Rahmet Yağmuru Ramazân-ı Şerif

Ebedî Fecre

Yüzakı Dergisi, Yıl: 2025 Ay: Mart, Sayı: 241

 

Ramazân-ı Şerif

İBÂDETLER ve ESMÂÜ’L-HÜSNÂ

Müfessir Fahruddîn-i Râzî; İslâm’ın beş temel esâsı ile, Fâtiha’nın başında Cenâb-ı Hakk’ın beş isim ve sıfatı arasında şu irtibatların bulunduğunu zikretmiştir:

  • Allah’tan başka ilâh olmadığına şahâdet etmek; «Allah» isminin nûrunun tecellîsinden meydana gelmiştir.
  • Namaz kılmak; «Rab» isminin tecellîsinden meydana gelmiştir. Çünkü Rab «terbiye» kökünden gelir. Kul da îmânını; namazın yardımıyla terbiye eder, geliştirir.
  • Zekât vermek ise; «Rahmân» isminin tecellîsinden meydana gelir. Çünkü Rahmân, merhamet etmede mübalâğayı ifade eder. Zekât verme faaliyeti de, fakirlere merhamet etmekten ötürü tahakkuk eder.
  • Ramazan orucunun farz olması; «Rahîm» isminin tecellîsindendir. Çünkü oruçlu kimse acıktığı zaman; fakirlerin açlıklarını hatırlar da, onlara muhtaç oldukları şeyi verir. Yine oruç tutan kimse, acıktığı zaman hissî bazı lezzetlerden kesilir. Ölürken de, bu kimseye, lezzetlerden ayrılmak kolaylaşır.
  • Haccın farz olması; «Mâlik-i yevmi’d-dîn» isminin tecellîsindendir. Çünkü kişi hac yaptığında, vatanından ayrılması ve evlâd u iyâlini terk etmesi gerekir. Bu da, kıyâmet gününün yolculuğuna benzer. Yine hac yapan kimse; yalın ayak, başı açık ve ihramlı olur. Bu da, kıyâmetteki insanların hâline benzer. (Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, I, 228, Fâtiha)

Demek ki;

İbâdetlerden gaye, Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî sıfatlarıyla müzeyyen hâle gelmemizdir.

Ramazân-ı şerif; kulun ibâdetlere teksif olmasını kolaylaştıran bir rahmet mevsimidir, âdetâ rahmetin tuğyân ettiği, sağanak hâlinde yağdığı mübârek bir zaman dilimidir.

Kul; son nefesine kadar, yakîn olan ölüm gelene kadar ibâdet etmekle mükelleftir. Lâkin Cenâb-ı Hak; bazı vakitleri diğerlerine üstün tutmuş, böylece kullarına teşvik edici bir ikram ve lütufta bulunmuştur.

Bu sebeple sâlih zâtlar dâimâ;

  • Ramazân-ı şerîfe hazırlanmak ve
  • Ramazân-ı şerîfi muhafaza etmek devr-i dâimiyle ömür sürmüşlerdir. Muallâ bin Fadl -rahmetullâhi aleyh- şöyle ifade eder:

“Selef-i sâlihîn; Cenâb-ı Hakk’a, altı ay kendilerini Ramazân’a ulaştırması için duâ ederlerdi. Geri kalan altı ayda da idrâk ettikleri Ramazân’ı kabul buyurması için duâ ederlerdi.” (Kıvâmu’s-Sünne, et-Terğîb ve’t-Terhîb, II, 354)

Böylece;

Ömür; bir önceki Ramazan’dan bir sonraki Ramazân’a, ibâdet ve güzel ahlâkta terakkî ederek bereketlendirilmeli, senenin kalbi ve nabzı bu mübârek mevsim etrafında atmalıdır.

SABIR MEVSİMİ

Ramazân-ı şerif «sabır mevsimi» olarak da isimlendirilmiştir.

Oruç;

  • Kula, nefis terbiyesini öğreten pek mühim bir ibâdettir.
  • Helâllerden bile muvakkat bir müddet uzak durmayı öğretmesi, haramlardan tamamen uzak durmanın bir tâlimidir. Nitekim orucun farz kılındığı âyet-i kerîmede;

لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

“…Umulur ki (oruç vesilesiyle) takvâya erişirsiniz.” (el-Bakara, 183) buyurulmaktadır.

  • Orucun faydası, kula nefsânî arzulardan uzaklaşma sabrını aşılamasıdır. Fahruddîn-i Râzî’nin de dediği gibi, kul bir gün ölerek nefsânî arzulardan mecburen uzaklaşacaktır. Lâkin kıymetli olan; ölmeden ölmek, yani nefsin arzularını bertaraf edip, onun isteklerinin kölesi olmaktan kurtulmaktır. Oruç; insana, nefsinin arzularına karşı sabredebileceğini fiilen gösterir.
  • İnsanın ruh ve beden terkîbi, bir terazi gibidir. Mekanik terazilerin bir kefesine bastırılınca, diğer kefe havada kalır. Bu mânâda oruç, Hazret-i Mevlânâ’nın şu çağrısına kulak vermektir:

“Ramazan geldi, artık maddî yiyeceklerden elini çek ki, sana gökten mânevî rızıklar gelsin.

Bu ay, gönül sofrasının kurulduğu aydır. Gönlün, bedenin hatalarından kurtulduğu aydır. Gönüllerin aşk ve îmân ile dolduğu aydır.”

  • Bu kıvamda bir oruç tutabilmek için, orucu hem zâhiri hem de bâtını ile tutmak gerekir:

Orucun zâhiri; fecirden güneşin batışına kadar, ağzımızdan yiyecek ve içecek girmemesine dikkat etmek iken;

Orucun bâtını;

  • Ağzımızdan gıybet, yalan ve lüzumsuz bir sözün çıkmamasına da riâyet edebilmektir.
  • Kulağımızın bu tarz sözleri hiç işitmemesine gayret göstermektir.
  • Gözümüzün şeytânî vitrinlere hiç bakmamasıdır.

Bilâkis;

  • Gözümüzün Kur’ân’la hemhâl olması,
  • Kulağımızın ancak hayrı ve faydalı söz ve zikirleri işitmesi,
  • Dilimizin; «Ya hayır söyle yahut sus!» (Bkz. Müslim, Îmân, 77) tâlimâtına ittibâ etmesi,
  • Gönlümüzün, zikrullah ile huzura ermiş bir hassâsiyet içinde, hamd ve şükür ile dolmasıdır.

Velhâsıl kalbimizin vahiyle buluşmasıdır.

ZEDELENMİŞ ORUÇLAR

Orucun bâtınına riâyet edilmezse, oruç bir perhizden ibaret kalır. Rûha ve kalbe fayda vermez. Hadîs-i şerifte buyurulur:

“Kim yalan konuşmayı ve yalan-dolanla iş yapmayı terk etmezse; Allah, o kimsenin yemesini-içmesini bırakmasına kıymet vermez.” (Buhârî, Savm, 8; Edeb, 51)

Şu kıssa; orucun bu günahlarla mânen nasıl bozulduğunu, maddî olarak da gösteren bir hâdisedir:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in âzadlısı Ubeyd -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

İki kadın oruç tutuyorlardı. Öğle üzeri bir kimse gelerek;

“–Yâ Rasûlâllah! Şurada iki kadın var, oruç tutuyorlar. Neredeyse susuzluktan ölecekler. (Müsaade buyurursanız oruçlarını bozsunlar.)” dedi.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ondan yüz çevirdi, cevap vermedi. Gelen kimse sözünü tekrar etti:

“–Yâ Nebiyyallah! Vallâhi neredeyse ölecekler.” dedi.

Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“–Çağır onları!” buyurdu.

Kadınlar geldiler.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir kap istedi. Kadınlardan birine vererek;

“–İçindekileri çıkar!” dedi.

Kadın, kabın yarısını dolduracak şekilde kan, cerâhat ve et kustu.

Diğerine de aynı şekilde emir buyurunca, o da kabı dolduruncaya kadar kan ve taze et çıkardı.

Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–Bunlar, Allâh’ın helâl kıldığı şeylerden kendilerini tuttular, onlara karşı oruçlu oldular, haram kıldığı şeylerle de oruçlarını açtılar. Biri diğerinin yanına oturup, insanların etlerini yemeye (gıybet etmeye) başladılar.” buyurdu. (Ahmed, V, 431; Heysemî, III, 171)

ACZİMİZİN İDRÂKİ

Zâhir ve bâtını ile tutulan bir oruç ile;

  • Kul, acziyetini idrâk eder. Allâh’ın lutfu olan bir bardak suya, bir lokma ekmeğe muhtaçlığını idrâk eder. Nimetlere şükrünü artırır.
  • Bu yarım günlük mahrumiyetin bir faydası da, merhamet ve duygu beraberliğini artırmasıdır.

Orucu hakkıyla tutan bir mü’min; bu açlığı, sadece oruçtan dolayı değil, fakirlikten, savaş ve benzeri zarûretlerden ötürü hep yaşayan mazlum ve mahrum kardeşlerinin hâlini idrâk eder. Bunun neticesinde de, infâkını ve îsârını artırır.

Bir misal:

Mısır’da şiddetli kıtlığın hüküm sürdüğü günlerdi. Yûsuf -aleyhisselâm- da aç dururdu. Kendisine;

“–Siz, devletin hazinelerine hükmeden bir idarecisiniz. Niçin kendinizi aç bırakıyorsunuz?” diye sorduklarında o aziz peygamber şu ibretli cevabı verirdi:

“–Karnım tok olursa açların hâlini anlayamam diye korkuyorum!..”

Müslüman bugün de târumâr edilen Gazze’yi ve Halep’i düşünür. Açlıkla pençeleşen Sudan’daki, Myanmar’daki kardeşlerini tefekkür eder. Kifâyet ölçülerinde yaşayıp, arta kalanı infâk eder.

Bu infâkın nasıl bir hassâsiyetle edâ edilmesi gerektiğini Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- şöyle ifade buyurur:

“İki nimet var ki beni hangisinin daha çok sevindirdiğini bilemiyorum.

  • Birincisi; bir kimsenin, ihtiyacını karşılayacağımı ümit ederek bana gelmesi ve bütün samimiyetiyle benden yardım istemesidir. (Benim ona yardım edeceğim husûsunda hüsn-i zanda bulunmasına sevinirim.)
  • İkincisi de; Allah Teâlâ’nın, o kimsenin arzusunu benim vasıtamla yerine getirmesi yahut kolaylaştırmasıdır.

Bir müslümanın sıkıntısını gidermeyi, dünya dolusu altın ve gümüşe sahip olmaya tercih ederim.” (Ali el-Müttakî, VI, 598/17049)

Demek ki;

İnfâk ederken, zekât ve sadaka verirken, bir müslüman kardeşimize yardım ederken, sevinerek vermek lâzımdır.

Teşekkür ve övgü bekleyerek, abus bir çehreyle vermek; sadakadan hâsıl olacak sevâbı kaybettirir.

Çünkü teşekkür beklemek bir yana;

Ebu’l-Leys Semerkandî Hazretleri’nin şu mühim beyânına göre;

“Veren, alana teşekkür edâsı içinde olmalıdır.

Çünkü;

  • Alanın nasîbi, dünyevî ihtiyacın giderilmesidir.
  • Verenin nasîbi ise uhrevî ve sonsuz lütuflar ile Cenâb-ı Hakk’ın rızâsıdır.

Böyle olunca; veren, alandan daha kârlı durumdadır. Onun için de muhatabına teşekkür etmelidir.”

 “…Sadakaları Allah alır!..” (et-Tevbe, 104) âyet-i kerîmesini unutmadan, nezâket içerisinde vermek lâzımdır.

Muhterem pederim Musa Efendi, infâk edebine büyük hassâsiyet ve titizlik gösterirdi.

Bir ihtiyaç sahibine nakdî yardımda bulunacağında; onu önce güzel bir zarfa koyar, üzerine de inci tanelerini andıran zarif el yazısıyla özene özene;

“İkrâmımızı kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.” yazardı.

  • Riyânın / gösterişin,
  • Yardım edilen kişinin başına kakma ve
  • İncitici sözlerle eziyet etme gibi davranışların, infâkın üzerine iptal damgası vuracağını asla unutmamalıyız.

Âyet-i kerîmede buyurulmuştur:

“Ey îmân edenler! Başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız infak ve sadakalarınızı boşa çıkarmayın!..” (el-Bakara, 264)

HAKK’A AİT

  • Hakkıyla tutulan Ramazan orucunun kula nasîb ettiği ecri de muhteşemdir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur:

“İnsanın her ameline kat kat sevap verilir. Bir iyilik, on mislinden yedi yüz misline kadar katlanır. Allah Teâlâ;

«–Ama oruç başka. O Benim içindir, mükâfâtını da Ben veririm. Oruçlu, şehvetini ve yemesini Benim için bırakır.» buyurmuştur.

Oruçlu için iki sevinç vardır:

  • Biri, iftar ettiği zamanki sevinci;
  • Diğeri, Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir.

Hiç şüpheniz olmasın ki;

Oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.” (Müslim, Sıyâm, 164)

Ramazân-ı şerifte elde edilebilecek ecir ve sevâbı; Cenâb-ı Hak, ashâb-ı kirâma bir rüya vesilesiyle de göstermiştir:

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- naklediyor:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sağlığında Kudâa Kabîlesi’nin Beliyy boyuna mensup iki zât, birlikte İslâm’a girmişlerdi. Bunların birisi şehid düşmüş, diğeri de bir sene daha yaşayıp öyle vefât etmişti.

Talha bin Ubeydullah -radıyallâhu anh-;

«–Rüyamda; bir sene sonra vefât eden şahsın, şehid düşenden daha önce cennete girdiğini gördüm ve hayret ettim.» dedi.

Sabah olunca Hazret-i Talha’nın bu rüyası Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e anlatıldı. Rüyayı dinleyen Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, şu cevabı verdi:

«‒O (bir sene sonra ölen kardeş), şehîd olan kardeşinden sonra Ramazan orucunu tutmadı mı?

Bir sene, altı bin şu kadar rekât namaz kılmadı mı?

(O hâlde ikisi arasında bu kadar fark tabiî ki olacak.)” (Ahmed, II, 333)

NAMAZA İHTİMAM

Ramazân-ı şerif, ferdî ibâdetlerin zirvesi olan namaz ibâdetinde de hassâsiyet kazanılmasına vesile olan bir aydır.

Bu ayda; farz namazlarımızı mutlaka camide, cemaatle kılmaya ihtimam göstermelidir. Hayatında bu alışkanlığı kazanmamış kardeşlerimiz, bu Ramazân’ı bir başlangıç edinip bir daha bırakmama azmi göstermelidir.

Ramazan gecelerinin bereketi olan teravihleri de; tâdîl-i
erkândan uzak, alelacele bir şekilde değil, huşû ve hudû içinde edâ etmek lâzımdır. İmam-hatiplik yapan kardeşlerimiz de; bu namazı, avâmın istediği gibi değil, Allâh’ın râzı olacağı, Rasûlü’nün tâlim ettiği usûlde kıldırmalıdır.

Sahur vesilesiyle hemen herkesin seher vaktinde uyandığı Ramazân-ı şerifte; teheccüd, istiğfar, kelime-i tevhid, salevat, tefekkür ve zikrullah ile bu mübârek vakitleri ihyâ etmelidir. Ramazân’ı ömre yaymalıdır.

Bilhassa Kur’ân ile…

KUR’ÂN MEVSİMİ

Âyet-i kerîmede, Ramazân-ı şerif; «içinde Kur’ân’ın nâzil olduğu ay» olarak tarif buyurulur. (Bkz. el-Bakara, 185)

Ramazân’a kıymetini veren husus; o mübârek ayda, Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın dünya semâsına inmesi ve ilk nâzil olan âyetin de bu ayda mevcut Kadir Gecesi’nde kalb-i Peygamber’e nüzûl etmiş olmasıdır.

Bu mübârek mevsimde; Rasûlullah Efendimiz, Cebrâil’e o zamana kadar gelen vahy-i ilâhîyi okurdu. Arza veya mukabele denilen bu tilâveti, Hakk’a irtihâl edecekleri sene iki kere edâ ettiler. Bu sünnete ittibâen Ramazan’da camilerde ve hazırlanan yerlerde mukabele okumak ecdâdın da âdeti olmuştur.

Hâsılı;

Ramazân-ı şerifte, Kur’ân ile ünsiyetimizi artıralım. Hatimler indirelim, mukabeleleri takip edelim, Rabbimiz’in bize tâlimatlarını; tefsirlerden, feyizli eserlerden okuyup öğrenelim ve hayata geçirme iştiyâkıyla yaşayalım.

Bilhassa da;

Evlâtlarımızın Kur’ân’ı sevmeleri, hurufâtı, ahkâmı ve ahlâkıyla güzel bir Kur’ân-ı Kerim eğitimi almaları için ne gerekiyorsa yapalım.

  • Daha anne karnındayken, duâlar edelim.
  • Okul öncesi dönemde, hayırlı telkinler aşılayalım.
  • 4 ilâ 6 yaş arasındaki evlâtlarımızı, onlar için hazırlanan Kur’ân eğitimine gönderelim, bu müesseseleri destekleyelim.
  • İlk mektep esnasında, 7-10 yaş için açılan Kur’ân kurslarını takip edelim.
  • Ortaokulda İmam Hatipleri tercih edelim. Bunlar arasında, hâfızlık proje olanlarını araştıralım.
  • İmam Hatip’te tam bir Kur’ân eğitimi alamayacak ise; bir yıl ara verme hakkını kullanıp, Kur’ân kursuna gönderelim.
  • Tahsili boyunca, dünyevî eğitim ile uhrevî eğitimi mezcetmeye gayret ve titizlik gösterelim.
  • Mektep tercihlerini; sâlih arkadaşlar, nezih ve dindar bir çevre hassâsiyetiyle yapalım.

Bu ihtimam; bizim Rabbimiz’e, kelâmına ve Rasûlü’ne olan sevgimizin seviyesini gösterir.

Evlâdının Kur’ân eğitimine riâyet göstermeyen bir kişinin; Allâh’ı, kitâbını ve Rasûlü’nü sevdiğini söylemesi lâfta kalır. Sevgi, fedâkârlık ve gayret olarak tezâhür etmelidir.

KADİR GECESİ’Nİ ARAMAK

Sâlih kullar ve müttakî gönüller; bütün sene Ramazân’ı özler, Ramazân’a hazırlanır. Ramazan’da da bütün gecelerini, Kadir Gecesi’ni aramakla, onu idrâk edebilme iştiyâkıyla ihyâ eder.

Kadir Gecesi, ne muhteşem bir ikramdır! Bir gecede, bin aydan daha fazla ecir bahşedilmiştir. Yani 30.000 gece civarında, bir başka ifade ile 83 sene civarında koca bir ömürlük sevap hazinesi!..

Hadîs-i şerifte buyurulur:

“Kadir Gecesi’ni, fazîlet ve kudsiyetine inanarak ve sevâbını yalnız Allah’tan bekleyerek ibâdet ve tâatle geçiren kimsenin -kul hakkı hâriç- geçmiş günahları bağışlanır.” (Müslim, Müsâfirîn, 175)

Her hediye, sahibinin cömertliğinin seviyesini gösterir.

Âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ’nın bir gecede 30.000 gecelik ikramda bulunması, O’nun ne muhteşem bir kerem sahibi olduğunu gösteriyor. Bizlerin, bu muazzam cömertliğe nasıl bir mukabelede, nasıl bir şükürde bulunmamız îcâb eder?

Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de; Ramazân-ı şerîfin son on gününde, mescidde îtikâfa girer, yani yirmi dört saatini ibâdete teksif ederdi.

Sahâbe-i kiram, Kadir Gecesi’ni ihyâ için büyük bir heyecanla gayret sarf ederdi. O geceyi en güzel şekilde değerlendirebilmek için Âişe -radıyallâhu anhâ-, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e;

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Kadir Gecesi’nin hangi gece olduğunu bilecek olursam, o gece nasıl duâ edeyim?” diye sordu.

Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de şöyle buyurdu:

اَللّٰهُمَّ اِنَّكَ عَفُوٌّ كَر۪يمٌ
تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنّ۪ى

“«Allâh’ım! Sen çok affedicisin, çok cömertsin, affetmeyi seversin. Beni bağışla!» diye duâ et!” (Tirmizî, Deavât, 84; İbn-i Mâce, Duâ, 5)

Bu muhteşem davete, mütenasip bir şevk ile koşmak lâzımdır! Bu davete bîgâne kalmak nasıl bir gaflet, nasıl bir bedbahtlık olur!

Hadîs-i şerifte nakledildiği üzere;

Cebrâil -aleyhisselâm-, Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hutbe îrâd ederlerken gelmiş;

“–Ramazân’a yetişip de ondan affedilmeden çıkan kimse; rahmetten uzak olsun!” diye bedduâ eylemiş, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bu duâya;

“­–Âmîn!” demişlerdir. (Hâkim, IV, 170/7256; Tirmizî, Deavât, 100/3545)

Kadir Gecesi’nin bize tefekkür ettireceği ikinci hakikat, Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Allah katındaki kıymetidir.

Zira Kadir Gecesi; 124.000 peygamber içerisinde, sadece Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e lutfedilmiş muazzam bir ikramdır.

Biz de Allah katında değerli olmak istiyorsak; bu iki kıymete, yani Kur’ân ve Sünnet’e ittibâ etmeliyiz. Kur’ân’ı ve Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i çok sevmeli, onları baş tâcı etmeliyiz.

Unutmayalım ki;

  • Kur’ân’ın nâzil olduğu Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Server-i Enbiyâ oldu.
  • Kur’ân’ı getiren Cebrâil, meleklerin zirvesi oldu.
  • Kur’ân’ın indiği ay; Ramazân-ı şerif, on bir ayın sultanı oldu.
  • Kur’ân’ın indiği gece, bin aydan hayırlı Kadir Gecesi oldu.

Biz de kıymetli olmak istiyorsak, gönlümüzü vahiyle buluşturmaya gayret etmek mecburiyetindeyiz.

Hem de gecikmeden… Zira bu Ramazân-ı şerif;

YA SON RAMAZÂN’IMIZ İSE?

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; namazda huşûu elde edebilmemiz için, onu dünyaya vedâ eden bir kimsenin namazı gibi, yani son namaz gibi kılmamızı emretmiştir.

Ramazân-ı şerifleri de;

“–Nasıl olsa bir daha gelir! Tevbe için, daha iyi bir ihyâ için, nasıl olsa bir fırsat daha olur…” gibi gafilâne düşüncelerle değil;

“–Ya bu Ramazan, son Ramazân’ım ise, ihyâ edebileceğim son Kadir Gecesi ise?” şeklindeki ulvî bir endişeyle edâ etmelidir.

Nitekim;

Geçen sene aramızda olan nice kardeşlerimiz var ki, bu Ramazân’a ömürleri yetmedi. Geçen Ramazan, gerçekten de onların son Ramazân’ı oldu. Geçen sene ihyâ ettikleri veya edemedikleri Kadir Gecesi, son Kadir Geceleri oldu. Bizler de bir gün bu hâl ile hâlleneceğiz. Anadolu’da bir söz vardır:

“Çeşme akarken doldur!”

Rahmetin sağanak hâlinde yağdığı şu günlerde, ilâhî mağfiret ve rahmet yağmurlarıyla perverde olmalı… O lütufları ganîmet bilmeli… Ondan uzak kalmamalı…

Ömür varken her ânını ihyâ etmeli. Her geceyi Kadir bilmeli, her mahrumu Hızır bilmeli.

Ramazân-ı şerif bitince de onu muhafaza için kıvâmı korumalı. Kabulü için duâya devam etmeli. Bayramın içtimâî ibâdetleriyle, şevval oruçlarıyla, Ramazan’da edinilen alışkanlıkları, riyâzatı devam ettirme iştiyâkıyla hareket etmeli.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- şu îkazda bulunur:

“Yaptığınız sâlih amellere gösterdiğiniz ehemmiyetten daha fazlasını, onun kabulüne ve korunmasına gösteriniz.”

Efendimiz buyurur:

“Eğer kullar, Ramazân’ın fazîletlerini bilselerdi, bütün senenin Ramazan olmasını temennî ederlerdi…” (Heysemî, c. III, sf. 141) buyuruluyor.

Ramazan günlerini bu şuurla ihyâ edelim. Sonunda da şöyle niyâz edelim:

Câfer-i Sâdık -radıyallâhu anh- Ramazan ayının son gününde şöyle duâ ederdi:

“Ey Ramazân’ın Rabbi olan ve Kur’ân’ı nâzil eyleyen Allâh’ım!

İşte, kendisinde Kur’ân’ın indirildiği Ramazan mevsimi sona eriyor.

Yâ Rabbî; bütün günahlarım affedilmeden fecrin doğmasından veya Ramazân’ın (ben hâlâ affedilmemiş olduğum hâlde) çıkıp gitmesinden, Kerîm olan Zâtına sığınırım!” (İbnü’l-Cevzî, et-Tebsıra, II, 103)

Cenâb-ı Hak; Ramazân-ı şeriften, Kadir Gecesi’ni idrâk etmiş, bu mübârek mevsimin bütün hayırlarından istifâde etmiş, selâmetle ve ganîmetle çıkabilen bahtiyar kullarından eylesin…

Bu rahmet mevsiminde; mahrum ve perişan kalan, gafil kullarından olma bedbahtlığından muhafaza buyursun.

Âmîn!..