O Ki O’nun Hürmetine Varız!

Bir Soru Bir Cevap

Yıl: 2008 – Ay: Nisan – Sayı: 19

Allâh’ın sevdiği bir kul olabilmek husûsunda Peygamber Efendimiz’i tanımanın, sevmenin ve itaat etmenin ehemmiyeti nedir?..  

Hazret-i Mevlânâ’nın veciz bir ifâdesi vardır:

“İki dünyâ, bir gönül için yaratılmıştır! «Sen olmasaydın, Sen olmasaydın bu kâinâtı yaratmazdım!..» ifâdesinin mânâsını iyi düşün!..”

Varlıkların yaratılışında, Allah Teâlâ’nın, sevgili Rasûlü Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’a olan muhabbetinin mühim bir yeri vardır. İlâhî muhabbet sâikıyla yaratılan kâinâtın ve onun özü durumundaki insanın aslî cevherini “Muhammedî Nûr” teşkîl eder. İlk yaratılan nûr, O’nun nûrudur. Bütün varlıklar, O nûrun şerefine halk edilmiştir.

Nerede bir güzellik varsa, O nûrdan bir akistir. Âlemde bir çiçek bile açılmaz ki, O’nun nûrundan olmasın! O ki, O’nun hürmetine varız. O, sol­mayan, aksine gün geçtikçe tâzelik ve tarâveti daha da artan, serâpâ nûrdan ibâret bir gonca-yı ilâhî… Bütün varlıklar O’nun medyûnu ve meclûbu… Nite­kim Fahr-i Kâinât Efendimiz bu hakîkati ifâde sadedinde buyurmuşlardır ki:

“Cinlerin ve insanların âsîleri hâriç, yer ile gök arasındaki her şey, benim Allâh’ın Rasûlü olduğumu bilir.” (Ahmed, III, 310)

Nitekim şehidler meşheri Uhud, O’nu tanıdı. Mescid-i Nebevî’deki hurma kütüğü, O’nu tanıdı ve hasretiyle inledi. Hayvanât bile O’na sığınıp O’nu kendine dert ortağı yaptı… O’nu ancak Ebû Cehil ve emsâli, ölü kalpli nasipsizler tanıyamadı, anlayamadı, göremedi; kendileri gibi etten bir kalıp zannetti…

Cenâb-ı Hak O’nu bütün insanlık âlemine emsalsiz bir örnek şahsiyet olarak armağan etti. İslâm ile murâd ettiği “kâmil insan” modelini, Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in şahsında sergiledi.

O’nu insanlığa en mükemmel bir fiilî kıstas kıldığı içindir ki tarihte hayatının tamamı en küçük teferruâtına kadar tespit edilebilen tek insan, Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- olmuştur. İslâm kültüründe yazılan bütün eserler, bir kitabı, yâni Kur’ân-ı Kerîm’i; ve bir insanı, yâni Peygamber Efendimiz’i îzah edebilme gayretinin mahsûlüdür.

Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın örnek şahsiyeti; berrak bir ayna gibidir ki, her insan o aynada iç âlemini, sözünü ve amelini, ahlâkını ve âdâbını seyredip seviyesini ve durumunu mîzân edebilir. Yine O’nun yetim çocukluktan başlayıp peygamberlik ve devlet reisliğine kadar bütün beşerî kademeleri kuşatan örnek hayatı; bütün renk, âhenk ve çeşnisiyle en müstesnâ çiçeklerle bezenmiş bir cennet bahçesini andırır ki, arayanlar, kendileri için güllerin en güzellerini o gülistanda bulabilirler.

Ancak bu arayışın yegâne gönül sermâyesi, muhabbetle itaattir. Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, yaratılıştan gelen muhabbet temâyülünü olgunlaştırıp ulvîleştiren ilâhî muhabbetin tecellî merkezidir. İlâhî aşk tohumu, ancak Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın muhabbet toprağında yeşerip neşv ü nemâ bulabilir. Kulu, Allâh’a muhabbet deryâsına götürecek olan yegâne muhabbet pınarı O’dur. O’nun muhabbet iklîmi, nice taşlaşmış gönülleri bile bir mücevher sâfiyetine yükseltmiştir.

Mânevî bakımdan bu yükselişin yolu, Allah ve Rasûlü’ne olan muhabbeti bütün fânî muhabbetlerin üstünde tutmaya ve son nefese kadar bunu devam ettirme gayreti içinde olmaya bağlıdır.

Muhabbet-i Rasûlullâh’ı lâyıkıyla yaşamayanlar, gerçek muhabbetin tadını alamazlar. Bezm-i Âlem Vâlide Sultan, Cenâb-ı Hakk’ın, bu âlemi nûr-i Muhammedî muhabbeti sebebiyle halk ettiğini ne güzel ifâde eder:

Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl,

Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl…

Muhakkak ki mü’min, Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’e duygu derinliği ile yaklaştığı, rûhunu nefsânî ve süflî bütün çizgi ve görüntülerden boşalttığı vakit, O’nunla aynîleşme/bütünleşme, O’nun gönül dokusundan ve muhabbetinden hisse alma yolundadır.

Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın muhabbetinden hisse almayan gönüller, O’nun yaratılış gâyesine yabancılaşan ve Hakk’ın muhabbetinden mahrum kalan gâfillerdir.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve merhametlidir.” (Âl-i İmrân, 31)

Hiçbir insan, Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye’ye tâbî olmadan, Rasûlullâh’ın örnek hayatıyla istikâmetlenmeden Allâh’ın sevip râzı olduğu kâmil bir mü’min olamaz.

Muhabbetin derecesi, eserinde kendini gösterir. Peygamber Efendimiz’e olan muhabbetimiz, O’nun Sünnet-i Seniyye’sinin rûhâniyeti içinde yaşayabil­diği­miz nisbettedir.

Gönüller muhabbet-i Rasûlullâh’ta hangi mertebeye vasıl olursa, dünyâda nâil olunacak huzur ve saâdet, âhirette ulaşılacak makam, o nisbette yüce olur.

Ayrıca bir mü’minin gönlü, Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’e ne kadar muhabbetle dolu olursa, o kadar azâb-ı ilâhîden uzaklaşmış olur. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın yüce bir vaadidir.

Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:

(Ey Rasûlüm!) Sen onların içinde iken Allah, onlara azâb edecek değildir!..” (el-Enfâl, 33)

Peygamber Efendimiz’in muhabbetinden lâyıkıyla hisse alarak kalplerini îman vecdiyle, gönüllerini Kur’ân rûhâniyetiyle, ruhlarını hizmet aşkıyla, vicdanlarını güzel ahlâkın berraklığıyla süsleyip ebedî saâdetin mânevî hazzı içinde yaşayan mü’minlere ne mutlu!..

Hiçbir mü’min, şüphesiz ki fazîlet, kemâlât ve ahlâkta Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın yüksek mevkiinin kâ’bına varamaz. Bununla birlikte ibâdette, ahlâkta, muâmelâtta ve hayatımızın her safhasında O’na ne kadar benzeme gayreti içinde olursak O’na o kadar yakın oluruz. Bu dünyâda O’nunla yakınlaşmaya çalışalım ki mahşer gününde O’nun şefaatine muhtâcız.

Bunun için de dünyâ zifiri bir câhiliye karanlığına gömülmüş iken Allah Rasûlü’nün ebedî kur­tuluş dâvetini insanlığa duyurmak için tek başına gösterdiği canhıraş gayretlerini unutmayıp bugün O’nun bu gayretlerinin ne kadar içinde olduğumuzu tefekkür etmeliyiz.

Unutmayalım ki bugün nâil olduğumuz îman topluluğu, asr-ı saâdetin kudsî mîrâsının bereketidir. Bizler, bugün sahâbî olma imkânına sâhip değiliz. Ancak âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere “onlara güzellikle tâbî olan” mü’minlerden olup Hak Teâlâ’nın rızâsına nâil olma imkânımız bâkîdir.

Cenâb-ı Hak, gözlerimizi ve gönüllerimizi Nûr-i Muhammedî ile nurlandırsın! O Peygamberler Sultânı’na ümmet olma şerefinin şükrünü lâyıkıyla îfâ edebilmeyi cümlemize nasîb eylesin. Asrımızı ve neslimizi O Peygamberler Goncası’nın rûhâniyet dolu râyihasıyla feyizlendirsin. Zât-ı ilâhîsine sâlih bir kul, Habîb-i Edîb’ine lâyık bir ümmet olabilmemizi ihsân eylesin!

Âmîn…