Sevdiklerinizden Vermedikçe Cenab-ı Hakk’a Vasıl Olamazsınız

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

SEVDİKLERİNİZDEN VERMEDİKÇE CENÂB-I HAKKʼA VÂSIL OLAMAZSINIZ

Cenâb-ı Hak orada şeyi bildiriyor:

“…Zekâtlarında faaliyette bulunurlar.” (el-Müʼminûn, 4)

Demek ki kazancımızda helâl kazanacağız. Allah niye bana bu varlığı verdi? Onu tefekkür edeceğiz. Bunu ne kadar kendimize, ne kadar Allah için?

لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ

“Sevdiklerinizden vermedikçe (Cenâb-ı Hakkʼa) vâsıl olamazsınız (buyuruyor) birre (hayrın en güzeline)…” (Âl-i İmrân, 92)

Cenâb-ı Hak… Bir evlâdımıza, âilemize, vs. ne kadar veriyoruz? Cenâb-ı Hakkʼa ne kadar veriyoruz? Cenâb-ı Hakkʼın bize olan ikramlarına karşı, en mühimi, îman ikramına karşı, biz ne kadar bir mukâbelede bulunuyoruz?

Ne buyuruyor Cenâb-ı Hak:

قُلِ الْعَفْوَ

(“…İhtiyaç fazlasını…” [el-Bakara, 219]) buyuruyor. Pintilik etmeyeceksin. Pintilik, korkaklık. Malına sığınmak. Cenâb-ı Hakkʼa sığınacağın yerde malına sığınıyorsun.

İsraf: Bu da bir aşağılık duygusunu bertaraf etmek için bir güç gösterisi. Şahsiyetinle değil de, israf etmekle bir güç gösterisi yapıyorsun. Cenâb-ı Hak “orta yol”u bildiriyor. Bir riyâzat hâlinde bir hayat istiyor bizden. Ramazân-ı Şerîf hayatı gibi.

Ondan sonra Cenâb-ı Hak:

“…Sözlerinde, ahitlerinde dururlar.” (el-Müʼminûn, 8) buyuruyor.

Yine ayrı, bir müslüman bir karakter, bir şahsiyet verecek. Eğer yapamayacağın bir işse, söz vermeyeceksin. Eğer söz verdinse yapmaya mahkûmsun. Mecbur değil, mahkûmsun. Söz verip yapmazsan, bütün o İslâm karakterine, şahsiyetine zarar veriyorsun. O zaman söz verme! Söz verdin; yerine getir, akdinde dur!

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, müslümanlarla kardeşliği ilân etti. Arkadan, gayr-i müslimlerle bir hukuk vaz etti. Arkadan, çarşıya gitti, çarşıyı teftiş etti. Altı üstü ayrı olan bir satıcı gördü, meyvesinin.

“İnsanları kandıran bizden değildir.” buyurdu. (Bkz. Müslim, Îman, 164)

Hep cemiyet plânında tâlimat. İbadet, muâmelât vs. Ne buyuruyor ondan sonra Cenâb-ı Hak:

يُحَافِظُونَ buyuruyor. (el-Müʼminûn, 9) Demek ki bir huşû ile namaz istiyor. Bunlar arasında bir, Cenâb-ı Hak maddeler istiyor.

يُحَافِظُونَ: “Yine onlar namazlarını muhâfaza ederler.” (el-Müʼminûn, 9)

Yani o namazlardaki o istikâmeti, Cenâb-ı Hakʼla olan beraberliği, hayatın her safhasına yansıtırlar. Cenâb-ı Hak buna ne vaad ediyor? Firdevs Cennetiʼni vaad ediyor. (Bkz. el-Müʼminûn, 10-11)

Demek ki hayatımızın muhtevâsının bu şekilde olması zarûrî.

Bir Ramazân-ı Şerîf geçirdik. Ramazan, bir riyâzat mevsimiydi. Nasıl, birtakım dünya sporları için kamplara çekilirler, kamplarda ihtilâttan men kararı alırlar. Kampın dışına çıkmazlar ki, bir dünyevî menfaat için. Bir spora girecek vs. O tarafını inkişâf ettirmek için.

Ramazân-ı Şerîf de bizim için mânevî bir mektepti. Rasûlullah Efendimiz, affın tuğyan ettiği bir mektep olarak bildiriyor.

Velhâsıl Kadir Gecesi vs. namazlar, terâvihler vs. Cenâb-ı Hakkʼın, büyük bir, rûhânî hayatımızı inkişâf ettirme. Ve bu Ramazanʼı biz, on iki ayın bir aylık bir misafiri olarak almamak lâzım. Bize güzel bir numûne Ramazân-ı Şerîf. Bu riyâzat mevsimini, bütün hayatımıza, bütün ömrümüze şâmil kılmak îcâb ediyor.

Yani bu âyetler, sırf Ramazan için değil. Hayatımızın her safhası için. Müddet de sırf Ramazanʼa âit bir müddet yok. Ölüm gelene kadar. Yakîn gelene kadar Cenâb-ı Hak bizden kulluk istiyor. (el-Hicr, 99)

Elhamdülillâh, aşağı yukarı on beş gün evvel, affın tuğyân ettiği bir Ramazân-ı Şerîf geçirdik. Arkadan bir bayram idrâk ettik.

Allah dostlarından Muallâ bin Fadl -radıyallâhu anh- şöyle diyor:

“Selef-i sâlihîn, (o, Allâhʼın o sâlih, o güzel kulları) Cenâb-ı Hakkʼa altı ay, geçirdikleri Ramazanʼın kabul olması için duâ ederlerdi. Ondan sonraki altı ay da gelecek Ramazanʼa kavuşmak için duâ ederlerdi.” buyuruyor.

Demek ki, ehlûllahʼta tabi kalbî vüsʼat açılıyor, ufuklar açılıyor. Ramazanʼın ne verdiğini bir idrak hâlinde ve Ramazanʼı bütün hayatımıza teşmil edebilme… Demek ki Ramazan, senenin kalbi ve nabzı olmalı.

Ne buyruluyor:

“Her geceyi bir Kadir, her gördüğünü bir Hızır bil.”

Geçmiş Ramazanʼın kabûlü için duâ etmeli. Çünkü o büyük bir… Cenâb-ı Hak… Bütün her şey bir ilticâya, Cenâb-ı Hakkʼın kabûlüne muhtaç. “Ben yaptım kabul oldu.” diye bir şey yok. Cenâb-ı Hakkʼın kabul etmesine (muhtaç).

Yunus -aleyhisselâm-ʼa Cenâb-ı Hak; “Eğer nîmetimiz yetişmeseydi, onu kurak bir yere atardık.” buyuruyor, bir peygamberi. (Bkz. el-Kalem, 49)

Onun peygamberi Yûnus -aleyhisselâm- istiğfarla ve şeyle, zikirle kurtuluyor. Fakat bu da “nimetimiz yetişmeseydi, eğer Biz onu kabul etmeseydik onun ettiği istiğfarı, onu kurak bir yere atardık.” buyuruyor bir peygamberi bile. (Bkz. el-Kalem, 49)

Her ibadet, Cenâb-ı Hakkʼın kabûlüne muhtaç.

Bir kadın vardı. Rabta binti Sa‘d ismiydi. Bu, akşama kadar örerdi. Akşam, ördüklerini çözerdi. Cenâb-ı Hak Nahl Sûresiʼnde buyuruyor ki:

“…İpliğini kuvvetlice büktükten sonra çözen (o gâfil kadın) gibi olmayın…” (en-Nahl, 92) buyuruyordu. Yani yaptığınız amelleri, diğer taraftan yok etmeyin, buyuruyordu. Yani ne yapıyor? Vaktini boşa harcıyor. Akıllı bir kimse, kalbi olan kimse bu hâle düşmemeli.

Onun için, örnek olmak zor. Fakat sıradan insan olmak kolay. Takvâ sahibi olabilmek zor.

فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا

(“Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” [el-İnşirah, 5-6]) Zorluklardan sonra rahatlıklar geliyor, yardım geliyor, kolaylıklar geliyor. Durup dururken olmuyor. Onun için örnek olmak zor.

وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا

(“…Ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” [el-Furkân, 74]) diyoruz. Duâ ediyoruz. “Yâ Rabbi (diyoruz), takvâda önder eyle.” diyoruz.

Çok zor ki devamlı Cenâb-ı Hak ilticâ etmemizi arzu ediyor. Fakat nefsin hevâsına uymak çok kolay. Uyduğun zaman hepsini bozup atarsın. İnşâ etmek zor bir şeyi. Bir binayı iki senede yaparsın. Bir dozer getirirsin, iki günde yıkar onu. Bir enâniyet gelir; işte Belʼam bin Bâûrâʼda olduğu gibi, Şeytan/İblisʼte olduğu gibi, şeyde olduğu gibi Kârunʼda. Bir enâniyet gelir, kibir gelir, haset gelir, hak-hukuk bilmemek gelir; bütün ameller boşalır gider.

Yine Efendimiz buyuruyor:

“Kişi (diyor), gelir huzura (diyor), yığın yığın amellerle gelir. Kul hakkı vardır, gıybet vardır, hak-hukuku çiğnemiştir. Hak sahibi hakkını, hukukunu, ondan haklarını alır alır, hiçbir şeyi kalmaz. Sonra günahlarını alır. Cennetʼe gireceği yerde Cehennemʼe dûçâr olur gider.” buyruluyor. (Bkz. Müslim, Birr, 59; Tirmizî, Kıyâmet, 2; Ahmed, II, 303, 324, 372)

Bazen ufak amellerde kaybederiz büyük ecirleri. Bazen küçük amellerde büyük ecirler kazanırız.

Kedisini aç bırakan ibadetli kadın Cehennemlik oldu, buyuruyor. (Bkz. Müslim, Selâm, 151-153) Cenâb-ı Hakkʼın orada gadabı tecellî ediyor o merhametsizlikten.

Efendimizʼe diyorlar:

“‒Bir kadın var. Komşuları hep şikâyetçi.”

“‒Cehennemliktir.” buyuruyor Efendimiz. (Bkz. Ahmed, II, 440; Hâkim, IV, 183-184/7304; Heysemî, VIII, 169)

Öbür taraftan, bir mücrim, bir merhamet ediyor, bir köpeğe, kuyuya inip ayakkabısıyla su çıkarıp veriyor, Cenâb-ı Hak affediyor. (Bkz. Buhârî, Müsâkât 9, Mezâlim 23, Edeb 27, Enbiyâ 54; Müslim, Selâm 153-155. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Cihâd 44; İbni Mâce, Edeb 8)

Yani dâimâ bir mayın tarlasının içindeyiz.

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri bir yerde yemek yiyorlar. (Sonra yola) devam ediyorlar. Torbasında bir karınca görüyor:

“‒Eyvah (diyor), ben bunu vatan-cüdâ ettim.” diyor. Dönüyor, karıncayı oraya bırakıyor yine, torbasına girdiği yere bırakıyor. Hâlıkʼın nazarıyla mahlûkâta bakış tarzı…

Velhâsıl Cenâb-ı Hak:

“…Sadakalarınızı imhâ etmeyin…” (el-Bakara, 264) buyuruyor.

Bir riyâ yaparsın, gösteriş yaparsın, gider. Câmî yaptın, ismini verirsin, ortak edersin birtakım fânîyi, sevâbı azalır, kaybolur gider.

Cenâb-ı Hak, kendisini istiyor. Ortaklık istemiyor. Zaten tevhid akîdesinin ortaklığa tahammülü yok. Onun için Cenâb-ı Hak, o, gündüz ören, sonra onu çözen kadın gibi olmayın, buyuruyor. (Bkz. en-Nahl, 92) Yani yapılan amellerimizi koruyabilmek, muhafaza edebilmek.

Ramazân-ı Şerîfʼte oruç tuttuk, teravih kıldık, teheccüdler kıldık, ibadet ettik, muâmelâtımıza dikkat ettik. Birtakım zorluklar oldu, ondan sonra bir müjde, Ramazân-ı Şerîfʼin bir müjdesi var.

Demek ki bu sâlih amellerimizi tehlikeye düşürecek şeyler karşısında dikkatli olabilmemiz.

Hadîs-i şerîfte buyruluyor:

“Cennetʼe bir karış kalır, Cehennemʼe dûçâr olur (buyruluyor). Cehennemʼe bir karış kalır, Cennetʼe döner.” buyruluyor. (Bkz. Buhârî, Kader, 1)

Demek ki her an bir mayın tarlası üzerinde olduğumuzu, kaygan bir arazi üzerinde olduğumuza -mânen- dikkat etmemiz lâzım.

Yine bu, kazandığımızı kaybetmek…

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-ʼa bir kişiyi tavsiye ediyorlar:

“‒Bu (diyorlar), gündüzleri oruçludur, geceleri de kāimdir.” diyorlar.

Hazret-i Ömer 3 şey soruyor:

“‒Sen (diyor), bununla (diyor), bir ticâret yaptın mı? Mal alıp mal verdin mi (diyor), orada gördün mü ticârî hayattaki durumunu?” diyor. Adam:

“‒Hayır.” diyor.

“‒Komşuluk yaptın mı (diyor) yani zor zamanlarda ne oldu komşuluğu, komşuluk hakkı hukuku oldu mu?”

Adam:

“‒Yok, komşuluk da yapmadım.” diyor.

“‒Peki bir sefere gittin mi?” Eskiden seferler zordu. Uzun çöl yolculukları vs… “‒Yolculuk yaptın mı?” diyor.

Adam:

“‒Hayır (diyor). 3 şeyi de yapmadım.” diyor.

“‒O zaman sen bu insanı tanımıyorsun.” diyor.

Velhâsıl o kadın gibi, ören, akşama bozan o kadın gibi olmamak. (Bkz. en-Nahl, 92) Yani amellerimizde o Ramazân-ı Şerîfʼin o rûhâniyetini zâyî etmemek.

Çâre ne?

فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ

(“Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.” [el-İnşirah, 7-8])

Bir hayır işi bittiği zaman diğer hayra koş hemen. Boş yok. Boş kaldığın zaman Kurʼân-ı Kerîm oku. Boş kaldın; bir garibin, bir hastanın, bir kimsenin yardımına koş. Bir garibi tesellî et, birkaç tane “قَوْلًا مَيْسُورًا” birkaç tane tatlı söz söyle. (Bkz. el-İsrâ, 28)

Velhâsıl bu riyâzat hâlinde bir Ramazân-ı Şerîf geçirdik. Kâmil müʼminin gayreti içinde olabilmek. Sabır; her şeye sabır…

Esʼad Erbilî Hazretleriʼnin güzel bir şeyi var dîvânında, şiiri:

“Aşk gülistanında (Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşmak için olan o aşk gülistanında) dikenden korkulmaz.” diyor. Hayatın birtakım sürprizlerinden vs. korkulmaz diyor. Çünkü aşk, onları bastırır.

“Ben her dikenin üstünden yüzlerce gonca toplarım.” diyor. Allâhʼın yüzlerce rızâsını tahsil ederim buyuruyor.

Yine;

“Dervişlik bostanında ıztıraptan zevk alırım.” buyuruyor.

“Dervişlik bostanında ıztıraptan zevk alırım. Yastığımı dikenden yaparsam, rüyamda ben Gülʼü görürüm.” buyuruyor.

Velhâsıl:

فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا

(“Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” [el-İnşirah, 5-6])

Yine Ramazân-ı Şerîfʼte iftarlar oldu, ikram edildi. Sadakalar, zekâtlar, her türlü infak arttı. Cimrilik mağlup edildi. Cömertlik, cimriliğe gâlip geldi. İsraf ve güç gösterisinden uzaklaşıldı. İsraf, kaldırıldı.

Hattâ Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- buyuruyor ki:

“Zenginler israf ettiği ölçüde insanlar aç kalır.”

Eğer insanlar israf etmese, aç kalmaz dünyada. Cenâb-ı Hak bütün mahlûkâtı besleyecek kadar, fazlasıyla veriyor. Bugün israf olmasa, Afrikaʼda aç insan kalmaz. Türkiyeʼmizde muhtaç insan kalmaz. Kalmadı; Ömer bin Abdülaziz zamanında kalmadı hiç. Belki Fâtih devrinde filân da kalmadı hiç, vakıflarla vs. ile. Niçin? İsraf kalktı.

İsraf arttıkça, enâniyet artıyor, hodgâmlık artıyor, diğergâmlık azalmış oluyor. Maalesef günümüzdeki en büyük problem de israf problemi. Evlerin iç dekorasyonu veyahut diğer şeylerde bir gösteriş…

Yine Ramazân-ı Şerîfʼte kibir geriledi. Çünkü açlık vardı. Açlık, yelkenleri aşağı indirdi.

Yine ihlâs ile ibadetler oldu, oruçlar oldu. Onlar Cehennemʼe kalkan oldu. “Cehennemʼe kalkandır.” buyuruyor -sallâllâhu aleyhi ve sellem-. (Bkz. Nesaî; Sıyâm, 43)

İffet, hayâ güçlendi. Fısk ve fesat, günahlar azaldı.

Hatimler indirdik, mukâbeleler dinledik. Ramazanʼda alıştığımız o rûhâniyetin ömür boyu devam etmesi lâzım.

Yine Ramazanʼda sahur vakitlerinde uzun günde susuz kalmamak için, aç kalmamak için daha fazla yemeye gayret ettik. Bunu devam ettirmeli rûhumuzun aç kalmaması için.

Rûhumuzun gıdâya bedenden çok daha ihtiyacı var. Çünkü ufuk çok şey, Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşacak kalp. Onun için, rûhun açlığını doyurabilmek. Onun için seherleri unutmamak. Nasıl bir, beden için o kadar bir gayret içindeyiz. Ki sevaptır, ecirdir, sünnettir. Demek rûhumuzun açlığını gidermek için o seherlere daha çok îtinâ etmemiz lâzım.

Cenâb-ı Hak dâvet ediyor:

سُجَّدًا وَقِيَامًا

(“…Secde ederek ve kıyamda durarak…” [el-Furkân, 64]) buyuruyor.

İstiğfâra davet ediyor Rabbimiz. (Bkz. Âl-i İmrân, 17)

Yine Âişe Vâlidemiz buyuruyor:

“Rasûlullah (diyor), ağrı, sancı, benzer bir sebeple eğer teheccüd namazına kalkamazsa, gündüzleyin 12 rekât namaz kılardı.” buyuruyor. (Müslim, Müsâfirîn, 140)

Duhâ namazı. 12 rekât kılardı diyor. Fakat Efendimizʼin seherlerde bile terk etmediği namazdı teheccüd. Tabi insanlık hâli, eğer onu geçirirse teheccüdü; 12 rekât namaz kılardı buyuruyor, o fazîleti herhâlde -Allâhu a‘lem- elde etmek için, o fazîleti kaybetmemek için, Cenâb-ı Hakkʼın rızâsını tahsil edebilmek için…