Ruhani Hayatımızın Tekamülü İçin

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

RÛHÂNÎ HAYATIMIZIN TEKÂMÜLÜ İÇİN

Rûhânî hayatımızın tekâmülü için, birinci madde, Hucûrat Sûresi ilk âyet:

“…Allah ve Rasûlüʼnün önüne geçmeyin…”

Kurʼân-ı Kerîmʼde ne buyruluyor? Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ne şekilde tatbikatta? İbadet, muâmelât, ahlâk, ukubat vs…

Ashâb-ı kirâm Kurʼân ve Sünnetʼi hayatlarının her tarafına intikal ettirdiler.

Âile hayatı: Benim hayatım Allah Rasûlüʼnün hayatına ne kadar benziyor?

Ticârî hayat: Bu da çok mühim. Efendimiz Medîne-i Münevvereʼye hicret ettikten sonra müʼminler arasında kardeşlik, gayr-i müslimler arasında vatandaşlık, arkasından hemen çarşıya girdi Efendimiz, çarşıyı tedkik etti. Bir sandığın altına elini attı. Altı ayrı, üstü ayrı; “Kandıran bizden değildir.” buyurdu. (Bkz. Müslim, Îman, 164)

Ticârî hayatımız nasıl? Bugün maalesef tabi reklâmlar-meklâmlar vs. şu bu, vitrine edilmeler; avlıyor ve kazanca da zarar veriyor. Bir şeyi kıymetinin üzerinde göstermek yasaktır. Ancak onun kıymeti gösterilir.

Cenâb-ı Hak, Şuayb -aleyhisselâm-ʼın kavminin bu hâle geldiğini ve üzerinde ilâhî intikam tecellî ettiğini bildiriyor. Çünkü ticârî hayatımız, kazancımız çok mühim.

İctimâîleşmemiz: Efendimiz nasıl bir, toplumun derdindeydi. Toplumu kendisine zimmetli olarak kabul ediyordu. Ashâb-ı kirâm da bu şekildeydi.

Demek ki toplumdan bir mesʼûl olmamız. Bilhassa bugün toplumun ahlâkî yapısı, dînî yapısı, mânevî yapısı. Birçok insanlar farkında değil. Selde sürüklenen kütükler gibi akıp gidiyor.

İktisâdî hayatımız: İsrafımız var mı? Pintiliğimiz var mı? Cenâb-ı Hak ne imkân verdiyse, niye bu imkânı verdi? Bunun idrâki içinde bulunabilmek.

Demek ki birinci şart; Kurʼân ve Sünnetʼin muhtevâsında bir hayatımızın olması. Onun tekâmülünü feyizlendirmek için, Cenâb-ı Hak:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ buyuruyor.

“Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrân, 17)

Tabi biz, gündüzün durumumuz nasılsa, gece hayatımız da ona benzer. Bilhassa bu zaman için, şeytan, âyet-i kerîmede, iki şeye ortak olacağını bildirdi. Bir; “mallara ortak olacağım” dedi. Bir de “evlâtlara ortak olacağım” dedi. (Bkz. el-İsrâ, 64)

Yani dâimâ düşüneceğiz: Kazancımız nasıldır? Evlâtlarımızın ne kadar derdindeyiz? Evlâtlarımızın biyolojik yapısı bize âit ama, gönül yapısı bize âit mi? Çünkü şeytan; “ortak olacağım” dedi.

Bilhassa o televizyonun menfî filmleri, internetlerin o porno sahneleri, reklâmlar vs. kandırmacalar, bunlar karşısında ne kadar biz evlâdımıza sahip durumdayız? Ne kadar evlâdımızın derdindeyiz?

İbrahim -aleyhisselâm- âyette:

“Yâ Rabbi! (Diyor.) Beni (kendimi) ve neslimi/zürriyetimi namaz kılanlardan eyle!..” (İbrahim, 40)

Yani yavrularımızı ne kadar câmiye götürebiliyoruz? Ne kadar bizimle beraber namaz kılıyorlar? Bu hâli feyizlendirmek için seherlerde uyanık olmak. Cenâb-ı Hak davet ediyor:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ (“…Seherlerde tevbe ederler.” [Âl-i İmrân, 17]) buyuruyor.

سَاجِدًا وَقَائِمًا

(“…(Geceleyin) secde ederek ve kıyamda durarak…” [ez-Zümer, 9]) buyuruyor.

سُجَّدًا وَقِيَامًا

(“…Secde ederek ve kıyamda durarak…” [el-Furkân, 64]) buyuruyor.

Bu seherlerde uyanık olmak. Bütün mahlûkat seherlerde uyanık. Kuşlar terennümlerine başlıyor. Diğer mahlûkat da hareket hâlinde. İnsanın hantal kalması iyi bir şey değil.

Cenâb-ı Hak o seherlerde kuluyla beraber olmak istiyor. Seherlerde istiğfâr etmesini. Tertemiz olsak, hiçbir günahımız olmasa yine istiğfâra mecburuz. Çünkü Cenâb-ı Hak bize bir îman nîmeti verdi. Bu bizi tâ, ilâhî sonsuza kadar bizi selâmete götürür. Önümüzde Cennet ve Cehennem var.

Peygamberler dahî, hiçbir günahı yoktur, onlar da hep seherlerde istiğfâr hâlindeydi.

Üçüncüsü; insandan insana akis vardır. Nasıl maddeden gelen akisler vardır. Bir atom infilâk ettiği zaman bir radyasyon veriyor. Ve bu radyasyonun tesirleri oluyor. Hattâ ışınlar var; alfa, beta, gama ışınları var, demirin içinden bile geçiyor. Fakat insandaki şey, ondan çok daha fazla.

Baktığımız zaman, peygamberlerin etrafında bulunanlar, rûhânî bir hayata kavuşuyor. Kurʼânî ifadeyle, Firavunʼun etrafında bulunan “melee” geçiyor. (Bkz. el-A‘râf, 103; Hûd, 97; el-Kasas, 32) Onlar da Firavunʼdan bir parça oluyor.

Velhâsıl Cenâb-ı Hak:

يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ buyuruyor.

“Ey îmân edenler! Allahʼtan ittikā edin…”

كُونُوا الصَّادِقِينَ değil. “Sâdıklar olun” değil. كُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ (“…Sâdıklarla beraber olun.” [et-Tevbe, 119])

Demek ki kulun enerji alması lâzım. Mânevî enerji alması lâzım.

Velhâsıl günlük hayatımızda da buna dikkat etmemiz zarûrî.

Esas hayatımızın göstergesi, ilk göstergesi son nefeste olacak. Son nefeste, canın gırtlağa geldiği an, Azrâilʼle bir randevu hâlimiz. Azrâil bizi ne şekilde karşılayacak? Ne şekilde bedenimizden rûhumuzu alacak. Bizim için en zor, birinci kıyâmet, bu son nefeste başlıyor.

Cenâb-ı Hak da bu istikâmette olanlar için, Allâhʼa güzel bir kul olanlar için bir müjde veriyor. Fussilet Sûresiʼnin 30. âyetinde:

“Şüphesiz, Rabbimiz Allahʼtır deyip…” Yani istikâmette gidenler için, Allah Rasûlüʼnün izinde gidenler için.

ثُمَّ اسْتَقَامُوا

(“…Sonra dosdoğru olanlar…” [Fussilet, 30])

“Melekler iner (ölüm ânında). Onlara; «Korkmayın, üzülmeyin, size vaad olunan Cennetlerle sevinin.» derler.” (Fussilet, 30)

Şu dünyadaki olan bu kulluğumuza karşılık ilk müjde, son nefeste gelmiş olacak.

Kıyâmet, büyük infilâk. Bir Aygaz tüpü patlasa ne kadar endişe ediyoruz. Bir deprem 7 ölçekte diyoruz, şu kadar ölçekte diyoruz, aman diyoruz vs… Kim bilir kıyâmet ne şekilde infilâk edecek? Cenâb-ı Hak “bütün semâvâtı yazılı bir kağıt tomarı gibi hepsini düreceğiz” buyuruyor. Bütün o yıldızlar, galaksiler vs… “Eski hâline gelir. Bu bir vaaddir” buyuruyor. (Bkz. el-Enbiyâ, 104)

Yani ufak bir infilâk ne kadar bir şey veriyor. Hattâ; “mücrimlerin gözlerinin fırladığını görürsün” buyuruyor Cenâb-ı Hak. (Bkz. Tâhâ, 102) O kadar bir zor gün.

Misaller çok. Çok misal veriyor Cenâb-ı Hak:

“Hâmile kadın çocuğunu itrah eder. Süt veren kadın çocuğunu bırakır. İnsanları sarhoş olarak görürsün.” buyruluyor. (Bkz. el-Hac, 2)

“En yakınından kaçacağını” bildiriyor. (Bkz. Abese, 34-36)

“Çocukların, sübyanların ihtiyarlar hâline geldiğini” bildiriyor Cenâb-ı Hak. (Bkz. el-Müzzemmil, 17)

İşte böyle zor, korkulu günde Cenâb-ı Hak yine Yûnus Sûresiʼnin 62. âyetinde:

“Bilesiniz ki Allah dostlarına korku ve hüzün yoktur, üzülmeyeceklerdir.” لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ buyruluyor. Yine bir kıyâmette ona müjde veriliyor.

Efendimizʼe âyetler vahiyle gelirdi. Bu vahyin de türlü türlü geliş şekilleri vardı. Bu okunan âyetlerin gelişinde, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-;

“‒Arı vızıltısı gibi ses duyduk.” diyor.

Bazen arı vızıltısı gibi bir ses gelirdi. Sahâbe anlardı ki vahiy geliyor Allah Rasûlüʼne. Allah Rasûlüʼnün şekli de değişirdi, şekli-şemâili değişirdi. Sonra kendi normal hâline dönerdi.

“Biz anladık ki (diyor) vahiy geliyor Allah Rasûlüʼne. Allah Rasûlü döndü, ellerini kaldırdı kıbleye doğru:

«‒Yâ Rabbi! Çoğalt eksiltme! Değerlerimizi artır, hakir eyleme! Bize ver, mahrum eyleme! Bizi tercih et, üzerimize tercih etme! Râzı ol, râzı ol yâ Rabbi.» diye duâ etti bu âyetler indikten sonra.

Sonra bize döndü:

«‒Bana on âyet indirildi. Kim bu âyetler muktezâsınca yaşarsa Cennetʼe girer.» buyurdu. Ardınca da bu âyetleri okumaya başladı.” (Bkz. Tirmizî, Tefsîr, 23:1)

İlk âyet:

قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ

“Müʼminler felâh buldu.” (el-Müʼminûn, 1)

Felâh bulmak nedir? Müʼmin kimdir?

Felâh bulmak; zor bir şeyden sonra insana felâh buldu, kurtuldu denir. Düz yolda giden bir insana felâh buldu denmez. Fakat bir uçurum kenarlarında dolaşan bir insana, kendini koruyan bir insana felâh buldun denir, kurtuldun denir.

Demek ki öyle bir hayat olacak ki, bu hayatın med-cezirlerine, yani nefsânî temâyüllerine kalp kapılmayacak. İstikâmet üzere olacak ve müʼmin olacak.

Müʼmin; Cenâb-ı Hakkʼın esmâsından biridir müʼmin. Cenâb-ı Hak o esmâsından, esmâ tecellîsinden bir kırıntının bizim üzerimizde tecellî etmesini istiyor. O sıfatla sıfatlanmamızı arzu ediyor.

Velhâsıl felâh bulmak. Nasıl felâh bulunacak? Yine âyet-i kerîmede:

“Allah müʼminlerden mallarını ve canlarını, kendilerine verilecek Cennet karşılığında satın almıştır…” (et-Tevbe, 111) buyruluyor.

Dâimâ insan düşünecek: Bu mal niye verildi bana, bu basit bir hayatta, 70, 80, 100 senelik en fazla olan bir hayatta, bu mal bana niye verildi? Bu can, bu kuvvet, bu güç bana niye verildi?..

Bunun idrâki içinde olacak. Canı kullanmayı bilecek, malı kullanmayı bilecek. Cenâb-ı Hakʼla bir anlaşma hâlinde olacak. Cenâb-ı Hak; “Cennetʼi satın aldılar” buyruluyor. Neyle? “Mallarıyla canlarını, kendilerine verilecek Cennet karşılığında satın almıştır.” (Bkz. et-Tevbe, 111)

Düşünmek lâzım:

Müʼmin olarak dünyaya geldik. Hiçbir bedel ödemedik. Bir yılan olarak gelebilirdik. Bir koyun olarak gelebilirdik, insanlar bizi kurban edebilirdi. Dâimâ kulun tefekkür hâlinde olmasını Rabbimiz arzu ediyor. Başka beldelerde gelebilirdik. Bâtıllar içinde, insanların bâtıl girdaplarında kaybolduğu bir toplum içinde gelebilirdik. Hep bunlar lûtuf, ilâhî lûtuf…

Cenâb-ı Hak; “sorulacaksınız” buyuruyor.

ثُمَّ لَتُسْئَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ

(“Sonra o gün, verdiğimiz nîmetlerden elbette sorulacaksınız.” [et-Tekâsür, 8])

Kul, hamd hâlinde olacak, şükür hâlinde olacak. Rabbini unutmayacak. Kalp, bu minval üzere olacak.