Merhamet Tezâhürleri

1998 – Ocak, Sayı: 143, Sayfa: 020

Îmânın ilk meyvası merhamettir. Ondan uzak bir gönül zî-hayat (hayat sâhibi, canlı) değildir. Her hayrın başı olan besmele ve fâtiha, Allâh’ın Rahmân ve Rahîm (merhamet) isimleri ile başlar. Peygamberler ve velîlerin hayat hikâyeleri de merhamet menkıbeleri ile doludur.

Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-:

“Yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin!” buyurarak merhametin bütün mahlûkâtı içine aldığını ifâde buyururlar.

Merhametin en olgun tezâhürleri de, birer kulluk vazîfesi olan infâk, zekât ve öşür gibi mâlî ibâdetlerdedir.

1. İnfâk

Kur’ân-ı Kerîm’de 200 yerde zikredilen infâk, malın ve canın Allâh’a adanışıdır. Buna göre müslüman da, hem varlığını hem de canını Allâh’a adayan insandır.

İkinci Akabe bey’atinde Abdullâh bin Revâha:

“-Yâ Rasûlallâh! Rabbin ve senin için şartların nedir?” demişti.

Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- buyurdu ki:

“-Rabbim için şartım, O’na ibâdet etmeniz, O’na hiçbir eş tutmamanızdır! Kendi hakkımdaki şartım da, canlarınızı ve mallarınızı nasıl müdafaa ediyorsanız beni de öyle korumanızdır.”

Tekrar soruldu:

“-Böyle yaparsak bize ne vardır?”

Cevâben O:

“-Cennet vardır!” buyurdu.

Bunun üzerine orada bulunanlar da:

“-Ne kârlı alış-veriş! Bundan ne döneriz, ne de dönülmesini isteriz!” dediler.

İşte bu muhâvereden sonra şu âyet-i kerîme inzâl buyuruldu:

“Allâh, mü’minlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır…” (et-Tevbe, 111)

Bu âyet-i kerîmede, nefsin ve malların Allâh’a satılışı ve adanışı vardır.

Cân, gâzî ve şehîdlikle satılır.

İşte İslâm’ın ilk mübârek şehîdesi Sümeyye Hatun!.. Ne kadar ulvî bir îmân heyecanıyla canını Allâh yolunda infâk etti. Artık o, cenneti satın almış ve kıyâmete kadar gelen mü’minlerin gönüllerinde taht kurmuş olarak ebedî mükâfâtının verileceği ânı bekliyor. Demek ki, canımızla, malımızla infâka yönelmeliyiz.

Dev bir Rusya haritası içinde bir nokta kadar olan Çeçenistan, can ve malın infâkı neticesinde te’yîd-i ilâhîye mazhar oldu. Koca Rus ordusu da, ebâbîl kuşlarının perîşân ettiği fil ordusunun hazîn âkıbetine dûçâr oldu.

Çanakkale harbinde de Türk ordusunun atacak barutu kalmamasına rağmen müşahhas can ve mal infâkı yaşandığı için zafer müyesser olmuştu. Târîhte böyle misâller çoktur.

Malın satılması ise infâk terimiyledir. Cenâb-ı Hakk, müttakîlerin vasıflarını sayarken:

“Kendilerine verdiğimiz rızıktan Allâh yolunda infâk ederler.” (el-Bakara, 3) buyurmaktadır.

Allâh için vermenin umûmî ismi olan sadaka ve infâkın nev’i çoktur.

Sadaka ve infâk, var olanı vermekten başlar. Buna göre yarım hurma dahî infâktır. Kulu cehennem ateşinden muhâfaza eder. Dolayısıyla Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- her mü’mini zengin görür. Çünkü O, hadîs-i şerîflerinde mü’mindeki tekbîr, tevhîd, emr-i bi’l-ma’rûf, mazlûma yardım, mü’mini tesellî, muzdarip gönülleri sevindirme, yoldan eziyet verici şeyleri izâle, hasta ziyâreti v.b. husûsların birer sadaka olduğunu buyurur.

Bu itibarla asıl zenginlik, gönüldeki kanâatledir. Herkes, kanâati kadar zengindir.

Gönlü zengin kimselerin ise, bir tebessümü bile sadaka yerine geçer. Çünkü, gönül zengini, tebessümünün sevgisi ile ferâhtır ve etrafını da ferâhlatır. Ve gerçekten bu hâl, ne kadar güzel bir infâktır. Bunun aksi olarak gönül fakîri olanları ise, hiçbir şey zenginleştiremez.

Demek ki hakîkî zenginlik, mal çokluğu değil, gönül zenginliği iledir. Gerçek mü’minler de, bu zenginlik nîmetine sâhib olup infâkda bulunanlardır. İnfâk, bir mü’minin mükellef bulunduğu diğergâmlık ve duyarlılığın en kâmil bir tezâhürüdür.

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-‘ın Şam’a gidişinde deveye binme sırası kölesine geldiğinde şehrin kapısına varmış olmalarına rağmen deveye ısrarla kölesini bindirmesi ve kendisi yaya, kölesi ise devenin üzerinde olduğu halde Şam’a girmesi, kâ’bına varılmaz bir infâk tezâhürüdür.

Yine Hazret-i Alî -radıyallâhu anh- ile Fâtımatü’z-Zehrâ -radıyallâhu anhâ-, sadece iftâr edecek kadar yiyecekleri varken, üç gün üstüste miskîn, yetîm ve esîrin gelip Allâh rızâsı için istemelerine mukâbil iftarlıklarını verip kendileri üç gün su ile oruç tutmuşlardır ki, bu, ne ihtişamlı bir infâk manzarasıdır!

Yine Yermuk Seferi’nde şehîd olmak üzere bulunan üç yaralı mücâhide ayrı ayrı verilmek istenen suyu her biri diğerine havâle etmiş, neticede hiçbirine vefât etmeden yetişilip su verilememiş ve hepsi son nefesinde bir yudum suya hasret olarak şehîd olmuşlardır. Bir bardak su, ortada kalmıştır.

Bunlar, infâkın en yüksek derecesi olan îsârlardır.

Îsâr, kendinden koparıp verme, kendi hakkını kardeşine devretme hâdisesidir ki, bugün cem’iyyetimizde yok denecek kadar azdır. Ancak zekâtın biraz daha ötesine gitmek, infâka daha fazla yer vermek teşvîk edilmeli ve bu iş müesseseleştirerek düzenli bir şekle konulmalıdır. Bu müesseselerde aynı zamanda İslâm’a hizmet edecek gayretli insanlar yetiştirilmelidir. Ayrıca ümmet-i Muhammed’in istifâde edeceği hastanelerin, şifâhanelerin, muzdariplerin kalacağı huzûr evlerinin yapılması da, bugünkü toplum üzerine en ehemmiyetli bir vecîbedir.

İnfâkın, gerçek bir mü’minin tabîat-i asliyyesi olması zarûrîdir. Cenâb-ı Hakk:

“O takvâ sâhipleri ki, bollukta da darlıkta da Allâh için infâk ederler; öfkelerini yutarlar ve insanları afvederler. Allâh da, (bu şekilde davranan) ihsân sâhiblerini sever.” (Âl-i İmrân, 134) buyurmaktadır.

Rivâyete göre Câfer Sâdık Hazretleri’nin bir kölesi vardı. Kendisinin yakın hizmetlerini görürdü. Birgün köle, getirmiş olduğu içi çorba dolu bir kâseyi kazârâ Câfer Hazretleri’nin üzerine döktü. Üstü başı çorbaya bulanan Câfer Hazretleri de, öfke ile kölenin yüzüne baktı. Bunun üzerine köle:

“-Efendim Kur’ân’da «öfkelerini yenenler» takdîr buyuruluyor!” diyerek bu husûsdaki âyet-i kerîmeyi okudu.

O zaman Câfer Sâdık Hazretleri:

“-Öfkemi yendim!” dedi.

Bu sefer köle:

“-Kur’ân’da aynı yerde «insanların kusurlarını bağışlayanlar» da takdîr buyuruluyor!” dedi ve âyetin bu husûsla alâkalı kısmını okudu.

Câfer Hazretleri:

“-Haydi bağışladım seni!..” dedi.

Bu defâ da köle:

“-Kur’ân’da aynı âyetin devamında «Allâh ihsânda bulunan, iyilik eden kimseleri sever!» buyuruluyor!” diyerek âyetin, bu son kelimelerini okudu.

Bunun üzerine Câfer Sâdık Hazretleri:

“-Haydi git, hürsün artık; seni Allâh için âzâd ettim!..” dedi.

Bunlar, ümmete nümûne olacak infâkın ne güzel müteselsil tezâhürleridir.

Allâh Rasûlü’nün bildirdiği üzre, susuzluktan soluyan bir köpeğe su veren günâhkâr bir kadın, sırf bu merhamet tezâhürü sebebiyle binlerce günâhının afva mazhariyetiyle taltîf edilerek cennete nâil olmuştur. Buna mukâbil, kedisine merhametsiz davranarak, onun açlığına aldırış etmeyen bir kadın da cehenneme dûçâr kılınmıştır. Bu misâller, bir müslümanın gönül âlemini istikâmetlendirmesi bakımından ibretlidir.

Mü’min, muzlim ve karanlık bir gecenin mehtâbı gibi derin, hassâs, rakîk, diğergâm, merhamet ve şefkat sâhibi, cömert ve nûrlu olmalıdır.

Kardeşlik duygularının zayıfladığı, ictimâî huzûr ve sükûnun selb olduğu, kin ve husûmetin çoğaldığı cemiyetimizde bugün ciddî bir infâk seferberliğine ihtiyaç vardır. Muzdarip ve muhtaç insanların yerinde biz olabilirdik. Bunun için onlara olan infâkımız, Rabbimize karşı bir şükür borcudur. Büyük velî Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri, halkla beraber pâdişâhları bile infâk seferberliğine dâvet etmiştir. Sultan III. Murad’a yazdığı bir mektupda şöyle buyurur:

“-Deden Kânûnî Sultan Süleyman nasıl Istırancalar’dan su getirip İstanbul halkını suya kavuşturdu ise, sen de Bolu ormanlarından odun getirip bu kış İstanbul halkının fakîrlerine tevzî et!”

İnfâk seferberliği, hem kendimiz hem de yavrularımız için çok ehemmiyetlidir. Bizler, çocuklarımızı nasıl küçük yaşta namaza alıştırmakla mükellefsek, aynı zamanda infâk heyecanı vermeğe ve bir muzdaribi sevindirme ibâdetine alıştırmaya da mecbûruz. Şâyet bu işin alışkanlığını küçük yaşlarda kazandırmazsak, onlara yazık etmiş oluruz. Onlar, mülkün sâhibinin Allâh olduğu idrâki içinde büyümelidirler.

İslâm’ı ihyâ etmek isteyen, imkânları mahdûd olsa dahî elinden geldiği kadar muhtaç ve muzdariplere omuz vermek, gönül vermek, duâ etmek mecbûriyetindedir. Bir muzdaribin derdini paylaşmak da infâktır. Ve bugün için en büyük hizmet, rehber insanlar yetiştirecek müesseseleri ihyâ etmek, onlara infâkta bulunmaktır. Bir mütefekkirin dediği gibi:

“Hâkim milletlerle mahkûm milletler arasındaki en mühim fark, bir avuç iyi yetişmiş insandır!”

İşte bu bir avuç insanadır cihânın bütün susuzluğu.

İslâm, hayât hâlinde değilse, müslüman eziliyor ise, çıkış yolu için yeniden silkinmemiz lâzımdır. Önce bu silkinişe gönül vermek gerekiyor. Toplum, bizlerle gerçek bir müslüman yüreğinin nasıl olduğunu tanımalıdır. Bunun için örnek bir hassâsiyet ve diğergâmlık sergileyebilmeliyiz.

Bu da infâk ile mümkündür.

Nitekim İslâm’da en ulvî müesseselerden biri olan vakıfların rûhu, temeli hep bu infâk temâyülüdür.

Yâni infâkta müesseseleşme, vakfı meydana getirir. Vakıf, mülkiyetin Allâh’a adanması, temlîk ve temellükten menedilen malın Allâh için ebedîleştirilmesi demektir. İnsanlıkta kemâl, yaradılan her şeye şefkat, merhamet ve tebessümle yaklaşabilmekle kâimdir. Canı ve malı Allâh için hîbe edebilme ise, bir nevî cenneti satın alabilme gayretidir.

İnsanoğlu için kalbi Allâh’dan alıkoyma ve kendine bendetme istidâdı en fazla malda ve evlâdda mevcûddur. Bundan dolayı Allâh Teâlâ buyurur:

“Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihândır. Büyük mükâfât ise, Allâh’ın yanındadır.” (et-Teğâbün, 15)

“Ey îmân edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allâh’ı anmaktan alıkoymasın!..” (el-Münâfikûn,9)

“… Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (et-Teğâbün, 16)

“Eğer Allâh’a (rızâsı uğruna) borç verirseniz, Allâh onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Allâh çok mükâfât verendir, cezâ vermekte acele etmeyendir.” (et-Teğâbün, 17)

Bunun içindir ki, yoksullar, fakîrler ve garîbler, varlık sâhipleri için aslında büyük bir nîmettir. Cennet kapıları, onların duâları ile açılır.

Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, infâk etmeyi çok tavsiye ederlerdi. Hazret-i Bilâl’e:

“Yâ Bilâl! İnfâk et! İnfâk etmekle, Arş’ın sâhibinin senin malını azaltacağından korkma!..” buyurmuşlardır.

İnfâklar, sermâyenin bir kanser hâline gelmemesine en güzel bir devâ ve çâredir.

Dolayısıyla bu devânın maddî ve mânevî dağıtım yeri olan vakıflar, toplumun merhamet âbideleridir. İnfâkların en güzel tevzî yerleridir. Zenginlerin infâklarına ulvî bir köprüdürler. Öyle ki, zenginle fakîr arasındaki kin ve hasedi gidererek cemiyette müşfik bir âhengin en mükemmel bir âmili olurlar.

Câlib-i dikkattir ki, ecdâdımız Osmanlı’da yüzbinlerce vakıf kurulmuş, her biri infâkın en güzel örneklerin vererek uzun asırlar devam etmiş ve son zamanlarındaki talana rağmen 26.798’i hâlâ ayakta kalabilmiştir. Derûnî ve yüce hislerle İslâm’ı en güzel bir şekilde anlayıp yaşayan Osmanlılar, dünyâya müslüman yüreğindeki engin şefkat ve merhameti böylece sergilemişlerdir. O derecede ki, insana hizmet en kâmil bir şekilde îfâ edildikten sonra kalblerdeki merhamet, kış aylarında aç kalan kuşlardan diğer sakat hayvanların korunmasına kadar genişlemiştir.

Onlar, yüzbinlerce vakıfla toplumu şefkat ve merhametle ağ gibi örmüşler ve âdetâ sarılmadık yara bırakmamışlardır.

Diğer bir ifâdeyle vakıf, İslâm’ın, yaradılmış her şeye karşı müslümana yüklediği bir mes’ûliyyettir. Vakıflar, yaradandan ötürü yaradılanlara sevgi, şefkat ve merhametin ortaya konduğu müesseselerdir. Allâh -celle celâlühü- insanı, kâinâtı, eşyâyı emânet olarak vasıflandırmaktadır. Kâinâtta her şey insana emânet olarak tevdî edilmiştir. Evlâd, mal, mülk, sıhhat, hepsi bu muhtevâ içindeki emânetlerdir. İnsan bunları titizlik ve hassâsiyetle korumak mecbûriyetindedir. Emânetin yerine teslîmi de rahmettir, berekettir.

Nitekim Cenâb-ı Hakk’ın “sadaka” husûsundaki emrinden sonra ashâb-ı kirâm arasında âdetâ bir seferberlik başlamış, herkes, neyi varsa Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘in önüne getirmişti. Onlar, her zaman “Sadakaları Allâh alır!” âyetinin verdiği coşkuyla, getirdiklerini Rasûlullâh -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘e Allâh yolunda cân ü gönülden takdîm ediyorlardı.

İnfâk, yalnız maddî değildir. Rabbin ihsân ettiği her şey infâk edilecektir. Yaşanarak teblîğ edilen İslâm, en güzel infâktır. Ashâb, dünyânın en ücrâ köşelerine kadar i’lâ-yı kelimetullâh aşkıyla kendilerini İslâm’a infâk etmişlerdir. Bunların ikisi Abbâs -radıyallâhu anh-‘in oğlu Kusam -radıyallâhu anh- ile Hazret-i Osmân -radıyallâhu anh-‘in oğlu Muhammed -radıyallâhu anh-‘dır. Gidebildikleri son nokta olan Semerkant’a İslâm’ın nûrunu ve huzûrunu taşımışlardır. Bu hâlis infâk niyeti, bereketli bir rahmet olarak tecellî etmiş, ardından İmâm Buhârî, İmâm Kâsânî, İmâm Tirmizî, Şâh-ı Nakşibend gibi birçok zirve Allâh dostlarının yetişmesine vesî-le olmuştur.

Bugün de, aynı vecd ve heyecanla İslâm’ı yaşayıp, teblîğ ederek bir hayat tarzı hâlinde dünyâya sunmak, yine en güzel bir infâk olacaktır.

Yâ Rab! İnfâk, kalblerimizin tükenmez hazînesi olsun!

GELECEK SAYI:

Zekât, Öşür ve İnfak Âdâbı