Maldan, Candan, Evladdan Geçmeden Halil (Dost) Olunmaz

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

MALDAN, CANDAN EVLÂTTAN GEÇMEDEN HALİL (DOST) OLUNMAZ

Peygamberler diyarındayız. İbrahim -aleyhisselâm-ʼın diyarındayız. İbrahim -aleyhisselâm-, Halîl/Allah dostu. Halîlullah sıfatı onun. İkinci büyük peygamber. Neyle Halîl oldu? Neyle dost oldu?

Malı (vâsıtası)yla “dost” oldu. Teferruata girmeyeceğim. Cenâb-ı Hak “Halil İbrahim bereketi” (ihsan) buyurdu. Sofrada eskiden -bilmiyorum burada da var mıdır- hep “Allah Halil İbrahim bereketi versin” diye dua edilirdi. Onun cömertliğinin bir nişânesi. Allah için cömertlik…

Malı (vâsıtası)yla “Allah dostu” oldu.

Canı (vâsıtası)yla “Allah dostu” oldu.

Nemrudʼun ateşlerine karşı tevhîd için mücadele etti. Tevhîd mücadelesi verdi. Tevhîdi korumak için yanmaya râzı oldu.

Canı (vâsıtası)yla “dost” oldu. Cenâb-ı Hak da:

“…Ey ateş! İbrahimʼe serin ve selâmet ol.” (el-Enbiyâ, 69) buyurdu.

Üçüncüsü; bir tek oğlu vardı. Çok seviyordu İsmâil -aleyhisselâm-ʼı, oğlunu. Sekiz-dokuz yaşındaydı. Daha evvel Cenâb-ı Hakʼtan evlât istedi. Gönlünde bir evlât sevgisi belirdi. Fakat gönül, Cenâb-ı Hakkʼın tahtı. Cenâb-ı Hak, İsmâil -aleyhisselâm-ʼı verdi. Çok seviyordu, çok takvâ, müttakî bir evlâttı.

“‒Yâ Rabbi! Bana bir evlât ver, onu ben kurban edeyim Sana!” dedi. “Yani sevgimin bir derecesini göstereyim.” dedi.

İsmâil -aleyhisselâm- büyüdü, sekiz-dokuz yaşına geldi. Tevriye günü, arefe günü, bayramın birinci günü, üst üste rüya gördü üç gün; “kurban et” diye.

Annesi Hacerʼden nasıl alayım diye:

“‒Onu yıka, dedi, guslettir dedi, bir dostuma götüreceğim.” dedi. “Bir de bıçak ver.” dedi.

“‒Ne yapacaksın bununla?” dedi.

“‒Bununla dostuma bir kurban keseceğim.” dedi.

Beraber yola çıktılar; bugün kurban kesilen mahalle doğru. Akabeler var; büyük şeytan, küçük şeytan, orta şeytan. Orada şeytan musallat oldu.

“‒Ey ihtiyar!” dedi. “Senin gördüğün rüya şeytânîdir.” dedi.

İsmâil -aleyhisselâm-ʼa:

“‒Çocuk! Seni baban kesmeye götürüyor.” dedi.

Yukarıda melekler:

“‒Aman yâ Rabbi!” dediler. “Bir peygamber, peygamber olacak bir yavrusunu kurban etmeye götürüyor. Ne dehşetli bir an!” dediler.

İkisi de taşladı. İbrahim -aleyhisselâm- taşladı, İsmâil -aleyhisselâm- da şeytanı taşladılar.

İşte taşlama oradan geliyor. Fakat biz de sırf bu, hacca mahsus değil. Amel-i sâlihlerle daima şeytanlarımızı taşlamamız lâzım. Hep peşimizde şeytanlarımız var. Nefsimiz de bir şeytan, eğer terbiye olmazsa, nefsimiz de bir şeytan oluyor; bizi idlâl ediyor. Amel-i sâlihlerle devamlı taşlamamız zarurî.

Nihâyet kurban yerine vardılar. İsmail -aleyhisselâm-ʼı yatırdı, bıçağı koydu. Vedâlaştılar.

“‒Görüşmemiz âhirette olsun.” dediler baba-oğul.

“‒Baba!” dedi. “Gözümü bağla.” dedi. “Çırpınırım.” dedi. “Sen icrâ edemezsin.” dedi.

Baba-oğul, Cenâb-ı Hakkʼa kurbiyet içinde yattı. Bıçağı koydu İbrahim -aleyhisselâm-.

Cenâb-ı Hak:

“Selâm İbrahim!” dedi Sâffât Sûresiʼnde. “Bu, büyük bir imtihandı, zor bir imtihandı.” buyurdu. “Açık bir imtihandı, sana selâm İbrahim.” dedi. “Sana bir nam verdik.” buyurdu. (Bkz. es-Sâffât, 103-108) Tahiyyatʼtan sonra hep İbrahim -aleyhisselâm-ʼı hatırlıyoruz salevatlarda.

Putperest bir kavimle mücadele etti ve Allah dostu oldu. Bu, Urfaʼya da bir rahmettir -inşâallah-.

İşte biz de o dostluğa yaklaşırsak, Cenâb-ı Hak bize İbrahim -aleyhisselâm-ʼı kıyamet günü yakından tanıtır -inşâallah-.

اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

((O kıyamet günü) ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89])

Cenâb-ı Hak bizden kalb-i selîm istiyor. Berrak bir kalp istiyor.

Velhâsıl kurban bayramı da… Kurban bir nişâne. Küçük bir nişâne. Demek ki kurban bize hatırlatmalı:

Biz ne kadar bir Cenâb-ı Hakkʼa karşı, verdiği nîmetlere karşı, ne kadar bir fedakârlık hâlindeyiz?

Demek ki bir Ramazan bayramını bir takvâ olarak devam ettirebilmek… Kurban bayramını bir fedakârlık olarak devam ettirebilmek… Cenâb-ı Hak; “Mallarıyla-canlarıyla Cennetʼi satın aldılar.” buyuruyor. (Bkz. et-Tevbe, 111)

Demek ki sırf koyun kesmek, kurban değil. Malını da kurban edeceksin Allah yolunda. Kendi nefsin için onu sarf etmeyeceksin.

Canını da öyle. Canın da Allah yolunda olacak. Cenâb-ı Hak;

“Bu, Tevratʼta, İncilʼde ve Kurʼânʼda bir haktır.” buyuruyor. Bu, canını, malını Allah yolunda (sarf ederek Cennetʼi) satın alanlar için. “Allah ile yaptığınız alışverişten sevinin.” buyruluyor. (Bkz. et-Tevbe, 111)

Demek ki bu kurban bize onu hatırlatacak:

Cenâb-ı Hak bize ne verdi? Verdiği her şeyi biz nerede kullanıyoruz?

Hazret-i Mevlânâ da bizden ihlâs(lı olmamızı) istiyor. Bizlere ihlâs, fedakârlık, din kardeşlerine yapılacak hizmetin hangi hassasiyetle yapılması gerektiğini şöyle hatırlatıyor:

“Sakın keçinin gölgesini kurban etmeye kalkışma.” diyor.

İşin zarfına takılıp mazrûfunu unutma. Yani zâhirine takılıp bâtınını unutma, buyuruyor.

“Namazın hakîkatine er.” buyuruyor. Kimin huzûrundasın?

“İşin hendesî tarafında, beden eğitimi hareketlerinde kalma!” diyor.

Zira Cenâb-ı Hak:

فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ

(“O (gâfilâne) namaz kılanlara yazıklar olsun!..” [el-Mâûn, 4]) buyuruyor.

“Orucun hakîkatine er.” diyor. “Orucu, kuru bir perhiz zannetme.” diyor.

Oruçta Allâhʼın nîmetlerinin kadrini düşünmen lâzım. Merhametini, şefkatini yaygınlaştırman lâzım.

“Haccın hakîkatine er.” diyor. “O mukaddes yolculuğu bir seyahat zannetme.” diyor. “…Orada refes yok, fısk yok, cidâl yok…” (Bkz. el-Bakara, 197)

“Zekât, infak, hayır-hasenat, bunların hakîkatine er.” diyor.

Hâlıkʼın (şefkat) nazarıyla mahlûkâta bakış tarzı kazan, diyor. Zira mülk, Allâhʼa âittir. “el-mülkü Lillâh”

Yine Mevlânâ:

“Kurbanın hakîkatine er.” buyuruyor. “Onu kasaplık günleri, et bayramı zannetme.” buyuruyor.

Kurban kesmekten maksat, Allâhʼa teslîmiyet ve takvâ ile kulluk edilmesi hususunda gönüllerin âgâh olmasıdır.

Cenâb-ı Hak el-Hac Sûresiʼnde:

(Kurbanların) ne etleri ne de kanları Allâhʼa ulaşır. Allâhʼa ulaşan, ancak takvânızdır…” (el-Hac, 37)

Yine âyet-i kerîmede, Hac Sûresiʼnde:

“…Sizi hidâyete erdirdiğinden dolayı Allâhʼı çok tâzimle tanıyın…” buyuruyor Cenâb-ı Hak. “…O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. Ve muhsinlere müjdele!” (el-Hac, 37) buyuruyor.

Her şey bir ibret… Cenâb-ı Hak:

اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ : (“…Hiç düşünmez misiniz?” [el-En‘âm, 50])

اَفَلَا تَعْقِلُونَ : (“Akıl erdirmez misiniz?” [Bkz. Âl-i İmrân, 65; el-A‘râf, 169; el-Bakara, 44, 76; el-En‘âm, 32…])

Cenâb-ı Hak bizi hep tefekküre dâvet ediyor. Kurban ayrı bir ibadet. Bir kasaplık olarak görmemek lâzım. Bizi Cenâb-ı Hak her şeyle tefekküre davet ediyor. O kesilen hayvan gibi biz de dünyaya gelebilirdik koyun olarak. İnsanlar bizi kurban ederdi…

Allâhʼın burada nîmetini bir tefekkür etmemiz lâzım. Cenâb-ı Hakkʼın bize -insan olarak (yaratmak sûretiyle)- bir ikramı… Öyle bir bize kurban Cenâb-ı Hak halk ediyor ki; etini, sütünü, derisini vs. hattâ gübresine kadar kullanıyoruz.

Onun için babalarımıza, dedelerimize baktığımız zaman, kurban kesilirken oturmazlardı sandalyeye. Hayvanı ite-kaka getirtmezlerdi. Hayvana bir su içirirlerdi. Gözünü bağlarlardı. Bir çukura iki hayvan kesmezlerdi. Veyahut da toprak serperlerdi. Keskin bıçakla yaparlardı; birden bire kanı boşalsın. Hayvanın o çırpınması… O çırpınma da bize bir ibret. Can nasıl bu bedeni terk ediyor? Benim canım nasıl bu bedeni terk edecek?

Demek ki bu kurbanla da ayrı bir duygulanmak… İşte Mevlânâ “Keçinin gölgesini kurban etme.” buyuruyor.

Velhâsıl kurban; merhamet, fedakârlık, tevekkül, teslîmiyet eğitiminin yapıldığı bir mevsim oluyor, bir dostluk tâlimi oluyor.

Tabi kardeşler! Urfaʼda, bu civarda, Güneydoğuʼda çok Sûriyeʼden gelen kardeşlerimiz var. Nasıl Medîneliler, Mekkelileri Muhâcir olarak aldılar: “İşte evim! Gel paylaşalım!” dedi. “İşte hurma ağacım.” dedi. “Gel, paylaşalım.” dedi.

Onlar müstağnî oldular. “Hepsi sizin olsun. Allah bereketini versin. Sizler bize çarşının yolunu gösterin.” dediler.

İşte burada Muhâcir kardeşlerimiz var bizim. İşte tabi ufak imkânlarla bugün, imkânlarını kaybedenler de var. Bu bayramda -inşâallah- onlarla bir bayramlaşalım. Onlara biraz kurbanlarımızdan götürelim. Bir İslâmʼı yaşayalım onlarla. Bir kardeşliği yaşayalım. Bizler orada olabilirdik, onlar burada olabilirlerdi.

Bu infakta iki türlü istifade söz konusu:

Birincisi; fakir, garip, yoksul kardeşlerimize ziyafet verilmesi.

İkincisi de; din kardeşliğimizin güçlenmesi.

Efendimizʼden bir misal:

Bir kurban kestiler.

“‒Yâ Âişe! Bunları dağıt.” buyurdu. Akşam Efendimiz teşrif edince:

“‒Ne yaptın Âişe?” buyurdu.

“‒Yâ Rasûlâllah! Bir kürek kısmını bize bıraktık, gerisinin hepsini dağıttık.” dedi.

Efendimiz dedi ki:

“‒Âişe, demek ki yalnız kürek kısmı bizim olmadı. Bütün dağıttıkların bizim oldu.” (Bkz. Tirmizî, Kıyâmet, 33)

Yine bir, aç bir sezon oldu. -Sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Kurban etlerinizi üç günden fazla saklamayın.” buyurdu. (Bkz. Müslim, Edâhî, 28, 34; Ebû Dâvud, Edâhî, 9-10/2812)

Bugün de düşündüğümüz zaman, hakîkaten bu Muhâcir kardeşlerimiz var. Önümüzde bir Afrika coğrafyası var. Biz, onlarla da bayramlaşmamız lâzım. Bayram bir tatil günü değildir.

Onun için, imkânı olanlar için, hattâ fazla da kurban kesseler, sadaka olarak vs. olarak. Belâlardan, musîbetlerden korur. Kardeşliği artırır. İnşâallah bu kurban bayramını, -inşâallah- İbrahim -aleyhisselâm-ʼı düşünerek -inşâallah- onun fazîletini, bir kurban yaşarız -inşâallah-.

Hattâ Afrikaʼda meselâ geçen sene kurbanlar gitti. Son anda kurbanlar bitti. Hattâ gelen bazı kişiler, (eli) boş kaldı, oradan boş döndü. Sadece şunu söylediler:

“‒Acaba gelecek sene buraya gelecek misiniz?” dediler.

Yine bir arkadaşımız anlatıyor:

Habeşistanʼda kurban kestik diyor. Bir hristiyan kadın geldi, fakir diyor.

“‒Bana da verebilir misiniz?” dedi. Biz de aldık, ona da bir but verdik, bir parça verdik. Câminin önünde bunu yapıyorduk, dağıtıyorduk. Kadın gitti -hristiyan kadın- câminin duvarını öptü: “Demek ki bana merhamet buradan geliyor…”

Velhâsıl bu kurban bayramı, fedakârlık bayramı. Ramazan bayramı, takvâ bayramı. Bu, hayatımızın düsturu olacak, istikâmeti olacak -inşâallah-. Bu da bize son nefes bayramını getirecek. O bir sefere mahsus son nefes, tekrarı yok.

Cenâb-ı Hak ne buyuruyor, Fussilet Sûresi 30. âyetinde:

“Şüphesiz, Rabbim Allahʼtır deyip (hep Allah rızâsı üzerinde) istikâmetlenenler (ثُمَّ اسْتَقَامُوا; Allah Rasûlüʼnün izinde yürüyenler için) melekler (ölüm ânında) iner; «Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.» derler.”

İkinci bayram; kıyâmet bayramı. O da büyük infilâk. Semânın infilâkı, yeryüzünün infilâkı, dehşet… Kurʼân-ı Kerîmʼin son üç cüzünde hep bu kıyâmetten Cenâb-ı Hak haber veriyor. O kıyâmet gününde, o zor günde

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

Cenâb-ı Hak:

“…Onlar üzülmeyeceklerdir, korkmayacaklardır.” (el-Bakara 62, 277) buyuruyor.

Kimler onlar? Cenâb-ı Hakʼla bu dünyadayken bu dostluğu temin edenler.

Üçüncüsü; şefaat-i uzmâ. Tabi zor gün, çetin gün. Hadîs-i şerîflerde muhtelif şeyler anlatılıyor, o kıyametin şiddeti (ile ilgili olarak). Orada Efendimizʼin şefaatine nâil olabilmek.

O da tabi:

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

(“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” [Buhârî, Edeb, 96])

Allah Rasûlüʼnün husûsiyetlerinden bizde ne kadar sirâyet varsa, kıyamet günü o kadar Oʼnun civarında olacağız, Oʼnun şefaatine nâil olacağız. Üçüncü bayram da o olacak.

Dördüncüsü; Cennetʼe giriş bayramı ve “ruʼyetullah” bayramı olmuş olacak.

Rabbimiz, bu dört bayramı da nasîb eylesin.

Tabi bu bayram, mükâfattır. Bir bedelin karşılığıdır bayram. Bedelsiz bayram olmaz. Hattâ halk ağzında -af edersiniz- “deliye her gün bayram” derler. Hep bayram bir bedel mukabilidir. -İnşâallah- son nefesle beraber bu dört tane bayram gelecek.

Yine bu kardeşlik hususunda (bir misal):

Yermuk Harbi oldu. Bu Yermuk Harbi çetin bir harpti. Burada Huzeyfe diyor ki:

Baktım, bir ses geldi, diyor. Bu, İkrimeʼnin sesiydi, diyor. “su, su” diyordu, diyor. Yanına gittim, bakracı götürdüm, diyor. Öbür taraftan Hârisʼin sesi; “su, su” diyordu. İkrime eliyle (ona götürmesini) işaret etti, diyor. Son nefes mücadelesi veriyordu, diyor. Hârisʼe götürdüm, o da; Iyaş orada yine “su, su” diyordu. O da ancak işaret etti ona götür diye. Yine arkadan İkrimeʼnin sesini duydum. O da “su, su” diyordu bir çölün ortasında. İkrimeʼye koştum, diyor. Kelime-i şehâdet ve son nefesini vermiş oldu, diyor. Arkadan Hârisʼe koştum; o da son nefesini vermiş oldu, diyor. Iyaşʼa koştum; o da son nefesini vermiş oldu, diyor. Bir bakraç su da üç tane şehidin ortasında kaldı, diyor. (Bkz. Kurtubî, XVII, 28; Zeylaî, Nasbu’r-Râye, II, 318; Hâkim, III, 270/5058)

Nasıl bir kardeşlik yaşandı? Bu kıyamet günü, zor gün. Orada (Arşʼın gölgesinde gölgelenecek) yedi kişiden biri olarak “bu dünyada Allah için kardeş olanlar” (bildiriliyor). (Bkz. Buhârî, Ezân, 36)

İnşâallah Cenâb-ı Hak… Tabi bu kan kardeşliği ayrı. Esas olan, müʼmin kardeşliği, kalp kardeşliği. Cenâb-ı Hak öyle bir kardeşliği cümlemize ihsan eylesin, nasîb eylesin.

Epey bir hanım cemaat var. Ona dair birkaç söz söylemek isterim:

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin gönlünde yer eden en mühim şahsiyetlerden biri, Hatîce Vâlidemizʼdi. Oʼnun 23 senelik (peygamberlik) hayatında hiçbir seneye “hüzün senesi” denilmedi, Hatîce Vâlidemizʼin vefat ettiği seneye “hüzün senesi” denildi.

Demek ki bir hanım, “Rahmeten liʼl-âlemîn” olan bir gönlü, ne kadar bir sevgiyle dolduruyor. Neyle dolduruyor? Fedakârlıkla, takvâsıyla, sadâkatiyle…

Âişe Vâlidemizʼe gelince:

İbn-i Abbas diyor ki:

“Âişe Vâlidemizʼden istifâde etmeyen -onun ictihadlarından- hiçbir sahâbî yoktur.” diyor.

Yani ashâb-ı kirâm arasında 7 müctehidden biri de Âişe Vâlidemiz…

Fâtıma Vâlidemiz… O da ümmetin annesi oluyor. Ümmehâtʼtan. Bütün silsile, mübârek nesil, ondan geliyor…

Demek ki hanımlar! Bizim taklit edeceğimiz, izinde gideceğimiz, Allah Rasûlüʼnün kıyâmet günü ne kadar yanında olmak istiyoruz? Ne kadar Fâtıma Vâlidemiz, ne kadar Âişe Vâlidemiz, ne kadar Hatîce Vâlidemizʼle beraber olmak istiyoruz?

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

(“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” [Buhârî, Edeb, 96])

Onlara -inşâallah- benzeyeceğiz.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyuruyor:

“Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi…”

Yani Allah sevdirdi, fâil-i mutlak Cenâb-ı Hak.

“Onlardan biri de sâliha hanım…” buyuruyor. (Bkz. Nesâî, Işretü’n-Nisâ, 10) Allah sevdiriyor.

Yine bunun mukâbilinde, zıddı olarak da, Efendimiz Mîraçʼta:

“Ben” buyuruyor “En çok Cehennemʼde kadınları gördüm.” buyuruyor. (Bkz. Buhârî, Iydeyn, 7)

Yani iki uç: Bir; Cennet annelerin ayakları altında, sâliha hanımın, sâliha annenin. (Bkz. Nesâî, Cihad, 6) Öbür tarafta da nefsânî arzularının zebûnu olan bir hanım da -Allah korusun- onun da durumu iyi olmuyor sonu. Onun için anneler çok mühim.

Cenâb-ı Hak:

رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا

(“…Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” [el-Furkân, 74]) buyuruyor.

Demek ki babalar, anneler! Demek ki sâliha kızlarımız olacak. Onları bir Kurʼân eğitiminde yetiştireceğiz. -Elhamdü lillah- bugün Türkiyemizʼde -elhamdü lillah- bunların hep önü açıldı. Bundan gaflette kalırsak mesʼûl oluruz. Kıyâmet günü yavrularımız bizden şikâyetçi olur. Ve onlardan; Cenâb-ı Hak:

رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ

Göz nûru nesiller gelecek. Yani bir, iki terazinin kefesine bir gram fazla bastıracak insanımız varsa galibiz, yoksa mahkûmuz. İşte mahkûm milletlerle hâkim milletlere baktığımız zaman; (aralarındaki fark) yetiştirdiği bir gram insanın fazlalığıdır.

Hem bu bizim, dînî, vatanî ve millî bir vazifemizdir. Nasıl bize bu ecdattan bu güzel vatan, tâ İbrahim -aleyhisselâm-ʼdan Urfa hediye olarak geliyorsa, biz de arkamızda bu vasfı muhafaza edecek bir nesil yetiştirmemiz lâzım.

O nasıl olacak? Yine âyet-i kerîmenin devamında:

وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا

Biz, takvâ sahibi olacağız ve takvâda da önder olacağız. Güzel bir numûne olacağız -inşâallah-.

Cenâb-ı Hakkʼın rahmetinin tecellî ettiği kullarından olmamızı; Cenâb-ı Hak -elhamdü lillah- dînimizi, vatanımızı, milletimizi -inşâallah- Cenâb-ı Hak, işte bu huzuru kıyâmete kadar devam ettirmeyi, Rabbimiz nasîb eylesin. Bu niyaz ve bu duâ ile Lillâhi Teâleʼl-Fâtiha!..