Ömer Bin Abdülaziz

1996 – Nisan, Sayı: 122, Sayfa: 034

SUNUŞ

Vakıf, yaradandan ötürü yaratılanlara karşı merhamet, şefkat ve muhabbetin müesseseleşmiş şeklidir.

Kur’an-ı Kerîm’de güzel bir mü’min olarak rızayı ilahîye vasıl olabilmek için sevdiklerimizden infak etmemiz emrediliyor.

İnsan için dünyaya ait çok kıymetli iki varlık vardır. Biri candır, diğeri ise maddî imkanlardır. Bu iki nesne ile rızayı ilahî ve cennet alış-verişi yapılır.

Hz. Peygamber-Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- buyururlar:

“Size iki nasîhatçı bıraktım. Biri susar, biri konuşur. Susan nasîhatçı, ölümdür. Konuşan ise, Kur’an-ı Kerîm’dir.”

Bu iki nasîhatçının irşadı ile vakıf insanlar ve vakıf müesseseleri teşekkül eder.

Ümmete kucak açan ve sevgi odağı olan bu vakıf müesseseleri, ancak vakıf insanlarla hayatiyyetini devam ettirir. Vakıf müesseselerinin ömrü de, ekseriya bu vakıf insanların ömürleri kadardır. Bugün o diğergam insanların îman ve vecd dolu gönüllerin ruhî derinliklerine inebilmek, onları duymak, anlamak ve onların gönül yapılarından hisse almak mecburiyetindeyiz. Manevî ışıklarla ruhumuzun derinliklerine girip, bugün darüssıla hasretini çektiğimiz gibi o yapıya kavuşmamız zarurîdir.

Vakıf insanların en zirvesinde peygamberler ve Ashab-ı kiram bulunur. Onlar çok kısa zamanda gönüllerdeki îman heyecanını dünyanın dört bir tarafına taşımışlardır. Yine tarihin en güzide altın sahîfelerini onlar doldurmuşlardır.

Bu sayıdan itibaren tarihe bir şeref ve insanlık abîdesi olarak geçen bu vakıf insanların, hakim oldukları beldelerde rızayı ilahî için yaptıkları merhamet ve şefkat dolu hizmetlerini, yön veren nasîhatlerini ve tarîhe bir armağan olarak bıraktıkları hayat hikayelerini anlatacağız, ibret ve öğüt vesilesi olur ümidiyle, teberruken Ömer b. Abdülazîz’den başlayarak, tarîhin altın sahîfelerini ehemmiyetli bir bölümünü teşkîl eden Osmanoğulları’nın abide şahsiyetleriyle devam etmeyi arzu ediyoruz.

Kendimize ve muhterem okuyucularımıza faideli olmayı Cenab-ı Hakk’dan niyaz eder, rahmetine sığınırız…

Ömer Bin Abdülaziz

Emevî halîfelerinin sekizincisidir. 60 (Hicrî)/ 679 (Mîladî) senesinde Medîne-i Münevvere’de doğmuştur. Annesi Hz. Ömer’in -radıyallâhu anh- torunudur.

Babası Abdülazîz b. Mervan, Mısır’a valî olunca birlikte Mısır’a gitti. Müteakiben ilim öğrenmek için Medîne-i Münevvere’ye döndü. Enes b. Malik, Abdullah b. Cafer et-Tayyar’dan ve Saîd b. el-Müseyyeb gibi büyük alim ve ariflerden ilim öğrendi. Ehl-i hal ve kemal sahibi oldu. Halife Abdülmelik, O’nu Şam’a da’vet ederek kızı Fatıma ile evlendirdi. Halîfe Velid b. Abdülmelik, O’nu 706 senesinde Harameyn valîliğini toplayarak:

“Ey kardeşlerim! Ben Haremeyn valîliğine değil, hizmetçiliğine ta’yin oldum. Asıl gayem, hakkın ve adaletin tevzîidir. Eğer bunları çiğneyenleri bana haber vermezseniz, ind-i ilahîde mes’uliyyet size aiddir. ikazlarınızla bana yardımcı olmanızı istirham ederim.” dedi.

Alimler, bu hususda kendisine yardımcı oldular, Hicaz halkı, kendisinden çok memnun ve mesrur kaldı. Hatta çok kimse, bu huzur halini yaşamak için Hicaz bölgesine hicret etti.

Mescid-i Nebeviyye’yi genişletip îmar ederken dedesi Hz. Ömer’in -radıyallâhu anh- ayağının hiç çürümemiş olarak görüldüğü rivayet edilir.

Halîfe Abdülmelik 717’de vefat etti. Vezîri Reca, valileri toplayıp Halîfe’nin mühürlü vasiyetnamesini açarak okudu. Halîfe, iki oğlu olmasına rağmen, damadı Ömer b. Abdülazîz’i halîfe ta’yîn etmekteydi.

Ömer b. Abdülazîz şaşırdı. Bu yükü taşımaktan korktu, ürktü ve dehşete kapılarak kabul etmek istemedi. Etrafındaki alimler, kabul etmediği takdirde ind-i ilahîde mes’ul olacağını, bu yükün ancak kendisi tarafından taşınabileceğini bildirerek kendisini îkaz ettiler. Kabul etmek mecburiyetinde kaldı.

Halîfe olduktan sonra getirilen süslü alay atlarına binmedi ve hilafet sarayına değil:

“Benim kıl çadırım bana yeter!” diyerek evine gitti. Hanımını yanına çağırdı:

“Eğer benimle yaşamak istiyorsan, ziynet ve mücevherlerini “beytülmal”e bırak. Zîra onlar, senin yanında iken, ben seninle olamam…” dedi.

Hanımı da onun bu arzusunu yerine getirdi. Bütün ziynetlerini beytülmale hediye etti. Kendisinin 50.000 altınını fukara ve gurabaya dağıttı. Hizmetkarlarını serbest bırakarak teb’asının en mütevazî yaşayan bir ferdi gibi yaşayarak, ümmete tevazu ve fazîlet örneği oldu.

Halifeliği döneminde yaptığı bütün işlerde Kıyamet gününü, hep gözünün önüne getirip, kalbinde hissederek, devamlı bir vicdan muhasebesi içindeydi. Halkının haklarını layıkı veçhile yerine getirememekten çok endîşe ederdi. Hulefa-i raşidînin izinden yürüdüğü için kendisine “Beşinci Halîfe” unvanı verildi.

Halîfe olduğu zaman, oldukça iri bir vücuda sahipti.

Fakat kısa zamanda eridi Sırtındaki kemik izleri görülür hale geldi.

Ömer b. Abdülazîz hilafet makamına geçtiği gün, zamanın tanınmış, zühd sahibi ve ehl-i hal alimlerini toplayıp:

“Halk bu hilafeti her ne kadar nimet gibi kabul etse de, benim için taşınabilmesi güç, çok ağır bir mes’üliyyet olarak görüyorum. Bana aid tavsiyelerinizi rica ederim” dedi.

Onlardan bir tanesi şu veciz nasihatte bulundu:

“Ey Halîfe! Yarın kıyamet günü kurtulmak istersen, müslümanların yaşlılarını baban, gençlerini kardeşin ve küçüklerini evladın bil! O zaman bütün müslümanlara kendi evindeki ana-baba-kardeş ve evladın gibi muamele etmiş olursun..” dedi.

Müslim ve gayr-ı müslim tebaasının haklarına çok dikkat ederek hakkı ve adaleti yaygınlaş-tırdı.

Ehl-i beyte dil uzatanların çirkin, iğrenç hareket ve sözlerine ma’nî olup son verdi.

Tayînlerinde ehl-i hal ve sufî kimseleri tercih ederdi. Hasan Basrî Hazretleri’ni Basra‘ya, Amr es-Sahî’yi Kûfe kadılığına ta’yîn etti.

Hali, kali ve gönlü ile numune olduğu için O’nun zamanında hidayet bulanların sayısı çok arttı

İslam ordularının doğu ve batıdaki fetihleri devam etti Malatya, Rumlar’dan 100 bin esir karşılığı satın alındı. Pireneler aşılarak Fransa‘ya girildi. Endülüs’de islam medeniyetinin temelleri atıldı. Afrika’da bütün berberiler onun zamanında İslam ile şereflendiler. Gösterdiği hassas siyaset karşısında gayr-ı müslim tab’a tarafından çok sevildi. Onları hakk, adalet ve İslam’ın güzel ahlakı ile tanıştırdı.

Toplumuna bir müslüman yüreğinin nasıl olması gerektiğini sergiledi. Yaşanan bir İslam’dan kafile kafile hidayet orduları meydana geldi.

Abdullah b. İyaz babasından nakleder:

Bir gün, Ömer b. Abdülazîz yanındakilerle beraber bir cenazeyi defn etmişlerdi. Cemaat dağılmıştı. Ömer b. Abdülazîz bir müddet kabrin başında kaldı. Yanındakiler sordu:

“Ey mü’minlerin emîri. Siz bu cenaze sahibi değilsiniz. Niçin burada bu kadar uzun kaldınız?”

Onlara şu şekilde cevap verdi

“Bana kabir, hal lisanı ile,

“Onların kefenlerini yırtıyorum, vûcûdlarını parçalıyorum, kanlarını emiyorum.. Hala benden ibret alınmıyor!..” diyor “.

Bu sözleri söyledikten sonra Halîfe ağlamaya başladı. Etrafındaki yakınlarına şu nasîhatte bulundu:

“Dünya ne kadar aldatıcı! Dünya’da üstün mevkî ve varlık sahibi olmak hiç fayda vermiyor. Genç, ihtiyarlıyor, sonunda oluyor. Sakın dünyanın fanî lezzet ve safası bizi aldatmasın! Hani nerede bizden evvel yaşayıp, ölümü kendisine uzak görenler?! Burada sıhhat, güç ve kuvvetlerine aldandılar. Bu yüzden günah işlediler.

Çok zavallı kimseler de onlara gıpta edip “Biz de onlar gibi yaşasak” diyorlardı. Şimdi onlara ne oldu? Toprak bedenlerini yedi kemikleri kurtlara azık oldu. Halbuki onlar, dünyada iken kuvvetli bir aile içendeydiler. Herkes kendilerine ikram ediyordu.

Şimdi ise heyhat!.. “

Yine Ömer b Abdülaziz’in hutbelerinden bazı bölümler:

“Ey insanlar! Sizler ölümün hedeflerisiniz. Ölüm, sizden dilediğini seçer. Dün geçti, o sizin hakkınızda şahiddir. Bugün mühim bir emanettir. Onun kıymetini iyi bilip değerlendirmek lazımdır. Yarın ise, içindeki meçhul hadiselerle gelmektedir. Ölümden kaçış nereye olacaktır? Sizler şu dünyada yüklerinizi bineklere yüklemiş yolcular gibisiniz. Yükleriniz başka bir alemde çözülecek. Sizler şu dünyada sizden önce gelenlerin yerine geçtiniz. Fakat siz de yerinizi sizden sonra geleceklerin yerine terk edeceksiniz.

Sizin aslınız, yani dünyaya gelmenize vesîle olanlar, hemen hemen hiç kalmadı gibi…

Sizler de aynı şekilde göçeceksiniz!

Ey cemaat! Kendimde bir üstünlük gördüğüm için size böyle nasîhat ettiğimi zannetmeyin! İçinizde belki benden daha çok rahmet ve mağfirete muhtaç kimse yoktur. Kendim ve sizler için Rabbime sığınıyorum. Allah’ın (c c) kitabını, Allah Rusûlü’nün (s a) sünnetini, güzel ahlak ve kalbî duygularını kendinize örnek alınız. Ancak kurtuluş bundadır”.

Hasta yatağında iken yakınları:

“Senden sonra evlatlarına, ailene beytülmalden bir şeyler vasıyyet et'” dediklerinde o:

“Çocuklarım ya salih veya şerli kimseler olacaktır. Salih olurlarsa onların böyle bir şeye ihtiyacı yoktur. Şayet şerli olacaklarsa, benim onlara bırakacak birşeyim yoktur. Her iki halde de buna lüzum kalmamaktadır.” dedi.

Ömer b. Abdülaziz’in vefatına bütün tab’a üzüldü. Hatta bir rahibe ağlıyordu. Kendisine:

“Sen Hıristiyan olduğun halde niye üzgünsün? Denildi. Cevaben yine ağlayarak:

“Yeryüzünde bir Güneş vardı. O şimdi battı!.” dedi.

Mus’ab b. A’yun anlatır:

“Ömer b. Abdülaziz halife iken Kırman’da koyun güderdim. Koyunlar ile kurtlar birlikte dolaşırdı. Bir gece ansızın kurtlar koyunlara saldırdı. İçimden:

“Şu adil halîfe ölmüş olmalı'” dedim. Araştırdım. Ömer b. Abdülaziz’in o gece vefat ettiğini öğrendim.

Rahmetullahi Aleyh!..

Hakk Teala -celle celâlühû-, onların örnek yaşayışından, rikkat ve zerafet dolu kalb alemlerinden bizlere de bir hisse nasîb eylesin. Amîn..