Bütün Varlıkta İlâhî Azamet Mührü Var

Bir Soru Bir Cevap

Yıl: 2013 Ay: Haziran Sayı: 81

Efendim! Yeryüzünde tabiî kaynaklar tükeniyor, birçok bitki ve hayvan türleri kritik seviyede azalıyor ya da yok oluyor. İslâm’a göre insan bu mahlûkâtı hoyratça kullanmasından dolayı mes’ûl müdür? Bu hususta İslâmî açıdan temel davranış prensipleri nelerdir?

Cenâb-ı Hak bütün mahlûkâtı insanoğluna âmâde kılmış, yani hizmetine vermiştir. Bu nîmetlere hürmet ise, onları lûtfedene tâzimdendir. Gerçek ve kâmil bir mü’min için kâinattaki bütün varlıklar, onları yoktan var eden Mutlak Sanatkâr’ın idrâk ötesi mükemmellikteki ilim, kudret ve sanatının bir eseridir. Dolayısıyla da, yaratılmış olan bütün varlıklar ilâhî azametin mührünü taşımaktadır. Bu sebeple kâmil mü’minler, varlıklarda sergilenen hikmetlerin tefekküründe derinleşerek bütün âlemleri ilâhî muhabbet hisleriyle seyreder, duydukları hayranlıkla mest olurlar.

Nitekim Yunus Emre Hazretleri; “Yaratılanı severiz, Yaratan’dan ötürü…” derken ve sarı çiçekle içli ve derin bir hasbihâle dalarken, varlıklardaki ilâhî kudret mührünü seyretmenin ulvî hayranlığıyla mest olmuş bir hâldeydi…

Hüdâyî Hazretleri, hangi çiçeği koparmak için elini uzatsa, o canlıların kendi dillerince Hakk’ı tesbîh ettiklerini işitip hiçbirini koparmaya kıyamamıştı…

Zira Hakk’ı seven, O’nun mahlûkâtını da sever. Hakk’a dost olan, O’nun yarattıklarıyla da dost olur. Bütün mahlûkâta Hâlık’ın şefkat ve merhamet nazarıyla bakabilmek ise, kâmil mü’minlerin gönül ufkudur.

Bu sebeple hiçbir müslüman, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine âmâde kıldığı mahlûkâta zulmetmemeli, bu ilâhî nîmetleri hoyratça tüketmemeli, güç gösterisi, lüks ve israftan kaçınmalı, bu dünyada faydalandığı bütün nîmetlerin bir gün hesabını vereceğini hatırından çıkarmamalıdır.

Müfessir İsmail Hakkı Bursevî’nin şu ifâdeleri, ne kadar mânidardır:

“Bir kemik parçası olan kulağa işittiren, yağdan oluşan göz yuvarlağına gördüren, bir et parçası olan dili konuşturan; bitkileri meyve ve dâneleri ile, hayvanları etleri ve yağlarıyla, yeryüzünü ağaçları ve nehirleriyle, gökyüzünü yıldızlarıyla ve onların ışıklarıyla donatan; geceyi insanların dinlenmesine tahsis eden; gündüzleri sayısız nîmetlerinden dilediği kadarını lûtfeden Allâh’ın şânı ne yücedir!

Sen O’na lâyıkıyla kulluk edemediğin hâlde, O sanki senden başka bir kulu yokmuş gibi, seni terbiye edip beslemektedir. Sen ise kullukta sanki O’ndan başka bir (sığınak, barınak ve dayanağın) daha varmış gibi davranmaktasın. (Bu ne dehşetli bir gaflettir!)” (Bkz. Rûhu’l-Beyan Kur’ân Meâli ve Tefsiri, c. 1, s. 89-90, Erkam Yayınları)

Muhyiddîn ibn-i Arabî Hazretleri de şöyle buyurur:

“Allâh’ın kullarına, şefkat ve merhametle muâmele et. Merhamet ve şefkatini bütün canlılara ve mahlûkâta bolca yay ve sakın ola ki; «Bu ottur, cansızdır, faydası yoktur.» deme! Bilâkis, senin idrâkinin ötesinde, onların pek çok faydası ve hayrı vardır. Yaratılmışı, bulunduğu hâl üzere bırak ve ona Yaratıcı’nın merhametiyle merhamet et!”

Bu yüzden mü’min, tasarrufu altında bulunan hayvanâta, nebatlara, havaya, suya, toprağa iyi davranmalı, velhâsıl ekolojik dengeyi bozmamalıdır. Zira âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak:

“Göğü Allah yükseltti ve mîzânı (dengeyi) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın.” (er-Rahmân, 7-8) buyuruyor.

Fakat maalesef günümüzde daha çok kazanma hırsıyla; “bırakınız yapsın, bırakınız geçsin, altta kalanın canı çıksın” diyen kapitalist, liberalist ve menfaatperest düzen, hiçbir mes’ûliyet hissi taşımadan, vicdânî kaygılar gütmeden, mânevî bir endişe duymadan dünyanın kaynaklarını acımasızca sömürüyor. Havayı, suyu, toprağı kirletiyor, nebâtâtı tüketiyor, hayvanâta zarar veriyor, hattâ maddî-mânevî değerlerini sömürmek sûretiyle insana kıyıyor.

Sanâyisinin çarklarını döndürebilmek için, hammadde ve pazar arayan büyük sermayelerin güç kavgalarından doğan savaşlar da, insanı insan yapan mânevî değerlerden uzaklaşmanın, insanlık dışı neticelerini gözler önüne sermektedir. Meselâ bir bomba atılıyor; şehirlerin altı üstüne getiriliyor; askerlerden çok, savunmasız ve mâsum siviller, yani kadınlar, çocuklar, yaşlılar katlediliyor. Ayrıca hayvanat, hava, su, toprak, yaprak vs. hepsi mahvediliyor. Hâlbuki kadının, çocuğun, toprağın ne suçu var?..

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz ise, savaşta bile savunmasız yaşlılara, kadınlara, çocuklara, mâbede kapanıp ibadetle meşgul olan kimselere silâh çekilemeyeceğini bildiriyor. Mecbur kalmadıkça yeşil bir dalı bile koparmayın buyuruyor. Yakılmış bir karınca yuvası görünce üzüntüden yüzünün rengi değişiyor. Mekke Fethi’ne giderken yolda yavrularını emziren bir köpek görüyor, onların ürkütülmemesi için başına bir nöbetçi diktirip bütün bir orduya, mahlûkâta şefkat ve merhamet tâliminde bulunuyor. Kedisinin açlığına aldırış etmeyip ölmesine sebep olan ibadet ehli bir kadının bu merhametsizliği sebebiyle cehennemlik olduğunu; buna mukābil, susuzluktan toprağı yalayan bir köpek için kuyuya inip ayakkabısıyla su çıkararak onu sulayıveren günahkâr birinin bu merhametinden dolayı cennetlik olduğunu beyan ediyor. Kıyâmet kopuyor olsa bile elinizdeki fidanı dikin buyuruyor. Yani canlı-cansız bütün mahlûkâta karşı dâimâ şefkat, merhamet ve nezâket telkin ediyor.

Velhâsıl insanoğlu, ilâhî hakîkatlere sırt dönüp mânevî terbiyeden uzaklaştıkça, maddenin ve nefsânî menfaatlerinin esiri olmakta ve böylece kendisinden başkasının hak ve hukukunu düşünmeyen, hodgâm, kaba ve vahşî bir yapıya bürünebilmektedir. Bu da sadece insanlık için değil, bütün varlıklar için büyük bir tehdit oluşturmaktadır.

Cenâb-ı Hak, cümlemize, bütün mahlûkâtı kuşatacak merhametli bir vicdan, muhabbet dolu bir gönül ihsan buyursun. 

Âmîn…