Varlık İnsan İçin Yaratıldı

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

VARLIK İNSAN İÇİN YARATILDI

Öyle bir dershanedeyiz ki, neyi görsek, o bize Cenâb-ı Hakkʼı hatırlatması lâzım, kalbimiz kadar…

Bir meyve yiyoruz, sebze vs… Renkler ayrı, şekiller ayrı, lezzetler ayrı… Hepsini Cenâb-ı Hak bir toprak terkibinden bize ikram ediyor.

Güneş bizim için, Ay bizim için, atmosfer bizim için. Hiç değişmiyor. Bir an, takdim-tehir yok.

Sabahleyin kalktık. Cenâb-ı Hak; وَالْفَجْرِ “Fecre andolsun.” (el-Fecr, 1) buyuruyor. Kalktık;

“–Aman yâ Rabbi! Bugün bize bir gün daha, takvimden bir gün daha bize ihsan ettin.” diyeceğiz.

Düşüneceğiz; dün olup da bugün olmayan çok insan var dünyada, çocuktan tâ ihtiyara kadar…

Demek ki Cenâb-ı Hak bize ömür takviminden bugün bir yaprak daha verdi. Düşüneceğiz, ben bu takvimi bugün, bu hayat takvimini ben nasıl dolduracağım? Ne kadar kendime, ne kadar kendimin dışına? Yani ne kadar Allah rızâsı için? Demek ki kul, dâimâ bir idrak hâlinde olacak, bir teyakkuz hâlinde olacak.

Nasıl bir zor zamanlarda bir sınırdan geçerken, bir mayın tarlasından, çok dikkat edilir; ağır ağır basılır, ayağımın altında bir mayın patlamasın diye. Şu dünya hayatı da öyle. Allah korusun, insan bir nefsine dalar…

Bunun Kur’ân-ı Kerîm misallerini veriyor. Kârunʼu misal veriyor, Bel’am bin Bâûrâʼyı misal veriyor Cenâb-ı Hak… Kayar gider! Kul dâimâ Cenâb-ı Hakkʼa sığınacak. Her hâlinde Cenâb-ı Hakkʼı tefekkür hâlinde olacak.

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (el-Alak, 1)

Her an, Cenâb-ı Hakʼla buluşmanın gayreti içinde olacak. Cenâb-ı Hakkʼı unutmayacak. Ancak insan, Rabbini unuttuğu zaman günah işlemeye başlar. Onun için Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:

“Allâhʼı unutan, Allâhʼın da kendilerini unutturduğu kişiler gibi olmayın…” (el-Haşr, 19) buyuruyor.

Demek ki insan, gıybeti, dedikoduyu, Allâhʼı unuttuğu zaman yapar. Besmele çekerek yapmaz. Bir öfke ânı. Besmele çekerek öfke ânına girmez.

Demek ki, insan çok terbiyeye muhtaç.

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

(“(Nefsini) arındıran kurtuluşa ermiştir. [eş-Şems, 9])

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰى

((Nefsini kötülüklerden) arındıran kurtuluşa ermiştir.” [el-A‘lâ, 14])

فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

((Nefse) iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.” [eş-Şems, 8-9])

Demek ki fücurlar atılacak, takvâda mesafe alınacak. Kalp, Cenâb-ı Hakʼla beraber olacak. Kalp temizlenecek. Öyle kalp istiyor Cenâb-ı Hak ki:

“Onlar, ayaktayken, otururken, yanları üzerindeyken (her vakit) Allâhʼı zikrederler…” (Âl-i İmrân, 191)

Unutmazlar Cenâb-ı Hakkʼı. Semâya bakar hatırlar. Yediği yemeğe bakar hatırlar. Besmeleyle başlar, tefekkürle yer, elhamdü lillah ile bitirir. Her safhası o şekilde olacak.

Âyet-i kerîmenin devamında:

“…Göklerin ve yerin yaratılışını derinden derine düşünürler. «Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın.» derler…” (Âl-i İmrân, 191)

Hiçbir yıldızda böyle ne ağaç var, ne hayvan var, ne bitki var, ne bir şey var! Demek ki bu Dünya, insan için tanzim edildi. İnsan bunun idrâkinde olacak.

“…«Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın… Bizi Cehennem azâbından koru!» derler.” (Âl-i İmrân, 191)

Cenâb-ı Hak burada bir, kendisine yaklaşan bir müʼmin yüreğini Cenâb-ı Hak bildiriyor.

Rûhuʼl-Beyân tefsirinde İsmail Hakkı Hazretleri diyor ki:

Bir düşün diyor. Bir düşün diyor. Bak diyor, Allah sana bir kulak verdi diyor. Ufacık, incecik kemikler var, onlarla duyuyorsun diyor. Allah sana yağdan mürekkeb bir göz verdi, yağdan mâmul, onunla görüyorsun. Ağzının içine bir et parçası verdi, onunla konuşuyorsun, hislerini anlatıyorsun. Sana türlü türlü meyveler, sebzeler, gıdalar verdi. Türlü türlü manzaralar verdi. Nîmetler verdi. Sanki bütün Dünya senin için hazırlandı. Peki sen buna mukâbil ne yapıyorsun diyor. Kendini bir tefekkür et diyor. Düşün diyor…

Velhâsıl;

“«Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın (derler). Senʼi tesbih ederiz (derler). Bizi Cehennem azâbından koru!» derler.” (Âl-i İmrân, 191)

Hayat, beşik ile tabut arasında med-cezirlerle, iniş-çıkışlarla dolu bir koridor, bir yolculuk hayat. Nerede bizden evvelkiler? Bastığımız toprak bir ibret! Bizden evvelkilerin hep cesetleri var. O cesetlerin üzerinden geziyoruz. İnsan vefat edince, ceset tekrar toprağa dönüyor. Tekrar o topraktan bir sürü meyveler, sebzeler vs. çıkıyor.

Yine o bastığımız toprağın üzerinde, gelecek nesiller var. Aldığımız gıdalar, gelecek nesillerin tohumu olmuş oluyor.

Velhâsıl hep ibret. Hep tefekkür istiyor Cenâb-ı Hak.

Şu içtiğimiz su, bardağı dolduran su, Dünya yaratıldığından beri kaç sefer semâya çıktı, kaç sefer yere indi? Tuzlu su, acı su, lâğım suyu, menbâ suyu, hepsini Güneş buharlaştırdı. Hepsi semâda bir Atlas Okyanusuʼnun yarımı kadar semâda dolaştı, temizlendi. Tekrar rahmet olarak Dünyaʼya iniyor.

Hep Cenâb-ı Hak yağmurdan bahsediyor Kur’ân-ı Kerîmʼde. Hep tefekküre dâvet… Irmakların içine giriyor, sebzelerin, meyvelerin içine giriyor. Yine insan yiyor, hayvan yiyor, yine buharlaştırılıyor, yine semâya çıkıyor.

Demek ki şu bir bardak suyun macerası yazılsa, yerden göğe kadar, semâya kadar kitaplar ister.

Yani Cenâb-ı Hak bir ince kalp istiyor, rakik istiyor, hassas bir gönül istiyor. Hayatı iyi düşünmek lâzım. Niye yaratıldık biz? Kimin mülkünde yaşıyoruz? Gelen nereye gidiyor? Bu akış nereye? Her şey ilâhî azametin tecellîleri… Bir fânîlik…

Velhâsıl, hayat nedir? Metrajı olmayan bir makara, bir yumak. Nerede kopacağı da belli değil.

Bunun için; “Yarın (yaparım) diyenler helâk oldu.” buyruluyor.

İşte bir kabristanın önünden geçerken, orada bir sürü adres görürüz. Bu dünyada adresleri vardı, şimdi öbür tarafta adresleri. Bizim de âkıbetimiz o. Onun için ecdat hep kabirleri şehir ortalarına yapmış ki, gelen-geçen kendi istikbâlini orada seyretsin. Kendi istikbâline hazırlansın. Yolculuğuna hazırlansın.

Onun için; idraklerde beliren “hayat anlayışı nedir” suâlinin en çekici cevâbı, mezar taşlarının rutubetinde saklı… Hâl lisânıyla; “Gel benim altımdakini düşün!” der. “Senin âkıbetin budur.” der.

Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ

“Her nefis, ölümü tadıcıdır…” (el-Enbiyâ, 35)

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ

(“Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak.” [er-Rahmân, 26])

Bütün, ne kadar yaratık varsa hepsi fânî…

Efendimiz buyuruyor:

“Cebrail bana geldi, (kendi şahsında bize misal veriyor):

«‒Yâ Muhammed!» dedi. «İstediğin kadar yaşa, mutlakâ öleceksin.

(Dünyaya gelen, ölüm mahkûmu olarak geliyor.)

İstediğini sev, mutlakâ ayrılacaksın. İstediğin şeyle amel et, ancak onun karşılığını elde edeceksin. (Hayırsa hayır, şerse şer.)

Sen bil ki müʼminin şerefi, geceleri kâim olmasında…

(Geceleri o loş karanlıkta, seher vaktinde Cenâb-ı Hakkʼa ilticâ hâlinde. وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ (“…Seher vaktinde Allahʼtan bağışlanma dileyenler.” [Âl-i İmrân, 17]) buyruluyor.)

İzzeti ise, insanlardan müstağnî olmasındadır.»” (Hâkim, IV, 360-361/7921)

(Yalnız Cenâb-ı Hakʼla beraberliği temin edebilmesinde.)

Cenâb-ı Hak bir örnek veriyor bize. Bu örnek, en mühim bir örnek. O örneğe göre kendimizi tanzim etmemizi Rabbimiz arzu ediyor:

“Eğer” diyor “Allâhʼı seviyorsanız.” diyor Cenâb-ı Hak. “Benʼi seviyorsanız.” diyor. Verdiği bu kadar ikram, izzet vs. hepsi insan için. “Benʼi seviyorsanız.” diyor. “O zaman Allah Rasûlüʼne uyun!” diyor. “Allah Rasûlüʼne itaat edin!” diyor. “O zaman Allah da sizi sevsin. Günahlarınızı bağışlasın.” diyor. “Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Bkz. Âl-i İmrân, 31)

Sadece, demek ki burada, bütün namazımız, ibadetimiz, kulluğumuz, muâmelâtımız, ahlâkımızı, Allah Rasûlüʼnün rûhânî hayatıyla, rûhânî iklimiyle mutâbakat hâline getirmeye gayret etmemiz lâzım.

Efendimiz buyuruyor:

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ :“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)

Demek ki dâimâ düşüneceğiz: Allah Rasûlü nasıl namaz kılardı? Ben nasıl kılıyorum? O, cemaatte nasıldı? O, geceleri nasıldı seherlerde? Ben nasılım? Ben ne kadar seviyorum o zaman?

İnsan fânî hayatta bile sevdiği arkadaşını taklit eder. Yani bir karakter birliği varsa dostluk olur, arkadaşlık olur.

Efendimiz buyuruyor:

“Beni Rabbim terbiye etti, terbiyemi ne güzel kıldı.” buyuruyor. (Süyûtî, I, 12)

Demek ki Cenâb-ı Hak, kendisiyle dostluk istiyor. Kendisiyle olan dostluğu, Allah Rasûlüʼnün dostluğuna bağlı olarak… Onun için sâlih ameller işleyeceğiz.

Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak buyuruyor:

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ

“Kim Allah Rasûlüʼne itaat ederse Allâhʼa itaat etmiş olur…” (en-Nisâ, 80)

Cenâb-ı Hak bize o kadar kolaylıklar ihsan ediyor ki…

Demek ki, sevende, sevilenin hususiyetleri sirâyet hâlinde bulunur. Demek ki bizde de; Allah Rasûlüʼnün hususiyetleri bende ne kadar sirâyet hâlinde? Bunu bir, devamlı bunu tefekkür etmemiz lâzım. Ben ne kadar yakınım? Cenâb-ı Hakkʼa benim ne kadar bir yakınlığım var?

Efendimizʼin (Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin) ibadetlerine baktığımız zaman, ibadetleri çok ayrı bir kıvamda, bir rûhâniyette, kalp ve beden âhengi içinde.

Efendimiz buyuruyor:

“Namaz, kulun mîrâcıdır.” buyuruyor. (Süyûtî, Şerhu İbn-i Mâce, I, 313)

Cenâb-ı Hak âyette de “…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor.

Abdullah bin Şıhhîr -radıyallâhu anh-, Efendimizʼin namaz kılışını şöyle anlatıyor:

“Sanki diyor, yüreğinde bir tencere vardı, suyun fokurdaması gibi ses duyardım.” buyuruyor. (Bkz. Ebû Dâvûd, Salât, 156-157/904; Ahmed, IV, 25, 26)

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- baldırına bir ok yiyor. Çıkartamıyorlar ıztıraptan.

“‒Namaza durayım, çıkartın.” diyor. (Namazı bitince):

“‒Ne yaptınız?” diyor.

“‒Çıkarttık.” diyorlar.

Efendimiz nasıl buyuruyor:

“Namaza kalktığın zaman dünyaya veda eden bir insan gibi ol.” (İbn-i Mâce, Zühd, 15; Ahmed, V, 412)

Yani son nefesin nasıl, son namazın; o şekilde namaz kıl, buyruluyor. O namaz mîrâc olacak. Cenâb-ı Hakʼla dostluğu temin edecek.

Yine, gelişigüzel bir namaz için de, yine Efendimiz:

“Kişi namazını bitirir de ona ancak namazın onda biri, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri, veya yarısı yazılır.” (Ebû Dâvûd, Salât, 123-124/796; Ahmed, IV, 321)

Yani ne kadar kalp Cenâb-ı Hakʼla beraberse, demek ki o kadar namaz ehemmiyet kazanıyor. Öyle bir namaz ne oluyor? Fahşâdan, münkerden koruyor. Yok, böyle hiç rûhâniyet yok, tamamen jimnastik, hendesî bir namaz; ona da Cenâb-ı Hak:

فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ

(“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki.” [el-Mâûn, 4]) buyuruyor.

Bilhassa erkekler için de cemaat çok mühim.

Âmâ geldi:

“‒Yâ Rasûlâllah! Benim evim çok uzak.” dedi. “Beni mescide götürecek kimse yok.” dedi. “Yolda haşerat var.” dedi. “Evimde namaz kılsam olur mu?” dedi.

Efendimiz biraz durdu:

“–Hayya aleʼs-salâhʼı, hayya aleʼl-felâhʼı duyuyor musun?” dedi.

“–Duyuyorum yâ Rasûlâllah.”

“–O zaman (dedi) mescide devam et.” (Bkz. Ebû Dâvûd, Salât, 46/553)

Herhâlde Urfaʼda da “hayya aleʼs-salâh”ı, “hayya aleʼl-felâh”ı duymayan hiçbir mekân yok.

Biz Allah Rasûlüʼne ne kadar yakın olacağız? Ne kadar Oʼna itaat hâlindeyiz?

Efendimiz buyuruyor yine:

“Allâhʼım! Fayda vermeyen ilimden Sana sığınırım.” diyor. (Müslim, Zikir, 73)

Çünkü her okuduğumuz, her tahsil, Cenâb-ı Hakkʼı hatırlatması lâzım. Ne tahsil yaparsak yapalım, onun zemininde Cenâb-ı Hakkʼa yakın bir kalp olması lâzım.

Mevlânâ Hazretleri buyuruyor ki, Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri -kuddise sirruh-:

“Öyle bir abdest al ki o abdest hiç bozulmasın.” diyor. Yani abdest müʼminin silâhıdır, dâimâ abdestli ol, rûhâniyet içinde ol.

“Öyle bir namaz kıl ki o namaz hiç bitmesin.” buyuruyor. Yani namazdan sonra da namazdaki gibi bir Cenâb-ı Hakʼla beraberliği temin et, buyuruyor.

“Âşığa beş vakit namaz yetmez, beş yüz bin vakit ister.”

Yani Cenâb-ı Hakʼla mülâkat, büyük bir lûtuf. Namaz Cenâb-ı Hak ile bir mülâkat. Demek ki öyle gönüller var ki bu namazın bir kıymeti(nin idrâki) içinde…

“Gerçek âşık, vuslatın bitmesini hiç ister mi?” buyuruyor.

Onun için Efendimizʼde namaz çoktu: Farz namazlar, sünnet namazlar, nâfile namazlar; evvâbîn namazı, teheccüd namazı, işrak namazı, hüsuf-küsuf namazı, vudû namazı, tahıyyetüʼl-mescid…