13 Ekim 2018

İbadetlerimizin keyfiyeti, aynı zamanda kalbimizin mânevî grafiği gibidir. Kendimizi bu hususta sık sık kontrol etmeliyiz. Meselâ;

–Namaz bizi ne kadar huşûya/Allah korkusuna, yüksek bir edep ve hürmete sevk ediyor? Fahşâ ve münkerden, haram ve kerahatlerden ne kadar alıkoyuyor? Namazın kadr ü kıymetini ne kadar idrâk edebiliyoruz? Cenâb-ı Hakk’a secde edebilme nîmetinin ne kadar şükrü içindeyiz?..

–Oruç bizi ne kadar takvâya sevk ediyor? Merhamet ve şefkatimizi artırıyor mu? Cenâb-ı Hakk’ın nîmetlerini tefekküre vesîle olup şükür duygularımızı geliştiriyor mu? Bizi dedikodulardan, boş lâflardan, mâlâyânî ile iştigalden koruyor mu?..

–Zekât, infak, sadaka verirken seviniyor muyuz? Yoksa “malım azaldı” diye hayıflanıyor muyuz? Cenâb-ı Hakk’ın bize mülkü bir imtihan olarak verdiğini, malı azaltıp çoğaltmasının da O’nun bir imtihanı olduğunu düşünebiliyor muyuz?..

Hac ibadeti bizi fısk, cidal, refesten koruyup bir kefen iklimine götürüyor mu? Hayat boyu şeytanın peşimizde olduğu idrâki içinde sâlih amellere  gayret ederek ne kadar şeytanı taşlayabiliyoruz?.. Amel-i sâlihlerimizle, nefs ve şeytanın şerrinden Cenâb-ı Hakk’a ne kadar sığınabiliyoruz?..

Bir din kardeşimizin derdiyle alâkadar olmak, bize külfet mi geliyor, rahmet mi?..

İşte bütün bunlar, Cenâb-ı Hakk’a yakınlık ve muhabbetimizin seviyesini gösteren bir ayna hükmündedir.