetli sözde bahsi geçen üç gruptan biri olarak zikredilen cehâlet, terbiye olmamış ham insanın vasfıdır. Nitekim Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmede ظَلُومًا جَهُولًا (yani o insan) çok zâlim ve çok câhildir” buyurmak sûretiyle bu hakikate dikkat çekmektedir. (bkz. el-Ahzâb, 72)

Cehâletin en büyüğü ise, bir kimsenin sâhip olduğu ilmi, Cenâb-ı Hakk’ı tanımak ve O’na yaklaşmakta vâsıta olarak kullanamamasıdır.

Meselâ İblis, Cenâb-ı Hakk’a kulluk gibi çok yüce bir mevkîde bulunuyor olmasına rağmen ilmi kendisine bir fayda sağlamamış, aksine kibirlenerek huzûr-i ilâhîden kovulmasına sebep olmuştur.

Kârun, Tevrat’ın tefsîrini yapabilecek bir dirâyete sahipken malına sığınmış, yani dünyaya tamah etmiş ve neticede dayanıp güvendiği malıyla yerin dibine gömülmüştür.

Yine Bel’am bin Bâûrâ da mânen yüksek derecelere nâil olduğu hâlde nefsine meyletmiş ve o da câhiller sınıfına girerek ilâhî azâba dûçâr olmuştur.

Şeyh Sâdî Hazretleri’nin şu sözü bu mânâda ne kadar mânidardır:

“Ne kadar okursan oku, bilgine yakışır şekilde davranmazsan cahilsin demektir.”

Bu hâlin bir üst mertebesi ise, kişinin ilmiyle âmil olması, yani ilmini ibadet, ahlâk ve muâmelât olarak hayatına tatbik edebilmesidir.

İlim, idrâk etmektir. İdrâk gerçekleşmeden ilim tahakkuk etmez. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm, bilgi sahibi insanları iki şekilde tasnif etmektedir. Birincisi, ilimleri sadece dilde kalıp kalplerine ve dolayısıyla fiillerine yansımayan kimselerdir. Cenâb-ı Hak, böylelerinin içinde bulundukları durumu, Benî İsrâil âlimlerini misâl vererek “kitap yüklü merkepler” teşbihiyle arz etmektedir. (Bkz. el-Cumʼa, 5)

Nitekim kalbî hassâsiyetlerden mahrum bir ilim için hadîs-i şerîfte, şu îkâz-ı nebevî vârid olmuştur:

“Kıyamet gününde insanların en şiddetli azâba uğrayanı, ilmi kendisine fayda vermeyen âlimdir.” (Süyûtî, el-Fethu’l-Kebîr, I, 188)

Bilgi; kalbe saplanan, gurur vesîlesi bir dikenden ibâret kalırsa, onun asıl gâyesi olan gül râyihasından zerre kadar nasîb alınamaz!

İkincisi ise, beyne depoladığı ilmi, gönlüne de nakşedebilen kimselerdir. Bu kimseler için âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur:

“…Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar…” (Fâtır, 28)

Yani ilim, kişiyi Allah karşısında takvâ ve haşyet duygularına sevk eden bir vasıfta değilse, o ilim Allah katında makbûl sayılan bir ilim değildir.

İlim sahibi kimse, ilmini en güzel bir sûrette yaşayıp gönül âlemini güzelleştirmeye çalıştıkça, o ilim şahsiyetine karışır, irfâna dönüşür. Böylece kul, Cenâb-ı Hakk’ın yakınlığını kazanarak Oʼnun velî bir kulu olur.

Bûşencî Hazretleriʼnin üçüncü bir grup olarak zikrettiği Allâh’ın velî kulları; peygamberlerin, “nefisleri tezkiye ve terbiye etme” vazîfesine istîdatları nisbetinde vekâlet eden kâmil insanlar ve zirve şahsiyetlerdir.

Onlar, insana dünya ve âhiret saâdetini kazandırmak gâyesiyle, gözlerden gaflet perdelerini kaldırarak her şeyin hakîkatini seyrettirmeye gayret eden mânevî rehberlerdir. Baharın toprağı yeniden diriltmesi gibi, beşeriyetin ölü dimağlarının canlanmasına vesîle olan, ham kalplere mârifet, muhabbet, ihlâs ve takvâ aşısı yaparak onları Hakk’a yönlendiren gönül sultanlarıdır.

Mevlânâ Hazretleri’nin buyurduğu gibi:

“Şunu bilmiş ol ki velîler, vaktin İsrâfilleridir. Ölüler, onların gönül nağmeleri ile dirilirler. Onların seslerini duyunca, her ölünün canı, kefene bürünmüş bir hâlde ten mezarından sıçrar, çıkar.”

“Velîlerin pâk, temiz nefesleri bahar gibidir. Yaprakların, filizlerin hayatıdır. Bu sebeple yumuşak olsun, sert olsun; velîlerin sözlerini dinlemekten kaçınma; onlara kulak ver; o sözler, dînine destek olur.

Sıcak da söyleseler, soğuk da söyleseler onları hoş gör; o sözleri tut. Tut da şu dünya hâdiselerinin binbir çeşit tesirinden, sıcağından, soğuğundan, yakıp kavuran cehennem azabından kurtul.

O mübârek sözlerin sıcağı da, soğuğu da ilkbahardır, hayattır. O sözler gerçekliğin, tam inancın, kulluğun özüdür, mayasıdır.

O nefeslerle can bahçeleri dirilir, gerçek hayata kavuşulur. O nefeslerle gönül deryaları incilerle dolar.”

“Ey gafil insan! Mâdem ki peygamber değilsin, ötelerden haber alamıyorsun, sana uyanlar da yok; bu yolda haddini bil, geri dur! Büyük bir velînin arkasından yürü ki, bir gün nefsâniyet kuyusundan çıkıp Hazret-i Yûsuf gibi bir mânâ padişahı olasın.”

Ashâb-ı kirâm, bir defâsında Âlemler Sultânı -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’e:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü, Allâh’ın velî kulları kimlerdir?” diye sormuşlardı.

Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz, onların bu suâline şu mukâbelede bulundu:

“–(Allâh’ın velî kulları) yüzlerine bakıldığında Allah Teâlâ’yı hatırlatan kimselerdir.” (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, X, 78; İbn-i Mâce, Zühd, 4)

Cenâb-ı Hakk’ın hoşnutluğunu kazanan gönül sultanlarının sîretleri, sûretlerine de aksetmiştir. Bursevî Hazretleri, şu ifâdeleriyle velîlerin gönül dünyalarını ne güzel aksettirmektedir:

“Velîler, Allâh’a itaat ederek O’nun velîsi olurlar. Yani Allâh’a müstağrak olarak O’na yaklaşırlar. Öyle ki gördükleri zaman O’nun kudretinin delillerini görürler, işittikleri zaman O’nun âyetlerini işitirler, konuştukları zaman O’nu överek konuşurlar, hareket ettiklerinde O’na hizmet için hareket ederler, gayret ettikleri zaman O’na tâatte bulunmaya çalışırlar.”

Bir hadîs-i şerîfte, Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“–Allâh’ın kullarından birtakım insanlar vardır ki, nebî değildirler, şehîd de değildirler, fakat kıyâmet gününde Allah katındaki makamlarından dolayı onlara nebîler ve şehîdler imrenerek bakacaklardır.”

Ashâb-ı kirâm:

“–Bunlar kimlerdir ve ne gibi hayırlı ameller yapmışlardır? Bize bildir de biz de onlara sevgi ve yakınlık gösterelim, yâ Rasûlâllah!” dediler.

Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-:

“Bunlar öyle bir kavimdir ki, aralarında ne akrabâlık, ne de ticâret ve iş münâsebeti olmaksızın, sırf Allah rızâsı için birbirlerini severler. Vallâhi yüzleri bir nûrdur ve kendileri de nûrdan birer minber üzerindedirler. İnsanlar korktukları zaman bunlar korkmazlar, insanlar mahzûn oldukları zaman bunlar hüzünlenmezler. buyurdu ve peşinden şu âyet-i kerîmeleri okudu:

“Bilesiniz ki, Allâh’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar ki Allâh’a îman etmişlerdir ve hep takvâ ile korunur dururlar. Onlara dünya hayatında da, âhiret hayatında da müjdeler vardır. Allâh’ın sözlerinde değişiklik yoktur. İşte bu, en büyük kurtuluştur.” (Yûnus, 62-64) (Hâkim, Müstedrek, IV, 170)

Hakk’ın dostu olan velîler, bu dostluğun bir nişânesi olarak her an Allâh’ın huzurunda olduklarının idrâki içerisinde yaşar, edep sınırlarını aslâ aşmazlar. Nitekim İmâm-ı Rabbânî Hazretleri; “Edebe riâyet etmeyen hiç kimse, Allâh’a kavuşamaz, yani velî olamaz.” buyurarak, Hakkʼa dostluk yolunun edepten geçtiğini ifâde buyurmuştur.

Yine ilâhî muhabbet bağının goncaları olan velîler, zamanımızda sadece zâhire değer veren kimselerin aksine, sûretlerinin ve dış âlemlerinin tezyîni için gösterdikleri ehemmiyetten çok daha fazlasını, sîretlerinin, yani iç âlemlerinin ıslâhı için göstermişlerdir. Zira hâdîs-i şerîfte:

“Allah Teâlâ sizin sûretlerinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize bakar.” buyrulmuştur. (Müslim, Birr, 34)

Gönüllerini her türlü mâsivâ kirinden temizleyerek berrak bir hâle getirdikleri içindir ki velîler, bütün mü’minler için birer gönül aynasıdır. Zira insan; nasıl ki dış görünüşünü düzeltmek için bir sûret aynasına muhtaç ise, iç âlemini, karakterini, huy ve temayüllerini teşhis ve tedâvi için de bir velînin sîret aynasına muhtaçtır.

Nitekim Mevlânâ Hazretleri’nin ifâde ettiği gibi:

“Allah; nebîleri ve velîleri âlemlere rahmet olarak dünyaya göndermiştir. Bu yüzden halka bıkmadan, usanmadan nasihatte bulunurlar. Bu nasihatleri dinlemeyip kabul etmeyenler için de; «Yâ Rabbi! Sen bunlara acı, rahmet kapısını bunlara kapatma!» diye yalvarırlar.

Sen aklını başına al da, velîlerin öğütlerini canla başla dinle! Dinle de, üzüntüden, korkudan kurtul, mânevî rahata kavuş!

Velîlerin sözleri âb-ı hayatla dolu, saf, dupduru bir ırmak gibidir. Fırsat elde iken, ondan kana kana iç de gönlünde mânevî çiçekler, güller açılsın.”

Bâyezîd-i Bistâmî’ye müracaat eden bir derviş:

“–Beni Allâh’a yaklaştıracak bir amel tavsiye et.” deyince Bâyezîd -kuddise sirruh-, ona şu nasihatte bulunmuş:

“–Allâh’ın velî kullarını sev! Onların gönlüne girmeye çalış! Çünkü Allah her gün o âriflerin kalplerine 360 defa nazar eder. Bu nazarlar esnâsında seni de orada bulsun!..”

Velhâsıl Mevlânâ Hazretleri’nin buyurduğu gibi:

“Allah ile bulunmak, Allah ile beraber oturmak isteyen kişi, Allâh’ın dostları olan velîlerin huzurunda otursun.”

“Bir Allah adamının, yani bir peygamberin veya velînin gönlü incinmeyince, Allah hiç bir kavmi rezil ve rüsvay etmemiştir.”

Cenâb-ı Hak, yüce Zâtının sevgisini ve O’nun yanında sevgisi bizlere fayda verecek olan kimselerin sevgisini lûtf u keremiyle gönüllerimize ihsân buyursun!..

Âmîn…