Oku ! Ama Neyi?

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

OKU! AMA NEYİ?

İlk âyet:

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (el-Alak, 1)

Yani oku buyuruyor. Neyi oku? Toprağı oku: O kara topraktan çıkan bin bir renk ve güzellikte nebâtâtı düşün. O kara topraktan, o renk, o şekil, o koku nasıl çıkıyor?..

Güneş’i ve Ay’ı oku: Hiç arıza yapıp bir servise gidiyor mu?

Mâzine bak, kendini oku: Bir zerreden, yok kadar bir şeyden nasıl dünyaya geldin? Senin bütün kaderin, kaşın, gözün, vs. senden gelecek teselsül, hep o bir zerrenin zerresinin içinde.

Yine Cenâb-ı Hak:

“Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten bir şüphe ediyorsanız şunu bilin ki; Biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alekadan, sonra mudgadan; belirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı (bir parçadan) bir et parçasından, (uzuvları zamanla oluşan ceninden) yarattık ki siz (kudretimizi) göresiniz…” (el-Hac, 5)

Yani Cenâb-ı Hak, mâzîne dön, Rabbinin ilâhî kudretini tanı, kendini de tanı…

Yine İnfitar Sûresi’nde:

“…Seni şekilsizlikten en güzel şekilde birleştiren Rabbine karşı seni aldatan nedir?” (el-İnfitâr, 6) buyuruyor.

Nasıl bu, ananın bir cisminde nasıl böyle şekilden şekillere girdin? Kim seni o şekilden şekillere soktu?

Cenâb-ı Hak son nefesimizi okumamızı istiyor. Nasıl olacak son nefesimiz? Bir daha dünyaya ait bir nefesimiz yok. Dünyaya elvedâ.

Ne buyuruyor Cenâb-ı Hak:

يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

“Ey îmân edenler! Allâh’ın azamet-i ilâhiyyesine göre (Allâh’ın yüceliğine göre, Allâh’ın azametine göre) takvâ sahibi olun…”

Yani bütün gücünü Allâh’ın kitap ve sünneti içinde tanzim et.

وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

“…Ancak Müslümanlar olarak da can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor.

Bir sefere mahsus, tekrarı yok. Dünyada bir imkânı kaybedersin, ikinci imkân için çalışırsın. Fakat Cenâb-ı Hak Fâtır Sûresi’nde:

“…Size düşünecek kadar bir zaman vermedik mi?..” (Fâtır, 37) buyuruyor.

Bu kadar ilâhî azamet tecellîleri hakkında niye kalbini uyuttun? Niye kalbin âmâ oldu?

Cenâb-ı Hak istikbâlimizi, kıyâmeti oku…

لَا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ

Cenâb-ı Hak:

“Kıyâmet gününe yemin ederim.” (el-Kıyâme, 1) buyuruyor. Çok azametli, korkulu bir gün.

Cenâb-ı Hak kendimizi okumamızı, kendimizi düzeltmemizi istiyor.

وَلَا اُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ

“Kendini kınayan (pişmanlık duyan) nefse yemin ederim ki (diriltilip hesaba çekileceksiniz).” (el-Kıyâme, 2) Cenâb-ı Hak buyuruyor.

Yani nefsânî arzularını buharlaştır buyruluyor.

Yine Cenâb-ı Hak:

اِقْرَاْ كِتَابَكَ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا buyuruyor.

(“Kitabını oku! Bugün hesap sorucu olarak sana kendi nefsin yeter.” [el-İsrâ, 14])

Doldurduğun hayat dosyasını oku. Kitabını oku! Bugün nefsin sana kâfîdir…

Devamlı düşüneceğiz: Ben bu dosyaya neler doldurdum şimdiye kadar? Kirâmen Kâtibîn neyin kâtipliğini yaptı?

Cenâb-ı Hak yine; “damlaya karşı deryayı oku” buyuruyor:

اِلَّا عَشِيَّةً اَوْ ضُحٰیهَا

(“…(Dünyada) sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar (kaldıklarını sanırlar).” [en-Nâziât, 46])

Sanki bir kıyâmetten bakınca ömür bir akşam karanlığı yahut bir sabah aydınlığı, seher vakti.

Velhâsıl fânîliği oku:

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ

(“Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak.” [er-Rahmân, 26])

Velhâsıl Cenâb-ı Hak:

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

(“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” [el-Alak, 1])

Bunu hayatın her safhasına teşmil etmemiz ve bunu okuyacak bir kalbin meydana gelmesi, bir yürek meydana gelmesi ve bu yüreğin inşâ edilmesi. Bu da:

فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

((Nefse) iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.” [eş-Şems, 8-9])

Velhâsıl ilâhî tâlimat: “Her şeyi oku, oku, oku! Ve kalbine okutmayı öğret. Kalbine okumayı tâlim et…”

Ârif Rivgerî Hazretleri, Hak dostu, -rahmetullâhi aleyh- buyuruyor ki:

“Allah Teâlâ’nın sanatını temâşâ ve tefekkür ile meşgul olmak, îman anahtarıdır. Allah Teâlâ’yı görmek istiyorsan, O’nun sanatını hikmet ve ibret nazarıyla müşâhede et.”

Neye baksan O’nu görürsün yani…

Velhâsıl ilâhî vitrinleri seyreden kalbin tefekkürü rûhânîleşir, incelir, zarifleşir. Cennet’e lâyık hâle gelir. Fakat şeytânî vitrinleri seyreden kalbin tefekkürü nefsânîleşir, hantallaşır, kalbinin önüne bir perde çeker.

İşte neleri tefekkür ettiğimiz, kıyâmet günü ortaya çıkacak. Cenâb-ı Hak; “gözler konuşacak” buyuruyor. (Bkz. Fussilet, 20) Neler gördü bu göz? Allah sana niye verdi bu gözü, sen nerede kullandın?

Kulak. “Kulaklar konuşacak.” (Bkz. Fussilet, 20) Neleri işitmeye gayret ettin?

“Deriler konuşacak.” (Bkz. Fussilet, 20) Nelerin gayreti içinde bulundun? Bu bedenini nerede kullandın?

Yeryüzü bir, Cenâb-ı Hak sana bir ibret, bir döşek…

Velhâsıl, bütün işte, kıyâmet ekranında önümüze gelecek, “اِقْرَاْ كِتَابَكَ”te göreceğimiz manzaraları Cenâb-ı Hak bildiriyor.

Velhâsıl iş, ölmeden evvel uyanabilmek. Ölünce zaten uyanacağız. Fakat iş işten geçmiş ve her şey de bitmiş olacak.

Velhâsıl ilk âyet öyle başlıyor. Cenâb-ı Hak semâya dikkatimizi çekiyor:

Güneş’e ve Ay’a ve birbiri (ardınca) devam eden günlere ve gecelere-gündüzlere ve bunlardan bir ibret manzarası çıkacağız. “Aman yâ Rabbi!” diyeceğiz. Ve bir güne bir tefekkürle başlayacağız.

Devamlı yiyoruz. Sabah yiyoruz, öğle yiyoruz, akşam yiyoruz. Bu rızkı kim veriyor, topraktan yarattığı mahlûkattan?..

Rabbimiz ne buyuruyor:

“Ben onlardan (insanlardan) rızık istemiyorum. Ben’i doyurmalarını da istemiyorum. Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan, ancak Allah’tır.” (ez-Zâriyât, 57-58)

Demek ki her rızkı alırken de yine ilâhî azameti düşüneceğiz.

Velhâsıl insan âcizdir. Dâimâ Rabbinin rahmetine muhtaçtır. Bu hâlin farkında olması da îcâb ediyor. Kul dâimâ bu acziyetin şeyi içinde olacak.

Yine Cenâb-ı Hak bizim Cennet’e girmemizi istiyor. Hep îkaz:

“Sizi sadece boş yere yarattığımızı, sizin hakikaten huzurumuza gel(ip hesap ver)meyeceğinizi mi sandınız?” (el-Mü’minûn, 115) buyuruyor, Mü’minûn Sûresi’nin sonunda.

Yine Cenâb-ı Hak… En mühim tahsil, kul olma tahsilidir. Eğer bizi kulluğa götürmeyen bir tahsil varsa, ondan Allah Rasûlü bile sakındı, o, çünkü o tahsil, gaflete götürür. اَلْعِلْمُ لَا يَنْفَعُ (faydasız ilim) buyurdu. “Menfaat vermeyen ilimden Sana sığınırım.” (Bkz. Müslim, Zikir, 73) İsterse bu ilim fıkıh ilmi olsun, eğer kalp yoksa…

“…Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?..” (ez-Zümer, 9) buyuruyor Cenâb-ı Hak. Bilenler kimler? Gönül âlemini inkişâf ettirenler.

سَاجِدًا وَقَائِمًا

(“…(Geceleyin) secde ederek ve kıyamda durarak…” [ez-Zümer, 9]) buyuruyor. Bir gece hayatı olanlar, bir seher hayatı olanlar.

يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ (“…Âhiretten korkan…” [ez-Zümer, 9]) buyuruyor. Bir fânîliğin içine girenler. Ne kadar ömrün var bilebiliyor musun? Dünyaya geliş şeyini sen mi tayin ettin? Yaşadığın vatan toprağını sen mi tayin ettin? Ananı-babanı sen mi tayin ettin?..

Velhâsıl bir, fânîliğin içinde yaşayabilmek. Her an bir hazırlıklı hâle gelebilmek.

Nereye sığınacaksın? Cenâb-ı Hak’tan başka bir sığınak, barınak var mı?

فَفِرُّوا اِلَى اللّٰهِ

(“O hâlde Allâhʼa koşun…” [ez-Zâriyât, 50]) buyuruyor Cenâb-ı Hak. Sığınacak, barınacak istinadgâh, tek; Cenâb-ı Hak.

Velhâsıl dâimâ kalp, havf ve recâ arasında; ümit ve korku içinde olacak. Hep son nefes endişesi. O zaman hayatımız rahat olur.

İki şeyi unutmayacağız: Cenâb-ı Hakk’ı unutmayacağız her an. Fânîliği unutmayacağız.

İki şeyi unutacağız: Yaptığımız ibadetler, hayır-hasenat, onları unutacağız ki, bir nefse bir palazlandırma hâli olmasın. Nefs dâimâ acziyetini tatsın. Yaptığımız hayır-hasenat, ibadetleri unutacağız. Daha ötesine gitmeye gayret edeceğiz.

İkincisi; Cenâb-ı Hak’tan af isteyeceğiz. Affede affede affedilmeye lâyık hâle geleceğiz. Kendimize yapılanları unutacağız.

Doğarken bir anne-babanın kucağında dünyaya geldik. Bir şey tanımıyorduk. Zaman içinde her şey oluştu. Fakat kabre ise, büyük bir vedâ hâli, yalnız olarak gideceğiz ve amellerimizle gömüleceğiz.

Cenâb-ı Hak îman istiyor. Îman kâfî değil.

“İnsanlar imtihandan geçirilmeden sadece «îmân ettik» demekleriyle bırakıverileceklerini mi zannediyorlar?” (el-Ankebût, 2) buyruluyor Ankebut Sûresi’nde, başında.

“Amel-i sâlih” istiyor Cenâb-ı Hak. Îmânın gerekçesi. Yine onun da gerekçesi, Cenâb-ı Hak “takvâ” istiyor. Kalp inkişâf edecek ki:

اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

(“…Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89])

O kalple Cenâb-ı Hak seni Cennet’e dâvet ediyor. Yani kalbimiz nasılsa, davete icâbetimiz, ona göre.

Yine Cenâb-ı Hak bize hep ölümü hatırlatıyor Kāf Sûresi’nde:

“Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: «Ey insan! Bu senin öteden beri kaçtığın şeydir.» denir. (İsrâfîl) Sûr’a üfürür. İşte bu geleceği vaad edilen gündür.” (Kāf, 19-20)

Hep kul, bu âyet-i kerîmelerin idrâki içinde olacak. Kur’ân-ı Kerîm Cenâb-ı Hakk’ın kullarına gönderdiği mektup.

Yine son nefesimizi Cenâb-ı Hak bildiriyor Münâfikûn Sûresi’nde:

“…Rabbim! Benim ölümümü yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip sâlihlerden olsam demeden evvel…” (el-Münâfikûn, 10) buyruluyor.

Demek ki, Efendimiz buyuruyor:

“Her kişi pişmanlıkla son nefesi verir. Sâlih kişi de öyle. Keşke daha öteye gitseydim…” (Bkz. Tirmizî, Zühd, 59)

Velhâsıl ondan sonra gelen âyet; rûhânî tefekkürle derinleşen gönüller, ilâhî kudret akışları karşısında acziyet ve hiçliklerinin bir idrâki içinde bulunurlar. Ve bu idrak, onları tevâzuya yönlendirir.

Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak:

“İbâdurrahmân, yeryüzünde mütevâzı olarak dolaşırlar. Câhiller de sataştığı zaman, onlara «selâmâ» derler (geçerler).” (el-Furkân, 63) Bir tebessüm ederler geçerler.

Tabi bu, fücurdan kurtulma, burada, bu âyetlerde bâzı husûsiyetlerden bahsediliyor. Tabi bu husûsiyetleri meydana getirecek de en başta “helâl gıdâ” lâzım.

Helâl gıdâ kalbi zindeleştirir. Şüpheli gıdâ kalbi hantallaştırır.

Hacca gelir, “lebbeyk” der, –Efendimiz buyuruyor- “lâ lebbeyk” denir. “Kabul değilsin” denir, “redsin” denir. (Bkz. Heysemî, III, 209-210)

Velhâsıl ibadetlerin temelinde de feyz ve rûhâniyetinde de, ahlâkî yapımızda da gıdâmız çok mühim. En mühim müessir, gıdâ olmuş oluyor.

İkincisi: Beraberinde bulunduğumuz insan.

Onun için Cenâb-ı Hak:

كُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ

(“…Sâdıklarla beraber olun.” [et-Tevbe, 119]) buyuruyor.

“…Ve zâlimler topluluğuyla oturma.” (el-En’âm, 68) buyruluyor.

Kul hakkı çok mühim. O da kıyâmete kalıyor (hayattayken helâlleşilmezse).

Hayvan hakkı, o da mühim, o da kıyâmete kalıyor. Kapımızdaki köpek-kediden bile, kedi bile bize zimmetli. Kullandığımız hayvan bize zimmetli. Emânet çünkü.

Cenâb-ı Hak bir mü’minin yüreğine bir diken batırılmasını istemiyor. Onun için “gıybet” bir dikendir. O da ağır bir kul hakkı.

Efendimiz, “helâlleşin” buyuruyor, “öbür tarafta olan rezillik çok daha ötededir” buyruluyor. (Bkz. İbn-i Esîr, el-Kâmil, II, 319)

“İnfak” istiyor Cenâb-ı Hak bizden -gelecek zâten âyet-i kerîmede-. “Kur’ân ile” -o da gelecek-. Bir de -oraya da geleceğiz zâten- bir evlilik hayatı nasıl olacak, toplum nasıl olacak?

Demek ki bir mü’min, “mütevâzı” olacak. Efendimiz, Mekke Fethi’ne girerken dahî -çok büyük zafer- devenin üzerinde secde hâlinde giriyordu:

“Esas hayat âhiret hayatıdır.” buyuruyordu. (Buhârî, Rikāk, 1)

Zafer anlarında hep:

“Esas hayat âhiret hayatı.”

Zor zamanlarda da:

“Esas hayat âhiret hayatı.”

Yani bir muvaffakıyette imtihan, bir müşkilâtta, birtakım zorluklarla imtihan. Velhâsıl insan, her an imtihanın içinde…