Muhabbet

2005 – Kasim, Sayı: 237, Sayfa: 040

Mü’minliğin kemâli muhabbettedir. Çünkü varlığın sebebi muhabbettir.

***

Var oluşun sebebi, “muhabbet” olduğundan, bu vasıf her canlıda doğuştan gelen bir temâyüldür. Bir akrebin yavrularını sırtında taşıması bile bu muhabbetin bir neticesidir.

***

Muhabbeti bilmeyenin kalbi ham toprak gibidir. Kemâl yolundan mahrûm ve nefsânî arzulara esir olmuş bir durumdadır.

***

Hakîkî bir muhabbet, zahmetleri rahmete inkılâb ettirdiği için, sevilenin meşakkatleri de güzellikleri gibi hoş karşılanır. Bir kimsenin muhabbetinin hakîkî olup olmadığını anlamak ve seviyesini ölçmek için, sevdiğinin meşakkatlerine ne kadar tahammül gösterebildiğine bakmak kâfîdir.

***

Kâmil insan, ışığın etrafında dönen kelebekler gibi Mevlâ muhabbetiyle irâdesiz hâle gelmiştir. Rızâ ve teslîmiyet, Hakk’a muhabbetin en güzel meyvesidir.

***

Muhabbetin zirve seviyede yaşanması, sevenlerin her hâdise karşısında aynı duygulara sâhip olmasıyla, âdeta iki bedende tek yürek hâline gelmesiyle mümkündür.

***

İnsanoğlu en ağır bedeli, muhabbeti uğruna öder. Peygamberlerin katlandıkları bütün ızdıraplar, ümmetlerine duydukları muhabbet sebebiyledir.

***

Bir şeyi ne kadar sevdiğimiz, gerektiğinde onun için yapabildiğimiz fedâkârlık ve girebildiğimiz risk ile ölçülür.

***

Samîmî ve hakîkî bir âşık, sevdiği uğrunda canını bile verse, yine de bir fedâkârlık yapabildiği hissini taşımaz. Sanki borcunu ödüyormuş gibi rahatlıkla bütün varlığını bezleder.

***

Gerçek muhabbet, dünyâda az rastlanan müstesnâ bir ruh hâlidir. Yalnız samîmî ruhlarda barınır. Muhabbet, tecellî edeceği kalbin zemîninde “istikrar” ve onun neticesi olan “vefâ”yı bulmazsa orada barınamaz.

İnsan, bu imtihan âleminde muhabbet duyduğu varlığın buna liyâkati nisbetinde bir netice elde eder. İnsan kalbi, fıtrî olan sevme temâyülünü ancak Cenâb-ı Hakk’a yönelttiği takdirde muhabbette kemâle ulaşabilir!

***

Varılacak nihâî gâye olan “Hakk’a vuslat”ı unutarak; mal, mülk, mevkî, servet, âile ve evlâd gibi fânî muhabbet merhalelerinden birinde takılı kalmak, gönül âleminin ziyân edilmesi demektir.

***

Mecnûn’un bütün zaferi, Mevlâ’ya giden yolda Leylâ’yı son durak edinmemesidir. Leylâ, yerine göre karşı cinstir, yerine göre maldır, yerine göre makam ve mevkîdir. Vâsıtanın gâye hâline getirilmesi ne hazindir!..

***

Mecnûn’un hayatının gâyesi olan Leylâ, ilâhî muhabbete bir basamak teşkil etmiştir. Kul, hakîkatini aradığı ilâhî muhabbet âleminde yerini bulunca, hayâtındaki Leylâların rolü biter.

***

Ne mutlu o mü’minlere ki Allâh ve Rasûlü’nün muhabbetinden başkasına gönül vermezler, yabânî bahçelerin sahte çiçeklerine aldanmazlar!..

***

Kul, muhabbetullâhı, Allâh’tan gayri her şeye âit muhabbet ve bağlılığın üstüne çıkarmadıkça sırât-ı müstakîme lâyıkıyla ulaşamaz.

***

İnsanoğlunun yeryüzündeki vazîfesi, ilâhî muhabbeti gönüllere aşılayan bir rahmet kapısı olmaktır. Büyük ruhlar, Hakk’ın muhabbet nazarı ile mahlûkâta bakış tarzına muvaffak olanlardır.

***

Bizi kurtaracak ruh hâli, bize Hira Dağı’nda lutfedilen mukaddes mîrâsa muhabbettir.

***

Muhabbet ehli, ilâhî aşk deryâsının tadına varmaya çalışır. Damla, deryânın lezzetini tattığı anda, deryâya kavuşmuş demektir. Rahmet deryâsından kaçıp da yosunlu kıyılarda saâdet arayanlar, ancak kendi varlıklarını kemirirler. İlâhî aşk deryâsının lisânından anlamayanlar, kalb fukarâlarıdır.

***

Bilmeliyiz ki bayram, ferdî bir neş’e vesîlesi veya bir tâtil değil, umûmî bir şefkat, merhamet ve muhabbetin yaşandığı, ictimâî saâdet günleri olmalıdır.