Pintilik de, İsraf da Gasbdır

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

PİNTİLİK DE, İSRAF DA GASPTIR

Yani Allâhʼın verdiği nîmetleri bir imtihan malzemesi olarak, bir lûtuf olarak kul idrak edecek. “Ben bunun memuruyum.” diyecek.

Kendine biriktirmek, buna “pintilik” deniyor. Bu bir gasp oluyor. “İsraf” etmek, bu da bir gasp oluyor. Kulun pintiliğe de hakkı yok, israfa da hakkı yok.

Pintilik yapana Cenâb-ı Hak “hutame: sarıcı bir ateş”e dûçâr olacak buyuruyor. (Bkz. el-Hümeze, 4-6)

“İsraf edene de şeytanın arkadaşlarıdır. Şeytan ise Rabbine çok nankördür.” (Bkz. el-İsrâ, 27) buyuruyor. Yani bir, Rabbine karşı bir nankörlük olmuş oluyor. Çünkü Allâhʼın verdiği bu nîmeti kendi hesabına kullanıyor.

Cenâb-ı Hak, kalbimizin ihtirastan kurtulmasını istiyor. Verdiklerinin de hesabı var. Onun için ağniyâ-i şâkirîn ve fukarâ-i sâbirîn, ikisi de nedrette/azlıkta. Yani her nîmet, iki uçlu bıçak gibi. Sırf mal-mülk değil. Gözümüz de öyle, iki uçlu bir bıçak gibi.

Cenâb-ı Hak Fussilet Sûresiʼnde; gözler konuşacak kıyâmet günü. (Bkz. Fussilet, 20) Gözünü nerede kullandın? Allah sana bu gözü niye verdi? Onu düşüneceksin. Niye ona vermedi de, o âmâ, sana verdi gözü? Belki o âmâ, kıyâmet günü;

“‒Yâ Rabbi! Fasıldı dünya, geldi-geçti.” diyecek. “Ben kötü şeylerde gözümü kullanma imkânım olmadı, kötülüklere giremedim ondan, bir nîmetmiş.” diyecek.

Fakat şimdi bize sorsalar: “‒Ver gözünü, al dünyayı!” deseler, kim değişir.

Fakat kalbin sanatı, gözü kullanmayı bilmek. Çünkü Fussilet Sûresiʼnde, hesaba çekileceksiniz buyruluyor. Gözler konuşacak buyruluyor. Dil hâline gelecek. Burada ağzımızda dil var, orada gözümüz de dil olacak.

Kulaklar konuşacak. Nelere muhâtap oldu kulağımız? Ne kadar hayra, ne kadar şerre?

Deriler konuşacak buyruluyor. (Bkz. Fussilet, 20)

Velhâsıl bütün imtihan malzemeleriyle doluyuz. Sıhhatimizi nerede kullandık?

Öyle bir infak istiyor ki Cenâb-ı Hak:

“…Sen onları sîmâlarından tanırsın…” (Bkz. el-Bakara, 273) buyuruyor.

Hayatta iki şeye çok dikkat etmemiz lâzım:

Kazandığımıza çok dikkat etmemiz lâzım. Şüpheli girmesin. Boğazımızdan geçene şüpheli bir şey karışmasın. Şüpheli girerse gaflet olur. Helâl girerse zindelik olur.

İkincisi; gönlümüzde muhabbetini taşıdığımız insanlara dikkat etmeliyiz. Onlar, Allâhʼa yakın mı uzak mı Cenâb-ı Hakʼtan? Biz de farkında olmadan aynı hâle geliriz.

Gazâlî Hazretleri; zihnî beraberlik zamanla kalbî beraberlik hâline gelir, helâk eder buyuruyor.

Velhâsıl amellerimizde iki büyük müessir:

Birincisi, boğazımızdan geçen lokma.

İkincisi de, muhabbetle beraberinde bulunduğumuz, muhabbet duyduğumuz insan.

Onun için dâimâ duâ edeceğiz:

“Yâ Rabbi! Bana haramdan korunmayı nasîb eyle! Yâ Rabbi! Sevmediğini bana sevdirme, sevdiğini bana sevdir!”

Bu, tekâmül ettikçe kalp, imtihanlar da artar. Şeytan dâimâ faaliyetini artırır. Zaten o nefsânî hayattaki, zaten beter durumda. Yani hırsız, eskici dükkânını soymaz, kuyumcu dükkânı soymaya kalkar.

Bugün de çok mühim, âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak, şeytanın mallara ve evlâtlara ortak olacağını bildiriyor. (Bkz. el-İsrâ, 64)

Demek ki kazançlar çok mühim, bilhassa zamanımızda. Evlâtları yetiştirmemiz çok mühim.

Velhâsıl Cenâb-ı Hak artırdığı zaman onu kullanmayı bileceğiz, azalttığı zaman da Cenâb-ı Hakkʼa “bunda hayır vardır” diyeceğiz.

Rabbimiz âyet-i kerîmede:

“Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise «Rabbim beni önemsemedi.» der.” (el-Fecr, 16) Nefs böyle konuşur.

Sâlebe diye bir zât vardı. Efendimizʼin arkasında namaz kılardı. Hemen namazdan sonra, farzdan sonra kalkıp giderdi. Efendimiz sordu:

“‒Sâlebe! Ne bu telâşın? (Dedi.) Niye hemen kalkıp gidiyorsun? (dedi.) Neyin var?” dedi.

“‒Yâ Rasûlâllah! Bir örtüm var (dedi), işte namaza geliyorum (dedi), gidiyorum (dedi), hanıma veriyorum, hanım da örtünüyor, kılıyor (dedi). Bir örtüyü ikimiz paylaşıyoruz (dedi). Duâ et yâ Rasûlâllah (dedi), Allah bana çok mal versin.” dedi.

“‒Sâlebe! (Dedi Efendimiz.) Şükredebileceğin az bir mal, şükredemeyeceğin çok maldan hayırlıdır.” buyurdu.

Yine Sâlebe geldi, ısrar etti:

“‒Yâ Rasûlâllah! Duâ et, bana Allah çok mal versin.” dedi.

“‒Sâlebe! (Dedi.) Benim hâlim sana misal değil mi?” dedi.

Efendimizʼde hiç varlık yoktu. Çok zaman evinde sıcak bir yemek pişmezdi. “Benim hâlim sana misal değil mi?” dedi. Fakat Sâlebe ısrar etti. Velhâsıl çok zengin oldu. Yavaş yavaş namazı terk etti. Namaz, namaz, sonra kazancının zekâtını vermemeye başladı vs.

Hattâ zekât memuru gidince zekât memurunu tersledi. -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bundan sonra gitmeyeceksin, almayacaksın zekâtını dedi.

Ölürken de…

Hazret-i Ebû Bekir Efendimiz zamanında Sâlebe geldi. Ebû Bekir Efendimiz:

“Allah Rasûlüʼnün almadığı zekâtı ben de almam.” dedi.

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- zamanında geldi, yine Ömer -radıyallâhu anh-:

“Hazret-i Peygamberʼin almadığı zekâtı ben de almam.” dedi.

Sâlebe ölürken dedi ki:

“Eyvah (dedi), bana (dedi) Allah Rasûlü demişti ki, «Sâlebe! Şükredebileceğin çok az bir mal, şükredemeyeceğin çok maldan hayırlıdır.»”

Velhâsıl burada da Cenâb-ı Hak:

“Onu imtihan edip rızkını daralttığımızda; «Rabbim beni önemsemedi.» der, (üzülür).” (el-Fecr, 16)

Nefsi konuşur. Hâlbuki burada bir kendisi için bir hayır olduğu telâkkîsi içinde olacak. Fakat nefs, insanoğlu malının az olmasından hoşlanmaz. Hâlbuki malının az olması, hesabının kısa olmasını kolaylaştırır. Fakat bunun yanında da müʼmin çalışacak, kazanacak. Çünkü 200 küsur yerde “infak” geçiyor. Onu Allah yolunda harcamayı bilecek.

Ondan sonra gelen âyet, yine bu, nefsânî arzuları bildiriyor Cenâb-ı Hak. Bu nefsânî arzulara bir gem vurmak…

Cenâb-ı Hak:

“Hayır (diyor), siz doğrusu, yetime ikram etmiyorsunuz!” (el-Fecr, 17) diyor.

Yetime bir çikolata vermek, ikram değil. Onu hayata kazandırmak, onun, Allâhʼın güzel bir kulu olmasının gayreti içinde bulunmak. Nasıl insan kendi evlâdına sahipse yetime de sahip olmak o şekilde. Aynı ihtimâmı gösterebilmek.

Cenâb-ı Hak, Efendimizʼi yetim olarak gönderiyor dünyaya. Babası, teşrif ettikten sonra vefât etmiyor, daha teşrif etmeden Efendimiz, babasını Cenâb-ı Hak alıyor.

“…Doğrusu siz, yetime ikram etmiyorsunuz!” (el-Fecr, 17)

Hep bunlar bizim için bir kendi kendimizi istintâk etme, kendi kendimizi bir hesaba çekme…

Ondan sonra devamında da:

“Yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.” (el-Fecr, 18)

Birbirinizi teşvik. Yoksulu yedireceksin ama bu da kâfî değil. Hem de bu hususta îkaz edeceksin. Teşebbüste bulunacak, yoksulu arayacaksın, bulacaksın. Onu tavsiye edeceksin. Hem gücün kadar onun ihtiyacını göreceksin, hem de teşvik edeceksin.

Ondan sonra:

“Helâl-haram demeden mîrâsı yiyorsunuz.” (el-Fecr, 19) Bir oburca yiyorsunuz buyuruyor.

“Malı da aşırı biçimde seviyorsunuz.” (el-Fecr, 20) buyuruyor.

Bu âyetlerde Cenâb-ı Hak işte bir müʼminin bir zaaf tarafını bildiriyor. Bu zaaf tarafını, bu nefsânî arzularını, dünyaya zaaf tarafını telâfî etmesi lâzım. Neyle telâfi edecek? Sûrenin sonunda gelecek…

Velhâsıl burada, bu âyetlerde telkin edilen kula; merhamet.

Benim merhametim var. Nereye kadar var? İşte anam-babam, evlâdım, filân.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bunu kabul etmiyor. Bu bütün hayvanlarda da var.

“Esas merhamet (buyuruyor Efendimiz), âm ve şâmil merhamet. Allâhʼın bütün mahlûkâtına, (yani insanın dışında da hayvânât, nebâtât, vs.) merhamet odur.” buyuruyor. “Âm ve şâmil olan merhamet.” (Hâkim, IV, 185/7310)

Cenâb-ı Hakkʼın “Rahman” sıfatının ne kadar bende tecellîsi var? Cenâb-ı Hak bütün mahlûkâtın rızkını veriyor…

Velhâsıl merhamet, müʼminin tabiat-i asliyesi olacak.

Merhamet ne demek? Sende olanı, onda olmayana senin ikram etmendir. Yani onun eksikliğini senin gönül huzuruyla tatmin etmendir.

Bugün tabi mâneviyat daha öteye geçti bu. Bugün mâneviyat yoksulluğu, onun çok daha ötesine geçti…