Mü’min Olmak Zordur

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

MÜ’MİN OLMAK ZORDUR

İbadetle geçen bir Ramazan’dan sonra, bir bayramdan sonra, tekrar yanlışlara, günahlara, gevşekliğe dûçâr olmak; doldurulan bir çuvalın ağzını bağlamadan terk etmeye benzer.

Cenâb-ı Hak bir misal veriyor burada, âyet-i kerîmede, Nahl Sûresi’nde. Burada; bir kadın vardı, Rayta bint-i Sa‘d isimli bir kadın vardı. Bu, gün boyu ip bükerdi, ondan sonra onu bozardı. Dolayısıyla bütün vaktini boşa harcardı. Cenâb-ı Hak bunu bildiriyor.

Bir insan, bir mü’min, nâdan insan olmayacak. Çalışmış, boşuna, olmayacak. İhtirâsının kurbanı olmayacak. İnşâ etmek zorunda. İnşâ etmek zordur, yıkmak kolaydır. Mü’min olmak zordur, mü’minlikten fire vermek çok kolaydır. İnşâsı seneler süren bir âbideyi bir dozer bir anda bozar, yıkar.

Onun için Cenâb-ı Hak ne buyuruyor; iki tane düşmanımız var. Biri içimizde, biri peşimizde. Biri nefsimiz, onun terbiye olması zarûrî.

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

(“Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. [eş-Şems, 9])

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰى

((Nefsini kötülüklerden) arındıran kurtuluşa ermiştir.” [el-A‘lâ, 14])

İkincisi; şeytan da bize bir musallat. Bilhassa bu zamanda mallara ve evlâtlara musallat durumda.

Demek ki bir mü’min, iki ateş arasında. İki ateş arasında huzurlu yaşayacak, huzurlu yaşamasını bilecek. Nasıl dünya iki ateş arasında, maddî olarak; Dünya’nın ortası mağma, bir ateş okyanusu, Güneş bir ateş okyanusu. İki ateş okyanusu içinde huzurlu bir hayat Cenâb-ı Hak veriyor. Kalbimiz de olacak. Nefsimizin ve şeytanın tasallutu içinde, Cenâb-ı Hak’la beraber, rûhânî bir hayat yaşanacak.

Ashâb-ı kirâmda fakir vardı, zengin vardı, hasta vardı, sağlam vardı. Hiçbir psikolojik buhran yoktu. Hiçbir psikolojik rahatsızlık, bir hastalık gözükmüyor hadîs-i şerîflerde. Namaz en büyük bir, psikiyatrik bir tedavi. Cenâb-ı Hak; “…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor. Ne kadar rûhâniyetle yaklaşırsan tedâvi oluyorsun.

Zekâtlar, sadakalar, oruçlar vs. o da senin merhametini, infâkını artırıyor. Böyle bir toplumda bir patlama olur mu?

Tabi bu, dünyevî bir apolet alırsınız, o hayat boyu devam eder. Doktorsun, mühendissin, mimarsın… Fakat îman öyle değil. Cenâb-ı Hak:

وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

“…Ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) Sakın başka türlü ölmeyin, buyuruyor.

“Siz Allâh’a yardım ederseniz (kulluğu yaşarsanız-yaşatırsanız, bir İslâm şahsiyeti ve İslâm karakterini tevzî ederseniz) Allah size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7) buyruluyor.

Ne zamana kadar? Son nefese kadar.

Cenâb-ı Hak son nefeste ayağı kayanları bildiriyor:

Kârun’u bildiriyor Kasas Sûresi’nde.

Bel’am bin Bâûrâ’yı bildiriyor; evliyâullah’tan bir zâttı. Bir an nefsine uydu, kahroldu gitti -Allah korusun-.

Son anda kurtulanları bildiriyor:

Firavun’un sihirbazlarını bildiriyor.

رَبَّنَا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِمِينَ

“Yâ Rabbi, (Firavun’un şerrine karşı) bize sabır ihsân eyle (sabır üzerimize dök), müslüman olarak canımızı al (bir tâviz vermeyelim).” (el-A‘râf, 126) dediler.

Misalleri çok Kur’ân-ı Kerîm’de.

En çok kulun endişe edeceği; -bilhassa ahlâkî kâide de- “enâniyet”tir. Kul hiçbir zaman “ben” demeyecek, yaptığına güvenmeyecek. Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine sığınacak. “Ben” yok; “Sen yâ Rabbi!” var. “Sen lûtfettin yâ Rabbi! Sen -elhamdülillâh- yâ Rabbi bize bir Ramazân-ı Şerîf’i sıhhatli geçirdin. (Geçirmeyebilirdi sıhhatli.) Teravihlere devam ettim, cemaatlere devam ettim. Sen yâ Rabbi lûtfettin! Bana bunun devamını nasîb eyle! Hayatımızı Ramazân-ı Şerîf hâlinde geçirmeyi yâ Rabbi ihsân eyle!..”

Kul dâimâ ilticâ hâlinde olacak. Şükür hâlinde olacak.

Şükür nedir? Şükür; kalbin sanatıdır.

Şükür nedir? Allâh’ın verdiği nîmeti; bu nîmeti Allah bana niye verdi? Onu o yolda…

Allah bana bu gözü niye verdi? Ben bu gözle neleri seyredeceğim, neleri göreceğim?

Bu kulağı niye verdi Allah bana? Bu dili niye verdi Allah bana?

Bu dil, bir et parçasında bir et dönüyor; bütün hissiyâtını aktarıyorsun. Niye verdi Allah sana bu dili?

Cenâb-ı Hak ne buyuruyor?

Gözler konuşacak buyuruyor Fussilet Sûresi’nde.

Kulaklar konuşacak buyuruyor.

Deriler konuşacak buyuruyor.

Cenâb-ı Hak her verdiği şey, bizim kıyâmet günü şâhidimiz olacak gerek müsbete gerek menfiye.

Mekânlar şâhidimiz olacak. Yani nasıl bir, demek ki bir mü’min, bir mayın tarlasında yürür gibi her adımına, her hâline dikkat edecek, kalbine dikkat edecek.

İbrahim -aleyhisselâm- ikinci büyük peygamber. Büyük ufuklar açıldı. Niye açıldı ufuklar? Canından vazgeçti, tevhîdi korumak için ateşe girmeye râzı oldu. Malını bezletti, cömertçe harcadı, “Halil İbrahim bereketi” oldu. Evlâdını Allah için kurban etmeye kadar götürdü, kurban etmeye götürdüğü evlâtla Cenâb-ı Hak onun neslinden Peygamber Efendimiz’i getirdi, İsmâil -aleyhisselâm-’ın. Hârun -aleyhisselâm-’ı getirdi.

Ufuklar açıldı, sonsuzlar kendisine olabildiği kadar âşinâ oldu. Ne diyor kıyâmette:

“وَلَا تُخْزِنِى يَوْمَ يُبْعَثُونَ” buyuruyor.

(Yâ Rabbi diyor,) kulları dirilteceğin gün beni mahcup etme!” (eş-Şuarâ, 87) diyor. Bu kadar kendisinin yaptığı kulluğu az görüyor onu, Cenâb-ı Hakk’ın lûtfu karşısında.

Velhâsıl kul dâimâ acziyet içinde olacak. “Aman yâ Rabbi!” diyecek. “Ben” olmayacak, “ben” yasak. “Ben” ile bir yere gidilmez.

Cenâb-ı Hak:

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ

(“Rabbini hamd ile tesbîh et ve Oʼndan mağfiret dile.” [en-Nasr, 3]) buyuruyor.

Büyük bir Mekke zaferi oldu. Bütün kavimler İslâm’a girmeye başladı fevç, fevç… Her taraf İslâm’la, müslümanlarla doldu. Fakat hiçbir enâniyet gelmemesi için Cenâb-ı Hak:

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ buyuruyor.

Demek ki kul daimâ, Cenâb-ı Hakk’a ibadetleriyle, tâatleriyle, her şeyiyle bir ilticâ hâlinde olacak. Kabulü Cenâb-ı Hakk’a ait. Böylece bir mü’min, bir hiçlik içinde yaşayacak.

Peki şimdi Ramazân-ı Şerîf’i ne kadar hayata yaygınlaştıracağız? Nasıl bir Ramazân-ı Şerîf yaşayacağız? Nasıl rûhumuzu Ramazân-ı Şerîf’e yaygınlaştıracağız? Ki bu ebedî bir bayrama ermek için bu zarûrî.

Ramazan’da ne oldu oruçlarımızda? Bir riyâzat hâlinde yaşandı. Oburluk olmadı, israf olmadı, ihtiras olmadı, öfkeden-kötülüklerden vazgeçildi. Demek ki bu şekilde Ramazan rûhâniyeti kazanıldı. Hak-hukuka dikkat edildi. Helâlleşmeler arttı.

Demek ki Ramazân-ı Şerîf’teki bu hâlin Ramazan’dan sonra devam etmesi, hayatın bir Ramazan hâline gelmesi…

Orucu tutarken gösterdiğimiz helâl gıdadan dahî sakınma oldu. Helâl gıda bile bir riyâzat hâlinde kullanıldı. Demek ki ne kadar ihtirastan kurtulacağız, helâle dikkat edeceğiz.

Ashâb-ı kirâm buyuruyorlar:

“Bize her âyet indiği zaman zannederdik ki gökten bir sofra indi. Allâh’ın nedir bu âyetteki murâdı derdik. Müzâkere ederdik âyet-i kerîmeyi.”

Eve gittiğimiz zaman hanımlarımız da sen bana bunu, (beylerine, babalarına, ev halkına şunu söylerdi)

“–Sen bugün bana şunu söyle; Ne kervan gitti, ne kervan geldi, ne ipekli kumaş geldi gitti değil, bugün hangi âyet indi? Allah Rasûlü’nün fem-i muhsininden, mübârek ağzından ne gibi kelâmlar çıktı? Sen bana onu söyle.” derlerdi.

Nasıl bir kıvam, nasıl bir toplum?..

Geçirirken efendilerini de:

“–Sakın bize yanlış bir gıdâ getirme. Biz dünyada her şeye katlanırız ama Cehennem azâbına katlanamayız.” derlerdi. (Bkz. Abdülhamîd Keşk, Fî Rihâbi’t-Tefsîr, I, 26)

Nasıl bir sâlih ve sâliha bir kul olabilmek… İşte bu şekilde bir Ramazân-ı Şerîf’i devam ettirebilmek…

Velhâsıl nasıl Ramazan’dayken oruçluyken yemeden-içmeden kendimizi men ettik, Ramazan’dan sonra da bütün haramlara, bütün günahlara karşı rûhen oruçlu olmak zaruretindeyiz. Haramlara oruçlu, kerahatlere oruçlu olmak. Ağzımıza giren lokmalara dikkat etmek. Çünkü o bizim rûhâniyetimize tesir eder.

Ağızdan çıkanlara da, çıkan her kelimeye de dikkat etmek. Söz vardır ihyâ eder, söz vardır berbâd eder.

Bilhassa dilimizi gıybet, yalan, dedikodu, mâlâyânî sözden korumalıyız.

Gıybet ettin değil mi? Allâh’ın affının dışında kalıyor bu. Kul hakkı var, Allâh’ın affının dışında kalıyor bu. Helâlleşeceksin dünyada.

Dünyada Rasûlullah Efendimiz helâlleş diyor, âhirette diyor rezil olmak beterdir diyor. (Bkz. İbn-i Esîr, el-Kâmil, II, 319)

Bir hadîs-i şerîf var çok mânidar, çok ibretli.

Rasûlullah Efendimiz, bir heyecan hâlinde. Sahâbe soruyor:

“–Niye yâ Rasûlâllah bu kadar -ertesi gün soruyor, o gün soramıyor- yâ Rasûlâllah diyor, nedir bu dünkü heyecanınız diyor. Nasıl hâlden hâle geçtiniz?” diyor.

Efendimiz buyuruyor ki:

“Bir şehid ölür diyor, şehid olur diyor, (açıyor iyice Efendimiz, meselâ diyor) diriltilir diyor, tekrar şehid olur diyor. Diriltilir diyor, tekrar şehid olur diyor. Fakat üzerinde bir kul hakkı varsa bekletilir diyor Cennet’e girmeden.” diyor. (Bkz. Nesâî, Büyû, 98/4681)

Onun için bu hakk-ı ibâd, kul hakkı, ona da çok dikkat etmemiz lâzım. Efendimiz vefât ederken, râvî diyor ki:

Efendimiz iki şeyi çok telkin ediyordu. Hattâ Efendimiz’in sesi kısıldı, duyamaz hâle geldi, telkin ediyordu. Ümmete son tâlimâtı:

“Namaz, namaz, namaz.” (Kendimizin namaza ehemmiyeti, cemaate ehemmiyeti, evlâtlarımıza o şekilde bir namazlı olarak yetiştirebilmek) Namaz, namaz, üç sefer tekrarladı diyor. Ondan sonra; “Emrinizin altındakilerin hukukuna dikkat edin.” (Bkz. Beyhakî, Şuab, VII, 477)

Bunun içinde; yetimler, dullar, (eytam, erâmil) ve bir de çalıştırdığımız insanların hak-hukuku.

Âmirsin bir yerde, müdürsün; azarlarsın gelen memurunu, orada gelir bir kul hakkı. Arabayla yolda giderken hepsini sollayıp geçersin, o kadar arabanın önüne geçersin; bir kul hakkı. Halıyı balkondan silkelersin, komşuya gider tozları; bir kul hakkı…

Bilhassa bu Ramazan’da nasıl buna dikkat ettik, bu Ramazan’dan sonra da bu hakk-ı ibâd/kul hakkına dikkat edebilmek. Bilhassa iş sahipleri için çok daha zor. Veyahut âmirler için çok daha zor. Bir kalp kırdın; bitti!.. Bir kul hakkı…

Cenâb-ı Hak:

قَوْلًا لَيِّنًا (Tâhâ, 44)

قَوْلًا مَيْسُورًا (el-İsrâ, 28) buyuruyor.

قَوْلًا كَرِيمًا (el-İsrâ, 23) buyuruyor.

Ramazan’da ne yaptık? Terâvihlere koştuk, câmilere koştuk. Daha çok bir huzur bulduk. Cenâb-ı Hak:

“…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor.

Cenâb-ı Hak, o kıldığımız namazın seviyesi gibi bizi fahşâ ve münkerden korudu Ramazan’da.

Bugün yine, Ramazan’dan sonra, cemaate koşabilmek. Terâvihler gibi teheccüdlere devam etmek. O havanın loş karanlığı içinde seher vakitlerinde Cenâb-ı Hak’la beraber olmak. Cenâb-ı Hak istiğfar kapılarını açıyor:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ

(“…Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrân, 17]) buyuruyor.

“Îmânınızı kelime-i tevhid ile yenileyin.” buyruluyor. (Ahmed, II, 359; Hâkim, IV, 285/7657)

Efendimiz’e salevât-ı şerîfe getirmek, Efendimiz’le yeni bir irtibat kurabilmek.

Ölümü düşünmek. Şu beden cihazının o fakülteleri, içimizdeki, Cenâb-ı Hak’la beraberliğe, onu Cenâb-ı Hakk’ı anmaya telkin etmek, rûhânîleştirmek.

Yine seherlerimizi bir îtinâ ile ki o seherlerden sonra gün doğacak, güne gireceğiz. Güne girdiğimiz zaman o seherler bize bir kale olacak şerre karşı. Yine o gün de yine geceye hazırlanacağız. Gece sanki bir ölümdür. Seher tekrar bir diriliştir. Tekrar bir rûhânî hayata devam edeceğiz.

Nasıl gece-gündüz birbiri ardınca devam ediyor, rûhânî hayatımız da birbirini takviye edecek, öyle devam edecek. O seherlerdeki uyanıklığımızı bütün seneye yaygınlaştırmak.

Nasıl sahurda, aç kalmayalım diye bir yemek iştihâsındayız, demek ki rûhânî ihtiyacımızı da doyurmamız zarûrî. Cenâb-ı Hak davet ediyor.

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ

(“…Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrân, 17]) buyuruyor.

Eğer tevbe etmek, affedilmek istiyorsan, uyan o zaman. Cenâb-ı Hak çalar saatler veriyor, horozu veriyor, horoz bir çalar saat. Tâ seher vakti ötmeye başlıyor. Birçok köpekler -af edersiniz- şey yapmaya, ayrı bir sesle ulumaya başlıyor ezanla beraber. Hattâ daha evvel başlıyorlar. Cenâb-ı Hak kaç tane çalar saat veriyor. Evinde bir çiçek varsa, bahçen varsa, o bahçeden o çiçekten seherde güzel kokular geliyor. Hep Cenâb-ı Hak kuluna yardım ediyor, Cennet’e lâyık hâle gelebilecek.

Kadir Gecesi’ni aradık. Aman dedik Kadir hangi gece dedik. Yirmisinden sonra yirmi bir mi, yirmi yedi mi filân dedik. Demek ki her gece bir Kadir Gecesi’ni arayabilmek, o Kadir Gecesi, herkes için ayrı bir Kadir Gecesi olabilir, ayrı bir tecellîler olabilir o seherde. O duygular düzelir. Duygular Cenâb-ı Hakk’ın rızâsıyla telif hâle gelebilir.

Her geceyi Kadir, her gördüğünü bir Hızır bil. Kimseyi de, ibâdullâh’ı istihkār, ibâdullâh’ı küçük görme yok.

Nuh -aleyhisselâm- bir gün bir yerden geçerken cerahatli, cerahat akan bir köpek gördü. Başını öbür tarafa çevirdi. Cenâb-ı Hak sordu:

“–Ey Nuh dedi. Sen Ben’i mi ayıpladın, o köpeği Ben yarattım.” buyurdu.

Bu çok mühim kardeşler!

وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍ

(“Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay hâline!” [el-Hümeze, 1]) Cenâb-ı Hak buyuruyor.

Yazıklar olsun ona, bir Allâh’ın kulunu küçük gören, taklit eden vs. kaş-göz işareti yapan, hepsine yazıklar olsun buyuruyor. Sen öyle olabilirdin. Başkalarının seni öyle istihkār etmesi hoşuna gider miydi?

Velhâsıl mü’min çok hâlinde titiz olacak.

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

“…Nerede olursanız Allah sizinle beraberdir…” (el-Hadîd, 4)

Kalp buna yerleşecek. Dilin yerleşecek, kalp okuyacak bunu. Hattâ duyguları okuyacak.

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

(“Biz ona şah damarından daha yakınız.” [Kāf, 16]) buyruluyor.

Cenâb-ı Hak şah damarından daha yakın. İçindeki duyguları bir sen biliyorsun, bir de Cenâb-ı Hak biliyor, kimse bilmiyor. O senin niyetine, duygularına göre Cenâb-ı Hak seni mükâfatlandıracak.

Onun için ne buyuruyor Cenâb-ı Hak:

“Ayaktayken, otururken, yanları üzerindeyken Allâh’ı zikrederler…” (Âl-i İmrân, 191)

Bu zikrin neticesinde ilâhî azamet, ilâhî kudret akışları, ilâhî azamet tecellîleri, ilâhî nakışları seyrederler.

“…Göklerin ve yerin yaratılışını derinden tefekkür ederler. Yâ Rabbi! Sen boşuna yaratmadın. (Bir mekteb-i âlem içindeyiz.) Bizi Cehennem azâbından koru yâ Rabbi!” (Âl-i İmrân, 191) derler. Cenâb-ı Hak böyle bir gönül istiyor. Bu gönül, Ramazan’da yapabildiğimiz kadar, seneye de taşırabilmek…