Nasihat Fayda Verir

Bir Soru Bir Cevap

Yıl: 2011 Ay: Eylül Sayı: 60

Efendim; mâlum olduğu üzere dînimiz “nasihat”e büyük bir ehemmiyet veriyor. Bunun sebep ve hikmetleri nelerdir? Bizleri bu hususta aydınlatır mısınız?

Cenâb-ı Hak, insanı idrak sâhibi bir varlık olarak yaratmıştır. Dînen mes’ûl sayılmak için de bülûğa ermenin yanı sıra, akıl sahibi olmayı da şart koşmuştur. Lâkin akıl nîmeti, bütün insanlarda aynı derecede değildir. Ayrıca kimi insanlar, ilim, terbiye ve tezkiye ile kalbî ilhamlara nâil olmakta ve akıllarını karşılaştıkları hâdiseler karşısında dirâyet, basîret ve firâsetle kullanabilmekte; kimi insanlar ise akıllarını nefsânî arzularına râm ederek, âdeta bir gül bahçesini dikenlerin istilâsına terk etmektedirler.

Bu sebepledir ki, herkes nasihate, yani bir meseleyi değerlendirmekte kendisinden daha dirâyetli olanın îkâzına muhtaçtır.

Öte yandan, Cenâb-ı Hakkʼın insanlık âlemine peygamberler ve kitaplar lûtfetmesi de, insan aklının her hususta hakîkate ulaşmak için tek başına kâfî gelmemesi hikmetine binâendir. Akıl, ancak vahyin rehberliği ışığında doğruya ve hakîkate ulaşabilir.

Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz, bir hadîs-i şerîfinde:

“Din, na­si­hat­ten ibâ­ret­tir.” buyurmuş (Bu­hâ­rî, Îmân, 42) ve bu mübârek sözlerini üç defa tekrarlamak sûretiyle de hem nasihatin ehemmiyetine dikkat çekmiş, hem de nasihatte tekrarın lüzumuna işâret etmiştir.

Cenâb-ı Hakk’ın âyet-i kerîmede, Peygamberimiz’in şahsında bize olan îkâzı çok açıktır:

“Sen öğüt ver (vaaz ve nasihatte bulun)! Çünkü nasihat (ve hatırlatma) mü’minlere fayda verir.” (ez-Zariyât, 55)

Peygamber Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, müslümanın müslüman üzerindeki haklarından birinin din kardeşine samîmiyetle nasihatte bulunması, gıyâbında onun iyiliğini isteyip ona duâ hâlinde bulunması olduğunu bildirmiştir.[1]

Nasihatçinin üç husûsiyeti olmalıdır. Bunlar:

1. Müslümanların uğradığı musibetlere kalben üzülmesi,

2. Müslümanlara nasihat etmeyi kendisine vazife bilmesi,

3. Şahsiyetiyle güzel bir örnek olarak insanlara kurtuluş yollarını göstermesidir.

Velhâsıl müslümanın müslüman üzerindeki bir hakkı olan nasihat, din kardeşliğinin bir vecîbesidir. Bu sebeple İslâm tarihinde, “nasihatnâme” türünde pek çok eser kaleme alınmıştır. Buna küçük bir misâl kabilinden, mîlâdî 11. asırda İran’ın Taberistan ve Gürgân eyalet­lerinde hüküm sürmüş olan Ziyârî hânedânının hükümdârı Keykâvus bin İskender’in kaleme aldığı nasihatnâmesinden bâzı seçmeler sunmak istiyorum:

l Allah Teâlâ’nın emrine uygun şükredersen, azın çok yerine geçer.

l Şahsiyetini, ana-babanın verdiği unvan ile değil, kendi gayretinle kazanmaya çalış! Çünkü anan ve baban sana Ahmed, Mehmed gibi isimler vermiştir. Hâlbuki senin kazandığın ad ve unvan; senin mâneviyat, şahsiyet ve karakter sıfatın olacaktır. Bu sıfatlar sana halk arasında hüsn-i şehâdet kazandırır.

l Ummadığın bir yerden ümidini tam olarak kesme ve bir şey umduğun yerden de sakın çok ümitli olma! Çünkü nasip, umduğun yerden değil, ummadığın yerden de gelebilir.

l Kendini sıkıntıya sokacak sözü söyleme! Bu durumda sükût daha iyidir. Güzel söz söyleyene, güzel cevap gelir. Gelişigüzel ve pervâsızca konuşan, istemediği şeyler işitir. “Kötü söz insanı dinden, tatlı dil yılanı ininden çıkarır.” demişlerdir.

l Başkasının sana dil uzatmasını istemiyorsan, sen de kimseye dilini uzatma.

l İnsan iki hâl üzeredir: Sevinç ve keder. İster kederli, ister sevinçli ol, kederini ve sevincini öyle birisine söyle ki, üzüldüğün zaman o da seninle birlikte üzülsün, sevindiğin zaman o da seninle birlikte sevinsin!

l Kimsenin üzüntüsüne sevinme, böylece kimse de senin üzüntüne sevinmez. Senden aşağı olanlara güzel muâmelede bulun, hakkâniyet göster. Böylece sen de, senden büyük olanlardan güzel muâmele görür, hakkâniyet bulursun.

l Kimseyi incitme. Birisi seni incitse de sen onu incitme, fazîletin nişanı budur.

l İyiliğe ve kötülüğe çabuk sevinme ve üzülme! Zira bu, çocukların işidir. Olmayacak şey için hayallere kapılma, yani olur olmaz şey için gönül dünyana zarar verme! Çünkü akıllı kişiler, esen her rüzgâra îtibar etmezler.

[Bu hususta Hazret-i Mevlânâ şöyle buyurur:

“Senin iç dünyan bir misâfirhâne gibidir. Sevinçler de kederler de gelip geçicidir. Ne sevinçlere aldan ne de gamları kendine dert edin! Gamlar sürûruna mânî olursa üzülme; çünkü o gamlar, sabredersen senin için sevinç ve neşe hazırlamaktadır.”]

l Bilgisiz kişiyi, mârifetsiz insanı, insan yerine sayma, bilgisiz ve mârifetsiz kişiyle arkadaş olup birlikte oturma. Hele kendini âlim sayan, bilgisiz, fazîlet mahrumu câhilden aslandan kaçar gibi kaç! Câhille sohbet etme, sâlihlerle sohbete rağbet et! Çünkü sâlihlerle sohbet ettiğin için, senin şahsiyet, karakter ve hâlin de güzelleşir.

l Kimseye zararın, azarın ve nazarın değmesin!

l Câhilin övdüğü işten sakınmak gerek, tâ ki akıllıların eğlencesi olmayasın! Zira sıradan kişilerin katında övülen insan, seviyeli insanların yanında küçük düşer.

l Namaz kılan kişide büyüklenme olmaz, çünkü namazın aslı tevâzûdur. Sen kendini tevâzûya alıştırırsan, bedenin de sana uyar, tevâzû kazanır. Sen bu şekilde tevâzûyu gözetince, Allah makâmını yüceltir.

l Tecrübeli, şefkatli dostların sana öğüt verirlerse, öğütlerine gönülden kulak ver. Öğüt, akl-ı selîmin meziyetidir. Öğüt veren sâlih dostların yanına yalnız olarak git ve öğütlerinden nasîbini al. Çünkü faydalı öğüt yalnızken daha iyi tahsil edilir. Zira topluluk içerisinde verilen öğüdü halk kabul etmez, yâni insan ekseriyetle o îkazları üstüne almaz, hem de o îkazlar sitem gibi olur.

l Nasıl ki bir gözle görmek, iki gözle görmek gibi olmazsa, iki kişinin görüşü de bir kişinin görüşü gibi değildir. Bu sebeple ehli olan kişilerle istişâre etmek zarûrîdir. Bir doktor hastalansa, kendi kendini ameliyat edebilir mi? Bir hâkim, kendisi için bir hüküm verebilir mi?

[Âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur:

“…Onların işleri, aralarında danışma iledir…” (Şûrâ, 38)]

l Bir konuda bilgin tam olsa da, yine de bilginle gururlanma. Ne zaman sana bir iş düşse, yapabileceğinden emin olsan da buna güvenme. Bir akıllı kişiye danışmadıkça o işe başlama. Kendi görüşünü beğenenlerden olma. Zira istişâre etmek, fazîlet ehlinin amelidir.

l İhtiyaç sahibi birisi senin yanına gelecek olursa, onun selâmeti için gayret et, emeğini ondan esirgeme! Bu, düşmanın veya seni çekemeyen biri olsa da, farklı davranma! Ola ki o düşmanlık dostluğa dönüşür. Zira insan alâkaya ve iltifata mağluptur.

[Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (Fussilet, 34)]

l Çorak yere tohum ekme ve ağaç dikme, çünkü ürün vermez. Yani nankör kişiye iyilik etme. Çorak yerde tohum nasıl boşa giderse, nankör kişiye yapılan iyilik de öyle boşa gider. Fakat iyiliği, lâyık olandan da esirgeme.

l Öfkelenme. Eğer bir kimse sana öfkeyle bir söz söylerse sen ona mülâyemetle cevap ver. Ama ahmak bir kimseye de sakın cevap verme. Nitekim şöyle denilmiştir: “Ahmak kişiye verilecek en güzel cevap, susmaktır.”

l Sözünün başına ve sonuna dikkat et. Birisine bir şey söyleyecek olursan, samîmiyet ve mülâyemetle yüzüne söyle, arkasından aslâ konuşma. Böylece sözü bilerek söyleyenlerden olursun. Çünkü lafını bilmeden konuşan kişi, açık ve anlaşılır konuşan papağana benzer. Papağan sarf ettiği sözden habersizdir.

[Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- buyurur:

“Ne söylediğini, ne zaman söylediğini ve kime söylediğini iyi düşün!”]

l Bilmenin sana ne yararı, ne zararı olmayan sırrı öğrenmeye heveslenme ve sırrını kimseye söyleme. Birkaç kişi bir yere toplanıp otursa, orada biriyle fısıldaşma. İyi dahî konuşsan halk kötüye yorar: “Kim bilir benim aleyhime neler konuşuyor ki, sözünü fısıltıyla söylüyor!” der. Çünkü halkın birbirine olan bu kötü kuşkusu ziyan getirir. Öyleyse sözü açık söyle, ama ne söylersen kendi seviyene göre söyle, haddini aşma.

[Zira âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur:

“Ey îmân edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın…” (el-Hucurât, 12)]

l Akıllıysan harcamanı gelirine göre yap, tâ ki yoksulluk ateşi sana yol bulamasın. Elinde olanla kanaat et, çünkü kanaat en büyük zenginliktir. Sakın açgözlü olma.

l Dünyada iki şey vardır: Halk birinden kaçar, öbürünü sever. Bu dediğimin biri zahmettir, diğeri rahatlıktır. Ama ikisi de insana gereklidir. Çünkü zahmet çeken rahata erer. Bugünkü zahmet, yarının rahatıdır; yarınki rahatlık da önceki günün zahmetidir.

[Fâtımâ vâlidemiz, Peygamber Efendimiz’den ev işlerinde kendisine yardım edecek bir hizmetçi talep ettiğinde, Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- ona şöyle cevap vermiştir:

“İki dünyâda birden rahatlık yoktur. Bu dünyâda katlanacaksın ki, âhırette huzura eresin!”]

l Birisi senin yanında hata yapsa, sonra da dönüp af dilese, o hatayı bağışlamayı boynunun borcu bil. Çok büyük bir suç olsa da affetmek güzeldir. Her işlenen hataya ceza verecek olsan, büyüklüğün nerede kalır?

[Şunu da unutma ki, affede affede ilâhî affa lâyık hâle gelirsin.]

Sonra özür dilememek için hatâ yapmamaya çalış. Birisine karşı âniden hatâ işlersen özür dilemekten de utanma.

[Zira Âlemler Sultânı Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Ey insanlar! Kimin üzerine geçmiş bir hak varsa onu hemen ödesin, dünyada rezil rüsvâ olurum diye düşünmesin! İyi biliniz ki dünya rüsvâlığı âhirettekinin yanında pek hafif kalır.” (İbn-i Esîr, el-Kâmil, II, 319)]

l Bir kişiye sordular: “‒Hiç kusûrun, ayıbın var mıdır?” Dedi ki: “‒Yok!” Yine sordular: “‒Başkasında hiç ayıp gördün mü?” Dedi ki: “Çok!” Dediler ki: “‒O hâlde ayıbı senden çok olan kişi yokmuş!”

l Gençliğini gelişigüzel geçirme, tâ ki yaşlılıkta bilgisiz kalmayasın. Gençlikte tecrübeli sâlih yaşlıları taklit et, tâ ki yaşlılıkta gençlerden utanmayasın.

l Ne olursa olsun gençlikte Allâh’ı unutma ve ölümden emin olma, çünkü ölüm gelince genç yaşlı demez. Öyleyse bilmiş ol, her kim ki doğdu, ölecektir ve her kim ki cihâna geldi, gidecektir.

[Bir kabristanı gezdiğinde, toprağın sînesine tevdî edilmiş her yaşta insanın bulunduğunu görürsün.]


Dipnot:

[1] Tirmizî, Edeb, 1; Nesâî, Cenâiz, 52.