Hizmette Edeb ve Ölçüler – II “Benlik” Hizmet Yolunun Kanseridir

2002 – Ekim, Sayı: 200, Sayfa: 032

“Biz bu yol­da­ki me­sâ­fe­le­ri, sâ­de­ce ta­sav­vuf ki­tap­la­rı­nı oku­ya­rak de­ğil, oku­duk­la­rı­mı­zı im­kân nis­pe­tin­de tat­bik et­mek­le ve hal­ka hiz­met­le kat et­tik. Her­ke­si bir yol­dan gö­tü­rür­ler, bi­zi hiz­met yo­lun­dan gö­tür­dü­ler.”

Ubeydullâh Ahrar Hz.

Heçen ayki yazımızda da belirttiğimiz gibi Cenâb-ı Hak, yaptığımız amellerin sâlih olmasını arzu ettiği kadar onları ne derecede takvâ ölçülerine riâyet ederek yaptığımıza da nazar eyler. Yâni davranış ve ibâdetlerimizi usûl ve erkân açısından nasıl îfâ ettiğimizle birlikte onları nasıl bir kalbî keyfiyet ile icrâ ettiğimize de bakar. Bu itibarla madden fakir, fakat gönlü zengin bir kimse yarım hurma ile dahî cenneti kazanırken, maddî olarak zengin, fakat kalbi fakir, yâni hasta ve gâfil olan da, bütün servetini sarfetse bile yine de hüsrâna düşebilmektedir.

Bu demektir ki, yapılan ibâdetlerin Hak nazarında kabûlü, gönüldeki ihlâs ve aşkın coşkunluğuna bağlıdır. Zâhiren muazzam görünen nice amel-i sâlihler, cüce bir gönlün içinde yok kadar küçülürken, zahiren basit ve küçük sanılan amel-i sâlihler de, yüce bir gönlün iklîminde ecri yerlere ve göklere sığmayan ulvî bir kazanç ve ebedî bir kâra vesîle olmaktadır.

O hâlde en mühim husus; özdür, kalbin duyuşlarıdır. Yâni ibâdette gönlün riâyet ettiği edeb ve ölçülerdir ki, bu hakîkat, hizmette daha bir ehemmiyet kazanır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’e, ihlâs ve takvâ ile kurulan Kuba Mescidi’nde namaz kılması, ancak münâfıkların nifak ve fitne temelleri üzerine kurduğu Mescid-i Dırar’ı da yıkması emredilmiştir. Dıştan bakınca bunların her ikisi de mesciddir, ancak içten bakınca aralarında doğu ile batı, cennet ile cehennem kadar fark vardır.

İşte edeb ölçüleri ile îfâ edilen hizmetler ile bu ölçülere riayet edilmeden yapılan hizmetlerin durumu!..

Bu meyanda sayısız âdâb vardır. Bir kısmını geçen ayki yazımızda kaleme aldığımız bu edeb ve ölçülerin diğerleri de şöyledir:

7. Îtidâli Muhâfaza Etmek

Her işte olduğu gibi hizmette de îtidâle riâyet etmek, son derece mühimdir. Hizmet ehlinin, hizmet adına çoluk-çocuğunu, anne-babasını ve rızkını kazandığı işini bir kenara bırakıp ihmâl etmesi nasıl doğru değilse, bunları bahâne ederek hizmetten geri durması da aynı şekilde mahzurludur.

Allâh Teâlâ, ümmet-i Muhammedi îtidâl üzere bulunmakla tavsif etmiş ve:

“Böylece sizi orta (îtidâl üzere, ifrat ve tefritten uzak, âdil) bir ümmet kıldık…” (el-Bakara, 143) buyurmuştur.

Fahr-i Kâinât -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz de:

“İşlerin hayırlısı, (ifrat ve tefrite düşmeden) îtidâl üzere olandır.” (Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, V, 261) buyurmak sûretiyle, ümmetine her hususta bir davranış ölçüsü sunmuştur.

Yine bir hadîs-i şerîflerinde:

“Sizden biriniz, insanlara namaz kıldırdığı zaman, hafif tutsun. Çünkü onların arasında zayıf, hasta ve yaşlılar vardır. Herhangi biriniz, kendi başına namaz kıldığında ise dilediği kadar uzatsın.” (Buhârî, İlim, 28) buyurmuşlardır.

Bu âyet ve hadislerden de anlaşılacağı üzere, dünyevî ve uhrevî her işte dengeyi muhâfaza etmek, Allâh ve Rasûlü’nün koyduğu müstesnâ bir ölçüdür. Bu ölçüye riâyet edildiği takdirde gerek ferdî ve gerekse ictimâî huzûr, sükûn, âhenk ve intizâmın gerçekleşeceği muhakkaktır. Bu bakımdan hizmet ehli, bir denge insanı olmalıdır. Meselâ bir vâiz efendi, ezan ile birlikte vaazını kesmelidir. Yâni, yolcuların, hastaların, yaşlıların ve zamanı sınırlı olanların durumlarını dikkate almalıdır. Cemaatin hissiyâtını gözeterek onların ibâdet huzuruna vesîle olmalıdır. Çünkü hizmet insanı, gönlü ve aklı basîret nûruyla parıldayan, engin görüşlü ve firâsetli kimsedir. Muhabbetinde, buğzunda, iltifatında, tenkidinde, methinde ve zemminde ölçüyü kaçırmamalı, orta bir yol üzere bulunmalıdır. Lâubâliliğe varmayan bir samimiyet ve kibre düşmeyen bir vakar sâhibi olmalı, mütevâzî olmakla berâber, zillet çukuruna da düşmemelidir.

Îtidâli bozan en mühim âmillerden biri de öfkedir. Öfke bir acizliktir. Aklî dengenin kısmen zaafa uğramasıdır. İnsanın zayıflık ve liyâkatsizliğinin bir ifâdesidir, âdetâ nefse pirim vermektir. Bu itibarla hizmet ehli, öfkesini yutabilmelidir. Sonu pişmanlık olan en yanlış kararlar, umûmiyetle öfke anında verilen kararlardır. Bu gerçeğe binâen Allâh Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-:

“Hiç kimse öfkeliyken iki kişi arasında hüküm vermesin.” (Müslim, Akdıye, 16) buyurmuşlardır.

Toplum içindeki bir şahsı hoş olmayan bir şeyden men etmek lüzûmu hâsıl olduğunda, onun şahsiyetini rencide etmemek için kusûru, ortaya söylemeli veya kendine izâfe ederek ifâde etmelidir. Nitekim Peygamber Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- de, muhâtabının hatâsını yüzüne vurmayıp, ince bir sitemle:

“Bana ne oluyor ki sizi böyle görüyorum.” buyurarak bir gönül hassâsiyeti sergilerdi.

İşte böyle bir üstün ahlâk içerisinde yetişen âbide şahsiyetler, tarih boyunca halkın en aşağı tabakasından devlet başkanlarına kadar hemen herkese yön ver­mişlerdir. Bir misal olması bakımından Şeyh Edebali Hazretlerinin, Osmân Gâzî’ye ve onun şahsında bütün devlet adamlarına ve hattâ en alt kademeden en üst kademedeki her bir idareciye yaptığı şu tavsiyeleri, ne kadar derin ve mânâlıdır:

“Ey oğul! Beysin! Bundan sonra:

Öfke bize; uysallık sana…

Güceniklik bize; gönül almak sana…

Suçlamak bize; katlanmak sana…

Âcizlik, yanılgı bize; hoş görmek sana…

Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adâlet sana…

Kötü söz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana…”

Ey oğul!

Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana…

Tembellik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana…”

İşte bütün bunlar, hizmet ehlinin uyması gereken birer îtidâl ölçüsüdür.

8. Kur’ân-ı Kerîm Eğitim ve Öğretimiyle

İlgili Hizmetlere Birinci Derecede

Ehemmiyet Vermek

 İnsanlığa hidâyet rehberi olarak gönderilen Kur’ân-ı Kerîm’i, nefsimizden başlayarak Allâh’ın kullarına taşımak en mühim hizmetlerin başında gelir. Nitekim hadîs-i şerîfte:

“Sizin en hayırlınız, Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenen ve öğretendir.” (Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân, 21) buyurulmuştur. Bir insana yapılabilecek en büyük hizmet, onun ebedî istikbâlini kazanmasına yardımcı olmaktır. Bunun yolu da onu istikâmet üzere bir kulluğa yönlendirebilmektir ki bu da ancak Kur’ânî duygularla istikametlenmek ve ahlâklanmakla mümkün olur.

Kur’ân-ı Ke­rîm, reh­ber­li­ği kı­yâ­me­te ka­dar de­vâm ede­cek olan ilâ­hî bir ki­tap ol­du­ğun­dan, onun göl­ge­si al­tın­da­ki her mü­min de, ölü­mün ebe­diyet ka­pı­sı ara­la­nın­ca­ya ka­dar Kur’ân istikametinde olmalıdır. Bu istikamette Kur’ân’ın rehberliğine sâ­dık kal­malı ve bu yüce emânet ile insanlığın hidâyet ve huzuruna vesile olarak gelecek nesilleri onunla îmâr ve ihyâ etmeyi kendisine bir vazife bilmelidir. Bu vazîfenin ne kadar azametli olduğunu, asr-ı saâdette yaşanan şu hâdise açık bir şekilde sergilemektedir:

Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, bir taleb üzerine Ra’l, Zekvân, Usayye ve Benû Lihyân kabîlelerine ensâr-ı kirâmdan, kendilerine “kurrâ” adı verilen yetmiş kadar Kur’ân muallimi göndermişti. Bunlar, Bi’r-i Maûne denilen yere vardıklarında, bu kabîlelerin ahâlîsi hıyânette bulunarak onları şehid ettiler. Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’e bu haber ulaşınca tam bir ay o kâtillere bedduâda bulundu.

Kendisini Tâif’te taşlayanlara bile bedduâda bulunmayan rahmet ve şefkat peygamberinin Kur’ân muallimlerine yapılan bu hıyânet karşısında bedduâda bulunması, Kur’ân hizmetine mânî olanların ne büyük bir cürüm işlediklerinin bir ifâdesi olduğu gibi, Kur’ân hizmetkârlığını ihlâsla ifâ etmenin, Allâh Rasûlü’nün nazarında ne şerefli bir hizmet olduğunun da açık bir delilidir.

Hak ve hakîkat adına her fetret (karışıklık) devrinden kurtuluşun en mühim sâikı, Kur’ân-ı Kerîm hizmetindeki gayretler olmuştur. Zamanımız, böyle gayretlerin hayâtî bir ehemmiyet arz ettiği bir devirdir. Bu zamanda bütün ümmetin yeniden silkiniş ve öz benliğine dönüşünü temîn edebilecek olan asıl hizmet, Kur’ân-ı Kerîm’e yönelen ilgiye revaç verebilmektir.

İnsanların ekseriyetle maddeye râm oldukları zamânımızda, bilhassa Kur’ân-ı Kerîm hocalarının talebelerine daha çok ihtimam göstermeleri zarûrîdir. Talebenin gönlü, hocasının muhabbeti ile dolmalıdır. Ondan “Elif-bâ”ya başlamadan önce “Elif”in hakîkatini öğrenmelidir. Minicik yüreğine, Allâh ve Rasûlullâh sevgisinden pırıltılar aktarılarak feyz ile yoğrulmalıdır. İslâm’ın nezâket, zarâfet ve tüm güzellikleri mâsum kalblerde mâkes bulmalıdır.

Hülâsa Kur’ân-ı Kerîm hizmeti, büyük bir îtinâ ve hassâsiyet isteyen bir gönül işidir ve Allâh’ın kuluna bahşettiği yüce bir ikrâmıdır.

9. Kendini İlmen ve

Ahlâken Sürekli

Geliştirmek

Hizmet insanı, keyfiyetli bir hizmet sunabilmek için, kendi gelişimini de ihmâl etmemelidir. Sürekli bir tekâmül (olgunlaşma) gayreti, onun tabiî vasfı olmalıdır. Yeterli bilgi ve tecrübeye sâhip bulunmayan, ahlâkî ve mânevî gelişimini önemsemeyen, işinin ehli olmayan bir hizmet eri, lâyık-ı vechile ciddî bir hizmet ortaya koyamaz.

Diğer taraftan, hayatta tekâmül ve değişim, Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu ilâhî bir kânundur. Hayâtın bu akışına ayak uyduramayan her bir varlık, zamanla silinip yok olmaya mahkûmdur. Bu itibarla hizmet ehli de, bu ilâhî kânuna riâyetle kendini geliştirmeyi bir vazîfe bilmelidir. Zîrâ keyfiyetli nesil, keyfiyetli mürebbîlerin, yâni ilim ve ahlâk bakımından terbiye eden olgun şahsiyetlerin eseridir.

10. Kusurları Nefsinden

Muvaffakiyeti Allâh’tan Bilmek

Allâh için yapılan hizmetlere nefsâniyetin karıştırılmaması son derece mühimdir. Hizmet ehlinin en çok dikkat edeceği husus, muvaffakiyeti kendinden değil, Rabbinden bilmesidir. Cenâb-ı Hak müminlerin, Bedir Gazvesi’ndeki muzafferiyetinden bahsederken:

(Ey habîbîm!) Savaşta onları siz öldürmediniz, fakat onları Allâh öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allâh attı.” (el-Enfâl, 17) buyurmak sûretiyle, gerçek fâilin hakîkatte kendisi olduğunu bildirmiştir. Mümin, güç ve kudretin ancak Allâh’tan olduğuna inanarak, hizmetlerdeki başarısından dolayı nefsine bir pay çıkarmamalıdır. Hattâ Cenâb-ı Hak kendisini böyle bir hizmetin gerçekleşmesinde vesîle kıldığı için, O’na karşı şükrünü artırmalıdır.

Hizmet ehli bu edebe riâyet ederse benliğinden sıyrılır, Allâh’a karşı tevâzû ve mahviyeti artar. Hizmetlerde ayakların kaydığı en önemli nokta olan şımarıklık ve enâniyet illetinden kurtulur. Zîrâ âyet-i kerîmede:

“Şımarma! Bil ki, Allâh şımaranları sevmez.” (el-Kasas, 76) buyurulur.

“Benlik” ve “iddia”, hizmet yolunun kanseridir. Bu hastalığın tedâvîsi son derece zordur. Tekkelerde umûmiyetle üzerinde “Hiç” yazan bir levha bulunur ki bu, insana, enâniyetten vazgeçip acziyetini idrâk etmeyi telkîn eder. Bütün mesele bu acziyeti idrâk edip, kulluğun farkında olmaktır.

Hizmette bulunan kimse, hizmetteki aksaklıklardan dolayı başkalarını suçlamamalı, ayıp ve kusuru öncelikle kendinde aramalıdır. Müsâmahayı gayriye, muâhezeyi (sorgulamayı) nefsine yöneltebilmelidir.

11. Hizmette Örnek Olmaya Çalışmak

Hizmette bulunan kimseler, işleri sâdece başkalarına yaptırmak şeklindeki bir üslûbdan ziyâde, tesâhüb (sâhiplenme) duygusuyla hizmete bizzat omuz vermelidirler. İşin bir ucundan tutmadan, sırf oturdukları yerden etrâfa emirler yağdırarak hizmet yaptığını zannedenler, meselenin özünü kavrayamamış kimselerdir.

Hizmetin başındaki kimse, emri altındakilerden daha fazla gayretli ve aktif bir şekilde hizmete sarılmalıdır ki örnek olabilsin. Böyle bir davranış, kardeşlerinin heyecânını artıracak ve onların hizmeti şevkle îfâ edebilmelerini sağlayacaktır. Allâh Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in hayatında bunun bir çok misâlini görmek mümkündür. Nitekim Kuba Mescidi ve Mescid-i Nebevî inşâsında, ashâbının arasında bizzat taş taşıması, Hendek Gazvesi’nde onlarla birlikte çalışması ve hattâ zaman zaman ashâbına hizmet etmesi, bunlardan sâdece birkaç örnektir.

Fahr-i Kâinât -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’in:

“Bir kavmin efendisi, onlara hizmet edendir.” (Deylemî, Müsned, II, 324) ifâdesi, hizmetin başında bulunan kimselerin hizmet bekleyen değil, hizmet veren bir rûh kıvâmına sâhip olması gerektiğini ortaya koymaktadır.

12. Hizmet Heyecânını

Yitirmemek ve Sebatkâr Olmak

İnsanı hizmetlere koşturan ve onun zevkle îfâ edilmesini sağlayan, gönüllerdeki aşk, şevk ve heyecandır. İçinde böyle bir heyecan taşımayan kimse, hizmetlerden mânen zevk alamayacaktır.

Uzun süre hizmette bulunan bâzı şahıslarda zamanla hizmete karşı bir doygunluk duygusu oluşur ki bu durum, hizmet ehli adına bir tehlike başlangıcıdır. “Artık yeter” duygusu, kişiyi dünyaya çeken bir nefs fısıltısıdır. Ebû İmrân -radıyallâhu anh-’tan nakledilen şu rivâyet, hizmet heyecânının ömür boyu kaybedilmemesinin lüzûm ve ehemmiyetini ortaya koymaktadır:

Emevîler devrinde Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’nin de katıldığı bir İstanbul kuşatmasında Ensar’dan bir zât, atını Bizanslıların içine kadar sürmüş ve onların ortasında kalmıştı. Onu gören müminler; “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız.” âyet-i kerîmesinden hareketle ve hayretler içinde:

“–Lâilâhe illallâh! Şuna bakın! Kendini göz göre göre tehlikeye atıyor!” dediler.

Bunun üzerine Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri şöyle dedi:

“–Ey müminler! (Yanlış anlaşılmasın!) O âyet-i kerîme biz Ensar topluluğu hakkında nâzil oldu. Allâh, Peygamberine yardım edip dînini gâlip kıldığında biz, «Artık mallarımızın başında durup onların ıslâhı ile meşgul olalım.» demiştik. Bunun üzerine Allâh Teâlâ, Rasûlü’ne:

“Allâh yolunda infak ediniz ve kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız.” (el-Bakara, 195) âyetini vahyetti. Bu âyet-i kerîmedeki «kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmak»tan maksad, bağ ve bahçeyle uğraşmaya dalıp Hak yolunda gayret ve hizmeti terk ve ihmâl etmektir.”

Bu ilâhî îkâza bütün samîmiyetiyle kulak verip ittibâ eden Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri, Allâh yolunda hizmetten hiçbir zaman geri kalmamış ve nihâyet katıldığı bu sefer esnâsında şehîd olarak, surların yakınına defnedilmiştir. (Bkz. Ebû Dâvûd, Cihâd, 23; Tirmizî, Tefsîr, 2)

Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’nin altı ay kadar Fahr-i Kâinât Efendimiz’i evinde misâfir etme şerefine erişmiş ve Rasûlullâh’la berâber nice gazvelerde bulunmuş olmasına rağmen seksen küsur yaşlarında hâlâ hizmete azmetmesi, îmân heyecânının ömür boyu dipdiri kalmasına ne güzel bir örnektir.

Mümini, yegâne kudret sâhibi olan Allâh’a bağlayan îmân, aynı zamanda bir heyecandır. Bu heyecana sâhip olan bir müminin gözü hiçbir şeyden korkmamalı, azmi kırılmamalı ve ümitsizliğe düşmemelidir. Nitekim Allâh Teâlâ, îmân edenlerin hiçbir zaman gevşekliğe düşmemelerini şöyle emir buyurmuştur:

(Ey müminler!) Sakın gevşemeyin. (Uhuddaki yenilginizden dolayı) üzülmeyin; eğer gerçekten müminler iseniz muhakkak en üstün sizlersiniz.” (Âl-i İmrân, 139)

Sıkıntılar karşısında tıkanıp bedbinliğe düşmek, yılgınlık gösterip kenara çekilmek, bir âcizliktir. Âcizlik ise bir müslümana yakışmaz. Hizmette bulunan kimseler, Allâh Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in şu niyâzını dillerinden ve gönüllerinden düşürmemelidirler:

“Ey Rabbim! Âcizlikten, tenbellikten, korkaklıktan, eli kolu dökülür derecede tâkatsizlikten sana sığınırım…” (Buhârî, Deavât, 38)

Hizmette muvaffakiyetin en esaslı anahtarı sabır ve sebattır. Allâh Teâlâ âyet-i kerîmede şöyle buyurmuştur:

“Ey îmân edenler! Sabredin, sebat gösterin, hazırlıklı ve uyanık olun. Allâh’tan korkun ki başarıya erişesiniz.” (Âl-i İmrân, 200)

Hizmet ehlinin, türlü zahmet ve meşakkatlerle karşı karşıya kalması gâyet tabiîdir. İşte bu zorluklar karşısında sebat gösterip sabırla yola devâm edilirse, ilâhî yardıma mazhar olunacak ve Allâh’ın izniyle başarıya ulaşılacaktır.

Hülâsa, yapılan hizmetlerin Allâh katında makbûl olması, onun ciddî bir edeb ve hassâsiyetle îfâ edilmesine bağlıdır. Gelişigüzel yapılan gayretlerin umulan netîceyi hâsıl etmesi çoğu zaman mümkün olmadığı gibi bâzen arzu edilmeyen netîceler verebileceği de bir gerçektir. Bu bakımdan hizmet ehli, hizmet sahasının gerektirdiği bilgi ve beceriye sâhip olmalıdır. Bu liyâkat kazanılmazsa, isâbetli hizmet yapılamayacağı gibi, aksine zararlı bile olunabilir. Güzel ve sağlam bir şekilde yapılan hizmetler, hiçbir zaman zâyî olmaz. Nitekim Hak Teâlâ:

“…Biz, yaptığını en güzel şekilde yapanın amelini aslâ zâyi etmeyiz.” (el-Kehf, 30) buyurmuştur.

Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz de:

“Allâh Teâlâ, yaptığı işi en güzel ve sağlam bir şekilde yapan kimseyi sever.” (Deylemî, Müsned, I, 157) buyurmuştur.

Bu beyânlardan da anlaşılacağı üzere hizmet ehli, ilâhî muhabbete nâil olabilmek için, hizmeti en güzel nasıl îfâ edilebileceğini öğrenmekle mükelleftir. Zîrâ, Allâh’ın mahlûkâtına müsâmaha, şefkat ve merhametle hizmet edebilmek, kuvvetli bir sabır ve tahammül isteyen bir gönül işidir. Kâmil bir hizmet insanı, merhamet, şefkat, fedâkârlık, ferâgat ve diğergamlık gibi ahlâkî me­ziyetlerle donanmış, kin ve nefretten uzak bir kimsedir.

Yine hizmet insanı, hangi zümrenin içinde yaşarsa yaşasın her hâlükârda îmân, heyecân ve varlığını koruyabilen; kalbini mal-mülk, mevkî ve menfaat endişelerinden uzak tutabilen ve hizmet bekleyenlerin, bilhassa muzdarip ve yalnızların sessiz feryatlarına kulak ve gönül veren kimsedir.

Rabbimiz, bu hasletlerden gereği gibi hisse alabilmeyi cümlemize nasîb eylesin. Hizmet götürme imkânımız olup da gidemediğimiz her yerin mesûliyetini gönlümüzde hissettirerek firâset, azim ve gayret dolu bir hizmet ömrü ihsân eylesin. Gönüllerimize hizmet heyecan ve canlanışını lutfedip rızâsına muvâfık bir şekilde gayret edebilmeyi hepimize nasîb eylesin!

Âmîn!..