NÜBÜVVETİN ALTINCI SENESİ / Kureyş’in Necâşî’den Muhâcirleri Geri İstemesi

HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFÂ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 1 [Mekke Devri] | İÇİNDEKİLER


Birinci Habeşistan hicretine pek aldırmayan Kureyş müşrikleri, orada Muhâcirlere gösterilen güzel muâmeleden haberdâr olunca telâşa kapıldılar. İslâm’ın etrâfa yayılması hâlinde bu işin önünün alınamayaca­ğını düşünüyorlardı. Habeş hükümdârından müslümanları geri istemek husûsunda bir ka­rara varıp, derhâl Abdullâh bin Rabîa ile Amr bin Âs’ı, Necâşî’ye ve kumandanlarına verilmek üzere çeşitli hediyelerle gönderdiler.

Ebû Tâlib, Kureyşlilerin Necâşî’ye elçi ve hediyeler gönderdiğinden haberdâr olunca, Muhâcirleri müşriklerin desîselerinden korumaya teşvik için Necâşî’ye hitâben, onu medheden bir kasîde yazıp gönderdi. (İbn-i Hişâm, I, 356)

Amr ve arkadaşı, Necâşî ile görüşmeden önce, kumandanlarına çeşitli hediyeler vererek onları kendi taraflarına çekmeye muvaffak oldular. Müşrik heyet daha sonra Necâşî’ye hediyelerini takdîm ettiler ve şöyle dediler:

“−Ey hükümdar! Bizden birtakım aklı ermez gençler, senin ülkene gelip sığındılar. Onlar atalarının dînini terk ettikleri gibi senin dînine de girmediler. Onlar yeni bir dîn îcâd ettiler. Akrabâları onları geri çevirmeniz için bizi sana gönderdiler. Çünkü kavmi, bunları herkesten daha iyi bilirler, kabahatlerini başkalarından daha iyi anlarlar.”

Onlar, Necâşî’nin, Câfer ve arkadaşlarını dinleyip tesirinde kalmasından korkuyorlardı. Bu yüzden de Necâşî’nin, Muhâcirleri muhâkeme etmeksizin kendilerine teslîm etmesini istiyorlardı.

Necâşî’nin kumandanları da:

“−Efendim! Bu adamlar doğru söylüyorlar. Kavimleri onları daha iyi bilirler. Sen onları bu adamlara teslîm et de memleketlerine götürsünler!” dediler.

Necâşî kızdı ve:

“−Asla! Ben onları dinlemeden hemen teslîm edecek değilim! Beni başkalarına tercîh ederek memleketime sığınmış olan bir cemaate kötülük edemem.” dedi ve haber salıp Muhâcirleri yanına çağırttı.

Necâşî, kendi din adamlarını da çağırdı. Onlar, Necâşî’nin çevresinde kitaplarını açmış bir vaziyette oturdular.

Muhâcirler geldiğinde Necâşî her iki tarafı, huzûrunda yüzleştirdi. Târihî bir heyecan yaşandı. Müslümanların sözcüsü Hazret-i Câfer -radıyallâhu anh- idi.

Necâşî, Muhâcirlerin başkanı Câfer-i Tayyâr’a döndü:

“–Kureyşliler elçi göndermiş, sizin Mekke’ye dönmenizi istiyorlar.” Dedi.

Câfer, hükümdâra:

“–Ey hükümdâr! Sorunuz bunlara; biz köle miyiz ki, bizleri geri istiyorlar?” dedi. Necâşî, Amr bin Âs’a baktı. O da cevapladı:

“–Hayır, hepsi de hürdür!”

Mükâleme şöyle devâm etti:

“–Sorunuz bunlara! Biz borçlu muyuz ki, bizleri istiyorlar?”

“–Hayır, hiçbirinin kimseye borcu yok!”

“–Sorunuz bunlara! Biz kâtil miyiz ki, kısas için çağırıyorlar?”

“–Hayır, böyle bir isteğimiz de yok!”

“–O hâlde bizleri ne diye geri istiyorlar?”

O zaman Amr, şöyle dedi:

“–Bunlar, dedelerimizin dîninden ayrıldılar. İlâhlarımıza hakâret ediyorlar. Gençlerimizin îtikadlarını bozdular. Halkımızın arasına tefrika soktular. Bütün Mekke ahâlîsi ikiye bölündü.”

Bunun üzerine Necâşî:

“−Siz ne benim dînime ne de kendi kavminizin dînine girmediğinize göre, sizin kabûl ettiğiniz bu dîn, nasıl bir dîndir? diye sordu.

Câfer-i Tayyâr söze başladı:

“–Ey hükümdar! Biz câhil bir kavim idik. Taştan, ağaçtan yapılmış putlara ilâh diye ta­pardık. Ölü hayvanların etlerini yer, kız çocuklarını diri diri gömerdik. Kumar oynar, fâ­izcilik (tefecilik) yapardık. Zinâyı ve bir kadının birkaç erkekle münâsebetteki iffetsizliğini hoş görürdük. Akrabâmıza karşı vazîfelerimizi bilmezdik. Komşularımızın haklarını tanı­mazdık. Güçlüler zayıfları ezer; zenginler fakirlerin sırtından kazanırdı. Aramızda, hak nedir, bilinmezdi.

Allâh Teâlâ bizlere merhamet etti ve bizim ıslâhımızı diledi de, içimizden bir Peygamber gön­derdi. O Peygamber, asil bir soydan ve temiz bir kabîledendir. Kendisini «el-Emîn» diye isim­lendirmiştik. O bizi Allâh’ın birliğine çağırdı. O’na ibâdet etmeyi öğretti. Dedelerimizin putla­rından kurtardı. Bütün ahlâksızlıklardan uzaklaştırdı. Kan dökmeyi, kumar oynamayı, iç­kiyi, fâizi, yalancılığı, yetimlerin mallarına dokunmayı yasakladı. Bize hep iyilikleri tâ­lim buyurdu. Doğruluğu, sözünde durmayı, komşu ve akrabâya iyi muâmele etmeyi, kadınların şerefini, kız çocuklarının hayâtını kurtarmayı emretti. Bizi vahşetten kurtardı. Medeniyete kavuşturdu. İyi bir insan olmamızı sağladı. Biz de kendisine inandık. O’nun yo­lunda yürüyoruz. Bu sebeple Kureyşlilerin düşmanlığını kazandık. Çeşitli işkencelere uğradık. Fakat işkenceler dayanılmaz hâle gelince, dînimizden de dönmek istemediğimiz için Peygamberimiz’den izin alarak hükümdarlar arasından sizi tercih ettik ve ülkenize geldik. Yurdunuzda zulme uğramayacağımızı umarak himâyenize sığındık!..”

Câfer -radıyallâhu anh-’ın söylediklerini sükûnetle dinleyen Necâşî:

“Allâh tarafından Peygamberinize gönderilen vahiyden ezberinde bir şey var mı?” diye sordu.

Câfer -radıyallâhu anh-:

“−Evet.” dedi ve Meryem Sûresi’nin ilk âyetlerinden, Yahyâ ve Îsâ -aleyhimesselâm-’ın doğumları ile alâkalı âyetleri tilâvet edince Necâşî ve adamları müteessir olup ağladılar.

Necâşî:

“–Allâh’a yemin ederim ki, bu sözler, Hazret-i Mûsâ’ya ve Hazret-i Îsâ’ya inen va­hiylerin kaynağındandır.” dedi ve Kureyş elçilerine dönüp:

“–Ben bu Muhâcirleri size teslîm edemem!” diyerek tekliflerini red­detti.

Elçiler Necâşî’nin yanından ayrıldıkları zaman, Amr:

“−Allâh’a yemin ederim ki Necâşî’ye, bunların Îsâ bin Meryem’in bir kul olduğuna inandıklarını haber vereceğim ve onların köklerini kazıtacağım!” dedi.

Ertesi gün, Necâşî’nin huzûruna çıkıp:

“−Ey hükümdâr! Onlar Îsâ bin Meryem hakkında çok ağır bir söz söylüyorlar! İstersen yanına çağır da, O’nun hakkında neler söylediklerini sor.” dedi.

Necâşî, müslümanları tekrar yanına çağırdı ve onlara:

“−Meryem oğlu Îsâ hakkında ne düşünüyorsunuz, söyleyin bakalım.” dedi.

Câfer-i Tayyâr Hazretleri:

“−Biz O’nu, Peygamberimiz’in öğrettiği gibi biliyoruz. Allâh Rasûlü O’nun hakkında şöyle buyuruyorlar:

«Îsâ, Allâh’ın kulu, Rasûlü, Rûh’u ve her şeyi bırakarak kendini Allâh’a adamış olan Meryem’e ilkâ ettiği Kelimesi’dir.»” deyince, Necâşî yerden bir çöp alarak:

“−Allâh’a yemin ederim ki, Îsâ bin Meryem de senin söylediğinden başka bir şey değildir! Sizin söylediğinizle Hazret-i Îsâ’nın hakîkati arasında, şu (çöp) kadar dahî bir fark yoktur!” dedi.

Necâşî bunu söyleyince, çevresindeki kumandanlar homurdanmaya başladılar. Necâşî onlara:

“−Vallâhi siz homurdansanız da hakîkat budur!” dedi.

Muhâcirlere de:

“−Gidiniz! Sizler benim ülkemde tamâmen emniyet içindesiniz! Size dil uzatan kimse cezâlandırılacaktır. Dağ kadar altın verseler bile ben sizden birine eziyet etmek istemem. Getirdikleri hediyeleri de şu iki adama geri verin! Benim onlara ihtiyâcım yok! Eğer Hazret-i Peygamber’in yanında olsaydım, O’nun ayaklarına su döker, kendisine hizmet ederdim!..” dedi. (İbn-i Hişâm, I, 356-361; Ahmed, I, 202-203, V, 290-291; Heysemî, VI, 25-27)

Diğer bir rivâyette bildirildiğine göre Necâşî şunları da söylemiştir:

“Ben şehâdet ederim ki, Muhammed Allâh’ın Rasûlü’dür. O, Hazret-i Îsâ’nın müjdelediği zâttır. Eğer ben, şu saltanatın başında olmasaydım ve insanların işlerini yüklenmiş bulunmasaydım O’nun ayakkabılarını taşımak üzere yanına giderdim.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 55-57/3205)

***

Hazret-i Câfer -radıyallâhu anh-, Necâşî’ye verdiği cevaplarla İslâm teblîğcilerine, nerede nasıl konuşmaları îcâb ettiği husûsunda güzel bir misâl teşkil eder ki her zaman için bu usûle riâyet etmek lâzımdır:

Kendisinden Kur’ân-ı Kerîm okuması istendiğinde herhangi bir yeri değil de, muktezâ-yı hâle en münâsip âyetleri, yâni Meryem Sûresi’nin Hazret-i Îsâ ile alâkalı kısmını tilâvet ederek cevap vermesi takdîre şâyandır. Aynı şekilde müşriklerin Muhâcirleri geri almak için öne sürdüğü bahânelere aklî ve mantıkî cevaplar vererek kendilerine gelen dînin hak, hukuk ve güzel ahlâkı emrettiğini söylemesi de câlib-i dikkattir.

Peygamber Efendimiz’in Muhâcir kâfilesine reis olarak Câfer -radıyallâhu anh-’ı seçmesinde de büyük hikmetler vardır. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu davranışıyla, idâreci olarak tâyin edilecek kimselerin, bulunacakları yere ve kâbiliyetlerine göre vazîfelendirilmesi îcâb ettiğini tâlim buyurmuş olmaktadır.

İkinci Habeşistan hicretine iştirâk eden Muhâcirlerin bir kısmı, Peygamber Efendimiz’in Medîne’ye hicretinden sonra, bir kısmı da Hudeybiye Müsâlahası esnâsında dönmüşlerdir.

Hazret-i Câfer -radıyallâhu anh-’ın riyâsetindeki son kâfile ise, Hayber Fethi’nde Medîne’ye gelmişler ve Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i sevindirmişlerdir.


HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFÂ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- 1 [Mekke Devri] | İÇİNDEKİLER