Üsve-i Hasene

1998 – Temmuz, Sayı: 149, Sayfa: 017

Cenâb-ı Hakk, imtihân-ı ilâhî îcâbı olarak insanı fısk ve takvâ esaslarıyla techîz etmiş; onu hayra da şerre de müsâit bir keyfiyetle muttasıf kılmıştır. Bu itibarla dînin gâyesi, bu şekilde zıd tecellîlere mazhar olan insandaki nefsânî menfîlikleri âdetâ yok edercesine asgarîye indirmek, buna mukâbil nûrânî vasıfları da zirveye ulaştırmaktır. Ancak bu gâyenin gerçekleşebilmesi için insanın müşahhas bir misâle, yâni “üsve-i hasene” diye tâbir olunan en güzel bir örneğe ihtiyacı mutlaktır. Peygamberlerin gönderilmesindeki hikmetlerden biri de, onların, insanlar için tâbî olunacak mükemmel bir nümûne-i imtisâl olmaları keyfiyetidir.

Bu keyfiyet, Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’de bir zirve teşkîl etmiş ve bunun için Cenâb-ı Hakk âyet-i kerîmede şöyle buyurmuştur:

“Andolsun ki, Rasûlullâh’da sizin için, Allâh’a ve âhıret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh’ı çok zikredenler için bir «üsve-i hasene» vardır.” (el-Ahzâb, 21)

Târihte hayatının tamamı en ince teferruatına kadar tesbît edilen tek Peygamber ve tek insan Hazret-i Muhammed Mustafâ -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘dir. O’nun bütün fiil, söz ve duyguları an-be-an kaydedilerek târihe bir şeref levhası hâlinde geçmiştir.

Hayâtı, kıyâmete kadar gelecek nesillere örnektir. Kur’ân-ı Kerîm’in Kalem Sûresi’nde O’nun için:

“Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin!” buyurulmaktadır.

Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘in sîreti ve mübârek şahsiyeti sırf beşerî idrâke sığabilen tezâhürleri ile dahî beşerî davranışlar manzûmesinin en ulaşılmaz zirvesini teşkîl eder. Zîrâ Allâh -celle celâlühû- O mübârek varlığı, bütün insanlığa bir “üsve-i hasene”, yani en mükemmel bir örnek olarak yaratmıştır. Bundan dolayıdır ki, onu insan topluluğu içinde acziyet bakımından en altta bulunan “yetim çocukluk”tan başlatarak, hayatın bütün kademelerinden geçirip kudret ve selâhiyet bakımından en üst noktaya, yani peygamberlik ve devlet reisliğine kadar yükseltmiştir. Tâ ki beşeriyet kademelerinin herhangi bir yerinde bulunanlar, O’ndan kendileri için en mükemmel fiilî davranışları örnek alarak ebedî seâdeti gerçekleştirsinler. Bu da O’na duyulan muhabbet ve O’nun rûhâniyetine bürünebilme nisbetindedir.

Dîn liderliği ile örnektir. Devlet reisi olarak örnektir. İlâhî muhabbet bağına girenlere örnektir. Rabbin nîmetlerine gark olduğu zamanlar, şükür ve tevâzûu ile örnektir.

Zor zamanlar ve mekânlardaki sabır ve teslîmiyeti ile örnektir. Ganîmet karşısında cömertliği ve istiğnâsı ile örnektir. Âilelerine şefkati ile örnektir. Zayıflara, kimsesizlere, kölelere merhameti ile örnektir. Mücrimlere afvı ve müsâmahası ile örnektir:

Eğer servet sâhibi zengin bir kişi isen, bütün Arabistan‘a hâkim olan, bilumûm Arap ulularını kendisine muhabbetle râm eden O yüce Peygamber‘in tevâzû ve cömertliğini tefekkür et!..

Eğer zayıf teb’adan biri isen, Mekke‘de zâlim ve gâsıb müşriklerin nizâm ve idâresi altında yaşayan Peygamber‘in hayâtından örnek al!

Eğer muzaffer bir fâtih isen, Bedir ve Huneyn‘de düşmanına galebe çalan cesâret ve teslîmiyyet Peygamber‘inin hayâtından ibret al!

Allâh göstermesin, eğer mağlûbiyyete uğradığın olursa, o zaman da Uhud Harbi‘nde şehîd düşen veyâ yaralanıp yere yatan ashâbı arasında şecâat ve cesâretle dolaşan mütevekkil Peygamber‘i hatırla!

Eğer muallim isen, mescidde Soffa Ashâbı‘na ince, rakîk ve hassas gönlünün feyzlerini aktararak ilâhî emirleri tâlim eden Peygamber‘i düşün!

Eğer talebe isen, kendisine vahiy getiren Cibrîl-i Emîn‘in önünde oturan Peygamber‘i tasavvur et!

Eğer öğüt veren bir vâiz ve emîn bir mürşid isen, Mescid-i Nebevî‘nin içinde ashâbına hikmet saçan Peygamber‘i dinle! O‘nun tatlı sesine kulak ve gönül ver!

Eğer hakkı müdâfaa etmek, hakkı teblîğ etmek, hakkı tutup kaldırmak istiyorsan ve bu husûsda seni destekleyen bir yardımcın dahî yoksa, Mekke‘de her nevi’ yardımdan mahrûm bir hâlde iken zâlimlere hakkı i’lân edip onları hidâyete dâvet eden Peygamber‘in hayâtına bak!

Düşmana galebe çalıp onun belini kırdınsa, karşındakinin inâdını kahredip ona üstün geldinse, bâtılı perîşân edip hakkı i’lân ettinse, Mekke’nin fethi günü mukaddes beldeye gâlib bir kumandan olduğu hâlde, büyük bir tevâzû ile devesi üzerinde secde edercesine iki büklüm giren şükür hâlindeki Peygamber‘i gözünün önünde canlandır!

Eğer kimsesiz biri isen, Abdullâh ve Âmîne‘nin yetîmleri, ciğerpâreleri olan biricik Mâsûm’u, nûrdan Yetîm’i düşün!

Eğer rûhâniyetli bir yuva kurmak isteyen bir genç isen, Allâh Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘in âile hayâtına ve tavsıyelerine dikkat et! Tercîhin takvâ olsun ki, iki cihân seâdetine eresin!

Eğer ticâret kervanlarıyla yola çıkan bir tâcir isen, Sûriye’den Busra’ya giden kâfilenin en ulusu olan zâtın ahvâlini mülâhaza et!

Eğer kadı ve hâkim isen, Mekke uluları birbirine girip vuruşacağı sırada Hacer-i Esved‘i Kâ’be‘deki yerine koyma husûsunda O‘nun âdil ve firâsetli davranışını düşün!

Ve tekrar gözünü târihe çevirerek Medîne‘de, Mescid-i Nebevî‘de oturup darlık içindeki fakîrle varlık sâhibi zengini, huzûrunda müsâvî tutarak insanlar arasında en âdilâne bir sûrette hüküm veren O Peygamber‘e bir bak!

Eğer bir zevc isen, Hazret-i Hatîce‘nin ve Hazret-i Âişe‘nin zevci olan O mübârek zâtın temiz sîretine, derîn hissiyâtına ve şefkatine, bütün zevceleri arasındaki adâletle muâmelesine dikkat et!

Eğer çocuk babası isen, Fâtımatü’z-Zehrâ‘nın babası ve Hazret-i Hasan ile Hazret-i Hüseyin‘in dedesi olan bu zâtın onlara karşı davranışlarındaki ahvâlini öğren!

Senin sıfatın ne olursa olsun, hangi ahvâl içinde bulunursan bulun, akşam – sabah her vakit ve anda Hazret-i Muhammed -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘i kendin için en mükemmel bir mürşid ve en güzel bir rehber olarak bulursun…

Eğer kendini maddeye râm olmaktan kurtarıp rûhânî bir hayât yaşamak istiyorsan, O Âlemlerin Efendisi’nin yetiştirmiş olduğu Bilâl, Yâsir ve Sevbânlar’ı bul! Onlarla beraber ol ve sâdıklaş ki, hassâs, ince, rakîk ve zarîf bir gönle sâhib olasın. Unutma ki câhiliyye insanları, Allâh Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘in delâletiyle hidâyete kavuşup O’nun etrâfında pervâne oldukları için sâdıklaştılar. Ashâb-ı Kehf’in kıtmîri bile, sâdıkların muhabbet harcından nasîb aldığından ne büyük lutfa nâil olmuştu. Bunun zıddı olarak Hazret-i Lût’un karısı ve Hazret-i Nûh’un oğlu Ken’an, fâsık ve zâlimlerle ihtilât etme neticesinde ilâhî kahra uğramışlardır.

O halde ömür takvîmini Allâh Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘in sâdık ve sâlih âşıkları olan zikir ehli ile beraber olarak doldurmaya gayret et ki, gâfillerden olmayasın!

Bilesin ki O‘nun sîreti, nâdîde ve zarîf çiçeklerden, misk kokulu güllerle tezyîn edilmiş bir gülistân idi.

O’nun bu ulvî değeri dolayısıyladır ki Allâh Teâlâ buyurur:

“Ey îmân edenler! Allâh ve Rasûlü’nün önüne geçmeyin! Allâh’dan korkun! Şüphesiz Allâh, işiten ve bilendir.”

“Ey îmân edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin! Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e de yüksek sesle bağırmayın! Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.” (el-Hucurât, 1-2)

Bu âyet-i kerîmeler, bütün mü’minleri Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘e karşı edebe dâvet etmektedir.

Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de diğer peygamberlere isimleri ile hıtâb edildiği halde, Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘e “Yâ Muhammed!” diye bir hıtâb vâkî olmayıp, O’na “Yâ Nebî, Yâ Rasûl” şeklinde hıtâb buyurulmuştur. Öyle ki Cenâb-ı Hakk, bütün mü’minlerin de bu edebe riâyet etmeleri için şöyle emir buyurmuştur:

(Ey mü’minler!) Peygamber’i kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın!..” (en-Nûr, 63)

Bu âyet-i kerîme, Allâh Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘in sadece ismiyle zikredilmesinin ümmetlik terbiyesine münâsib olmadığını ifâde ile, O’nun ismi ile beraber ulvî ve kudsî vasıflarının telaffuz edilmesinin îcâb ettiğini beyân buyurmaktadır. Dolayısıyla Allâh Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, Nebî, Rasûl, Rasûlullâh, Habîbullâh, Fahr-i Âlem, Rasûl-i Ekrem ve benzeri sıfatlarla yâd edilmeli, ayrıca Ahzâb Sûresi’nin 56. âyet-i kerîmesinde ilâhî fermân mûcibince ism-i şerîfi her zikredildiği yerde O’na salât ü selâm getirilmelidir. Bu, Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘e karşı bütün ümmete Cenâb-ı Hakk’ın arzu ve emir buyurduğu âdâbdandır.

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Şüphesiz ki Allâh ve melekleri, Peygamber’e çokça salât ederler. Ey mü’minler! Siz de O’na salevât getirin ve tam bir teslîmiyyetle selâm verin!..” (el-Ahzâb, 56)

*

O, Kur’ân’ı yalnız lafzen öğreten bir muallim değil, aynı zamanda Kur’ân’ı yaşayan canlı bir örnek idi.

1400 küsur seneden beri te’lîf edilen bütün İslâmî eserler, bir kitâbı, yâni Kur’ân-ı Kerîm’i ve bir insanı, yâni Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘i îzâh etmek içindir.

Cenâb-ı Hakk, yalnız O’nun için “Le-amruke” buyurarak O’nun hayâtı üzerine yemîn etmiştir.

Hakîkat-i Muhammediyye’ye yaklaşabilmek, akıldan ziyâde muhabbet ve aşkla mümkündür. Bütün sırlar, Muhammedî hakîkatle çözülebilir. Bu da, Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘in “üsve-i hasene” sinden nasîb alabilmek, nefsânî dünyâ zevklerinden uzaklaşıp ibâdet, kulluk ve mârifet sırlarına erebilmek ile mümkündür. İnsan, rûhâniyet-i Muhammediyye’den nasîb almaya başlayınca, bir zerâfetler meşheri ve îcâd bedîası hâline gelerek ilâhî tecellîlerin sırları, nûrları ve hakîkatleri kendisine rekz olunur.

Muhakkak ki Kur’ân’ın sırları Allâh Rasûlü’nün rûhâniyetine bürünen kalbin esrârına göre fâş olur.

Zîrâ bizler için yegâne “üsve-i hasene” olan Allâh Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘e tâbî olma husûsunda Allâh Teâlâ âyet-i kerîmelerde şöyle buyurur:

“Ey îmân edenler! Allâh’a itâat edin ve peygambere edin ki amellerinizi boşa çıkarmayın!” (Muhammed, 33)

(Ey Rasûlüm!) De ki: Eğer Allâh’a muhabbet ediyorsanız (O’nu seviyorsanız), bana tâbî olunuz ki, Allâh da sizi sevsin ve günâhlarınızı mağfiret buyursun… Allâh, Ğafûr (ve) Rahîm’dir.” (Âl-i İmrân, 31)

“Bilmediler mi ki, kim Allâh’a ve Rasûlü’ne karşı koymaya kalkarsa, ona içinde sürekli kalacağı cehennem ateşi vardır. İşte büyük rezillik budur.” (et-Tevbe, 63)

Muhakkak ki mü’min Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘in muhabbeti karşısında ilâhî ürperişlerini ve bediî duygularını hissettiği, rûhunu nefsâniyete âid bütün çizgi ve görüntülerden boşalttığı vakit, O’nun muhabbet ve örnek şahsiyetinden hisse alma yoluna girmiş olur.

*

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Allâh Rasûlü’ndeki ilâhî nûru tasvîr ederek:

“Geceleri Rasûlullâh’ın yüzü o kadar nûr saçardı ki, sîmâsı ayın ondördüne dönerdi. Gecenin karanlığında ipliği, iğneye O’nun yüzünün aydınlığında geçirirdim.” buyurmuşlardır.

O’nun mübârek şahsiyetlerinden hisse alarak, O’nda fânîleşen ümmetin gönül erleri, kıyâmete kadar Allâh Rasûlü’nün muhabbetine en güzel örnekler sergilemişlerdir. Allâh Rasûlü’nün hakîkatinde hayat bulmuşlardır.

Altmış üç yaşında kendisine mezar gibi bir yer kazdırıp hayâtını ve ibâdetlerini orada idâme ettirerek:

“-Bu yaştan sonra bana toprak üstünde gezmek haramdır.” diyen, büyük aşk ve vecd kahramanı Seyyid Ahmed Yesevî, bu fânîleşme yolunda âbideleşenlerden biridir. Yaşadığı toprağa teberrüken “Hazret-i Türkistân” denmiştir.

Veysel Karânî‘ye Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘in Uhud’da bir dişinin kırıldığı haberi gelince, hangisinin kırıldığını bilmediği için bütün dişleri kendisine yabancı oldu. Hepsini söktürüp aynîleşme ve O’nda fânîleşmenin sırrını bozacak o meçhûl dişin sıkletini atarak ferahladı.

Dinaroğulları’ndan bir kadının, Uhud’da, zevci, kardeşi ve babası şehît oldu. Üçünün de şehîd olduğu bildirildiğinde:

“Siz bana Rasûlullâh’ı gösterin. O’nu göreyim!” dedi.

Kendisine Rasûlüllâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- gösterilince de:

“Yâ Rasûlallâh! Sen sağ olduktan sonra, her felâket bana hiç gelir!” dedi.

Çok stresli bir hayat yaşadıktan sonra müslüman olup, huzur ve sükûnete kavuşun Hansa Hâtun, kendisine Kadisiye Harbi’nde dört oğlunun şehîd düştüğü haberi verilince, büyük bir îmân olgunluğunun vecdi içinde:

“-İslâm’ın bir zaferi için dört oğlum da fedâ olsun!..” diyerek dört şehîd anası olmanın sevinci içinde Allâh’a şükretti.

Bezm-i Âlem Vâlide Sultân ise:

Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl,

Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl?!

buyurarak, rûhun gıdâsının ancak Rasûlullâh muhabbetinden olduğunu ne güzel terennüm eder.

*

İmâm-ı Mâlik -radıyallâhu anh-, Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- ile aynîleşmenin vecdi içinde yaşadı. Medîne-i Münevvere’de hayvan üzerine binmedi. Medîne haremi dâhilinde def’-i hâcete çıkmadı. Ravza’da imâm iken hep kısık sesle konuştu. Devrin halîfesi Ebû Câfer Mansûr yüksek sesle konuşunca:

“-Ey halîfe! Bu mekânda sesini kıs! Allâh’ın ihtârı senden çok fazîletli insanlar üzerine indi!..” buyurdu. Ve şu âyet-i kerîmeyi okudu:

“Ey îmân edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamberle yüksek sesle konuşmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.” (Hucurât, 2)

Mevlîd yazarı Süleymân Çelebi:

“Bir acep nûr kim güneş pervânesi…” mısrâı ile güneşin Allâh Rasûlü’ne pervâne olup etrâfında döndüğünü, yani cemâdâtın dahî O’na âşık olduğunu ne güzel ifâde eder.

*

Burada kelimelerin mahdûd imkânlarıyla hulâsa etmeye çalıştığımız bu yüksek yaradılıştaki husûsiyetler, O’nun idrâkimize damlayan şebnemleridir. Vâsıl-ı ilallâh olabilmenin sırrı, Allâh’ın kitâbına ve Varlık Nûru’nun sünnet-i seniyyesine, yâni yüksek ahlâk ve davranışlarına hulûs-i kalb ile yakınlaşabilmek, Allâh ve Rasûlü’nün sevdiklerine muhabbet, zıdlarına da nefretledir.

Tarih boyunca Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘in üsve-i hasenesinden nasîb alan mübarek müminler, îmâna ait tekâmül çıkışlarını zirveleştirmişler, fıtrattaki kudsî neş’eleri olgunlaştırarak insanlığa ulvî meş’aleler olmuşlardır.

Yâ Rabbî! Kelimelerin mahdûd imkânlarıyla anlatmaya cür’et ettiğimiz bu bahsi bizler için bir rahmet ve bereket vesîlesi kılarak hakîkat-i Muhammediyye’den hisse alabilmeyi nasîb buyur! Muhabbetin cevheri ve menbaı olan Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘in şefâati uzmâsına nâil eyle!

Âmîn!..