Rûhânî Bir Hayat Terbiyesi; Ramazân-ı Şerîf

Bir Soru Bir Cevap

Yıl: 2012 Ay: Ağustos Sayı: 71

Efendim; Rabbimize hamd olsun ki, rahmet ve bereket dolu bir Ramazân-ı Şerîf’i idrâk etmekteyiz. Kur’ân-ı Kerîm bu ayda indirildi. Peki, Cenâb-ı Hak bizlerden, acaba Ramazân-ı Şerîf’te daha çok hangi hususlar üzerinde durmamızı arzu etmektedir, bizlere bunlardan bahseder misiniz?

Öncelikle, bizleri engin bir mağfiret iklimi ve rûhânî bir hayat terbiyesi olan Ramazân-ı Şerîf’e kavuşturan Cenâb-ı Hakk’a sonsuz hamd ü senâlar olsun.

Bizler, Rasûl-i Ekrem -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’i örnek alarak, bu mübârek aya kavuşabilmek için iki ay evvelinden şu duâyı gönlümüze vird edinmiştik:

اَللّٰهُمَّ بَارِكْ  لَنَا  ف۪ى  رَجَبَ  وَ  شَعْبَانَ  وَ  بَلِّغْنَا  رَمَضَانَ

“Allâh’ım, Receb ve Şâbân’ı bizlere mübârek kıl ve bizi Ramazân’a kavuştur.”

Zira Ramazân-ı Şerîf, rahmetin tuğyân ettiği bir ay. Rûhî istîdatların inkişâf ettiği bir takvâ mevsimi. Husûsiyle Ramazân-ı Şerîf, mânevî kazanç bakımından vakitlerin en bereketlisi, hayırların en makbul zamanı, gönül uyanıklığı içinde değerlendirebilenler için cehennemden kurtuluş ve cennete giriş müjdesi. Yine bu ay, âdeta fânî âlemden bâkî âleme uzanan bir fazîlet köprüsü mesâbesinde. Bu hakîkat sebebiyle Mevlânâ Hazretleri bizlere şöyle sesleniyor:

“Ramazan geldi, artık maddî yiyeceklerden elini çek ki, gökten mânevî rızıklar gelsin. Bu ay, gönül sofrasının kurulduğu aydır. Gönlün, bedenin hatalarından kurtulduğu aydır. Gönüllerin aşk ve îmân ile dolduğu aydır.”

Suâlinizi, hidâyet rehberimiz Kur’ân-ı Kerîm’de üç aylarla ilgili olarak nâzil olan âyet-i kerîmelerden yola çıkarak cevaplamaya çalışalım. Zira bu âyet-i kerîmelerde Cenâb-ı Hak, bilhassa şu üç husus üzerinde duruyor.[1] Bunlar; Kur’ân-ı Kerîm, Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz ve gece ibadeti.

Bu da gösteriyor ki Cenâb-ı Hak, biz mü’minlerden, bu aylarda diğer aylara nazaran daha fazla Kur’ân-ı Kerîm’in mânevî iklimine girmemizi; Fahr-i Kâinât Efendimiz’in gönül âleminden daha fazla istifâde edebilmenin yollarını araştırmamızı ve Hakkʼa yakınlığımızı artırabilmek için de gece ibadetlerine daha fazla ehemmiyet vermemizi arzu etmektedir. Bu üç hususu kısaca açmak gerekirse;

Kur’ân-ı Kerîm:

Cenâb-ı Hakk’ın kelâmdaki mûcizesi olan Kur’ân-ı Kerîm, imtihan yurdu olan bu dünyada en büyük ders kitabımız. En şerefli amel, Kur’ân ile meşgul olmak. Nitekim Fahr-i Kâinât -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Kur’ân-ı Kerîm, öyle bir kelâm-ı ilâhîdir ki o, vukû bulacak her türlü fitneye karşı insanı selâmete erdirir. Onda sizden öncekilerin haberleri, sizden sonrakilerin durumları, insanlar arasında meydana gelecek hâdiselerin hükümleri vardır.

O, hak ile bâtılı birbirinden ayırır, mâlâyâni değildir. Kendisini terk eden azgını Cenâb-ı Hak helâk eder. Onun dışında hidâyet arayanı, Allah dalâlete düşürür.

O, Hak Teâlâ’nın sapasağlam ipi, zikr-i hakîmi ve sırât-ı müstakîmidir. Kendisine bağlananlar hiçbir zaman sapmaz, onu söyleyen diller yanılmaz. Âlimler ona doyamaz. Çok tekrar edilmekten dolayı tâzeliğini aslâ kaybetmez. İnsanları şaşırtan mûcizevî husûsiyetleri bitip tükenmez. Cinler, onu dinledikleri zaman; «…Gerçekten biz, hayranlık veren bir Kur’ân dinledik.»[2] demekten kendilerini alamamışlardır.

Kur’ân’a istinâd ederek konuşanlar doğru söylerler. Onunla hüküm verenler isâbet ederek âdil davranırlar. Onu tatbik edenler ecir kazanır ve ona çağıranlar dosdoğru yolu bulurlar.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 14/2906; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 1)

Bu sebeple de Rasûl-i Ekrem Efendimiz ve ashâbının en mühim meşgûliyeti, Allâh’ın kitâbını öğrenip öğretmek, anlayıp anlatmak; en büyük arzu ve iştiyakları da Kur’ân’ı tekrar tekrar okumak ve dinlemek olmuştur.[3] Ramazân-ı Şerîfte ise bu hâl, diğer aylara nazaran âdeta zirve seviyeye çıkmıştır. Nitekim Abdullah bin Abbâs -radıyallâhu anh- şöyle bildirmektedir:

“Cebrâîl -aleyhisselâm-, Ramazan’ın her gecesinde Peygamber Efendimiz ile buluşur, (mukābele ile / karşılıklı) Kur’ân okurlardı.” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 5, 6, Savm 7; Müslim, Fedâil 48, 50)

Bu sebeple bizler de, Kurʼânʼın indirildiği bu mübârek ayda sâir zamanlara kıyasla çok daha fazla Kur’ân ile buluşmanın, Kur’ânî hakîkatlerde derinleşmenin gayreti içine girmeliyiz.

Peygamber Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-:

Allah Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’in mübârek hayatı da Kur’ân-ı Kerîm’in fiilî bir tatbikatından ibârettir. Bu hikmete binâendir ki Cenâb-ı Hak, mü’minlere şöyle emretmiştir:

“…Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının…” (el-Haşr, 7)

Diğer bir âyet-i kerîmede de şöyle buyrulmuştur:

“Ey îmân edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allâhʼa ve Rasûlü’ne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka O’nun huzurunda toplanacaksınız.” (el-Enfâl, 24)

Yani Efendimiz’in her sözü, gönüllere bir ebedî saâdet aşısıdır. Bu sebeple, idrâk etmekte olduğumuz Ramazân-ı Şerîf’i, O’na yakınlıkta müstesnâ bir basamak bilmeli; O’nun gönül dokusundan hisseler alabilmek için bulunmaz bir fırsat olarak görmeliyiz. Zira O;

Ÿ Cenâb-ı Hakk’ın insanda tecellî eden bir sanat hârikasıdır.

Ÿ En büyük üsve-i hasenemiz, yani emsalsiz örnek şahsiyetimizdir.

Ÿ Mârifetullah mektebinin en yüce muallimidir.

Ÿ Cenâb-ı Hak’tan her an ümmetini dileyen ve onlar için istiğfâr eden şefkat ve merhamet peygamberidir.

Ÿ Zamanın çirkefliklerinden bunalmış yürekler için yegâne sığınak, barınak ve rahmet pınarıdır.

Gece ibadeti:

Nasıl ki on iki aylık bir sene içinde Ramazân-ı Şerîfin ayrı bir değeri varsa, yirmi dört saatlik bir gün içinde de seher vaktinin öyle büyük bir değeri vardır. Allâh’ın has kulları, bu husûsî vakitlerde ibadet etmeye çok ehemmiyet vermişler ve gecelerin esrârından istifâde etmenin gayreti içinde olmuşlardır.

Ramazân-ı Şerîf’in geceleri ise bambaşka bir mâhiyet arz etmektedir. Nitekim bir hadîs-i şerîfte bu gecelerin ehemmiyeti ile ilgili olarak şöyle buyrulmuştur:

“Kim, (îmanlı bir gönülle) inanarak ve sevâbını Allah’tan umarak Ramazan gecelerini ihyâ ederse, geçmiş günahları affolunur.” (Buhârî, Terâvih, 46)

Bundan dolayı Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurur:

“Ey Hak âşığı, geceleri az uyuyanlardan, seher vakitleri günahlarının bağışlanmasını isteyenlerden ol. Azıcık olsun, uykuyu, yemeyi içmeyi bırak da Hak’la buluşacağın zaman için bir armağan hazırla…

Ana rahmindeki çocuk gibi azıcık oyna, kımılda da sana, nûr gören duygular bağışlasınlar.

Ana rahmine benzeyen, şu sıkıntılı, kasvetli, kederlerle dolu dünyadan dışarı çıkarsan, yeryüzünden daha geniş, daha ferah bir âleme çıkmış olursun.”

Mevlânâ Hazretleri Dîvân-ı Kebîr’indeki bir şiirinde de şöyle buyurur:

“Git, gönül kapısında otur, bekle. Çünkü o gizli sevgili ya gece yarısı yâhut da seher vaktinde gelir.”

Nitekim ilâhî sır ve hakîkatlerin keşfi için gecelerin kıymetini ifâde sadedinde Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri de:

“Geceler gündüz olmadan bana hiçbir şey fetholunmadı.” buyurmuştur.

Bu sebeple de Ramazân-ı Şerîf’in gecelerini uykuya mahkûm etmeyip en güzel bir sûrette değerlendirmek îcâb eder.

Ayrıca unutulmamalıdır ki makbul bir Ramazân-ı Şerîf yaşandığının en büyük alâmeti, kişinin Ramazan’dan sonraki hâlinin de rızâ-yı ilâhî istikâmetinde olmasıdır. Bu bakımdan Ramazân-ı Şerîfʼin feyz ve rûhâniyetini bütün ömrümüze yaygınlaştırmanın gayreti içinde olalım ki son nefesimiz, ebedî vuslat bayramının ilk adımı olsun.

Cenâb-ı Hak, rızâsı istikâmetinde bir hayat yaşayıp huzuruna râzı olduğu kullarla beraber çıkabilmeyi cümlemize lûtf u keremiyle ihsân buyursun…

Âmîn…


Dipnotlar:

[1] Bkz. el-Bakara, 185; Âl-i İmrân, 113; el-İsrâ, 1; ed-Duhân, 1-3; el-Müzzemmil, 1-5; el-Kadr, 1-5.

[2] el-Cinn, 1.

[3] Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, Beyrut 1967, I, 342.