03 Nisan 2020

Dünyanın fânîliğini, esas hayatın âhiret olduğunu, Rabbine karşı mes’ûliyetlerini, duâyı, tevbeyi, velhâsıl kulluğunu unutan bir insanın kalbi katılaşır. Cenâb-ı Hakk’ın kâinat kitabında sergilediği kevnî âyetlerden ve ilâhî işaretlerden ibret alamaz. Karşılaştığı îlâhî îkaz tecellîlerini, gaflet şaşkınlığı içinde yanlış okumaya başlar.

Öyle ki; zelzele, fırtına, sel, kuraklık, salgın hastalık vb. musîbetlerle ihtar edildiğinde dahî, sırf dünyevî bir bakış açısıyla “tabiî âfet” deyip geçer, sebepler plânındaki zâhirî îzahlarla kendini avutur. Maddeden mânâya, fizikten metafiziğe, zâhirden bâtına intikâl edemez.

Bunun neticesinde de saâdeti sefâlet çarşısında arama gafletine dûçâr olur. Her insanın mutlak istikbâli olan ölüm ve ötesine hazırlanmak yerine, ölümden kaçmayı kendisine vazife edinir.

Hazret-i Mevlânâ, Mesnevî’sinde ibretli bir kıssa nakleder:

Korku ve telâş içindeki saf bir adam Hazret-i Süleyman -aleyhisselâm-’a gelir ve:

“–Bu sabah Azrâil karşıma çıktı, bana hışımla baktı. Anladım ki, benim canımı alacak. Ey kudretli Peygamber! Her şey senin emrinde. Rüzgâra emret, beni buradan tâ Hindistan’a iletsin. O zaman Azrâil belki beni bulamaz!” der.

Hazret-i Süleyman, adamın bu saf hâline ve ısrarlı yalvarmalarına acır ve rüzgâra:

“–Haydi bu adamı Hindistan’a bırak!” der. Rüzgâr adamı alır ve kısa sürede Hindistan’ın uzak bir adasına götürür.

Hazret-i Süleyman, biraz sonra Azrâil -aleyhisselâm- ile karşılaşır ve o adama neden hışımla baktığını sorar. Azrâil -aleyhisselâm- ise:

“–Ben ona hışımla değil, hayretle baktım. Çünkü Allah Teâlâ bana, o adamın canını bu akşam Hindistan’da almamı emretmişti. Ben de o adamın yüz kanadı bile olsa, bu akşam Hindistan’da olamaz, bu nasıl iştir, diye hayretle bakmıştım.” der.

Velhâsıl gerçek gaflet, meçhul kaderinden kaçtığını zannederken, aslında gerçek kaderine doğru koşmakta olduğunun farkında olmamaktır. Ecel vaktinde hiçbir takdim ve tehir olmadığı gibi, ölümden kaçacak bir mekân da yoktur.

Dolayısıyla mü’minler olarak vazifemiz; dünyaya âhiret için geldiğimizi unutmayıp her ânımızı son nefese hazırlık şuuruyla ihyâ etmektir. Bizler, maddî ve mânevî tedbirlere riâyet edip Rabbimiz’e tevekkül ve teslîmiyet göstermekle mükellefiz. Takdîr ise, Azîz ve Alîm olan Cenâb-ı Hakk’a aittir…