Fatihler daima aranıyor. Çanakkaleʼnin, İstiklâl Harbiʼnin o yiğit, îmanlı erleri ve îmanlı kumandanları dâimâ aranıyor. Bu güzel bir arayış. Fakat bu arayışlar, insan yetiştirme ve ruhları ihyâ etme şeklinde tecellî ederse meyvesini verir. Bu da dînî ve millî duyguları yaşayıp yaşatmakla mümkündür....
Hazret-i Mevlânâ buyurur: “Bu seher benden ilham kesildi. Anladım ki vücuduma şüpheli birkaç lokma girdi. Bilgi de hikmet de helâl lokmadan doğar. Aşk da merhamet de helâl lokmadan doğar. Eğer bir lokmadan gaflet meydana gelirse bil ki o lokma, haram veya şüphelidir.”...
Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- buyurur: “Ey Âdemoğlu! Unutma ki dünyaya geldiğin günden beri ölüm meleği peşinde dolaşıp durmaktadır. Bir yandan da senin boynundan atlayarak bir başkasını yakalamaktadır. Sen dünyada bulunduğun sürece bu böyle devam edecektir. Ancak bir gün gelecek ki başkalarının boynundan atlayıp seni yakalayacaktır. Bu, hiç beklemediğin bir anda......
Hadîs-i şerîfte buyrulur: “Ey insanlar! Ölmeden evvel Allâh’a tevbe ediniz! Sizi meşgul edecek birtakım sıkıntı ve meşakkatlerle karşılaşmadan evvel, sâlih amellere koşunuz! Allâh’ı çok çok zikretmek ve gizli-açık bol bol sadaka vermek sûretiyle, O’nun, üzerinizdeki hakkını îfâya gayret ediniz ki rızka nâil olasınız, yardım göresiniz ve ıslâh edilesiniz!” (İbn-i Mâce,......
Câmi ve tekkelerdeki “Hoş gör yâ Hû”, “Bu da geçer yâ Hû”, “Edeb yâ Hû” ve “Hîç” ifadeleri, ne hikmetli îkaz levhalarıdır. “Hoş gör yâ Hû”; “Hiçbir mahlûkâtı incitme! Hiçbir mahlûkattan da incinme!” tâlimâtıdır. Diğer bir mânâda; “Sebeplere takılıp kalma, asıl müsebbibin, yani Cenâb-ı Hakkʼın takdîrine dikkat kesil; murâd-ı ilâhîye......
İstiğfar; kulun kendisindeki varlık, benlik ve enâniyet duygularını bertaraf ederek; “Aman yâ Rabbi! Ben âcizim, Sen kâdirsin, merhamet sahibisin! Ben ise Senʼin rahmet ve mağfiretine muhtaç hakir bir kulunum. Lûtf u kereminle rahmetini benim üzerimde tecellî ettir.” diyebilmesidir. Bu niyâzını da yalnız sözde bırakmayıp, sâlih amellerle fiilen tescil ettirmesidir....
Hiçbir günah işlememiş olsak -bu mümkün değil ama, faraza öyle bile olsa- Allâhʼın verdiği bunca nîmete karşı lâyıkıyla şükredememe duygusuyla yine istiğfar etmek mecburiyetindeyiz. Zira bir yağmur suyundan daha berrak olan peygamberler bile dâimâ acziyetlerinin idrâki ve îtirâfı içinde istiğfar hâlinde yaşamışlardır....
Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- şöyle buyurmuştur: “Dört kimse Allâh’ın seçkin kullarındandır: Tevbe edeni gördüğü zaman sevinen. Günahkâr için istiğfarda bulunan. Ayrılıp giden kimse için duâ eden. İyiliğe muhtaç olana yardım eden.”...
Akıl, insanı uçsuz bucaksız bir okyanusun kenarına götürür. Lâkin rûhunda aşk denizine açılacak güç bulunmayan kimse, aklın onu bıraktığı kıyılarda ortaya çıkan fırtınalarla helâk olur. Bu fânî hayatın med-cezirleri arasında rûhî fırtınalardan kurtuluş yolu, ancak kulu takvâya sevk eden îman muhabbeti ve Allah aşkıdır....
Gören, duyan ve hisseden kalpler, bu kâinatta ilâhî kudret ve azamet tecellîlerinden başka bir şey görmezler. Bu âlemde güllerle, sümbüllerle, bülbüllerle konuşamayan, onların hâl lisanından anlamayanlara ne yazık! Cenâb-ı Hakk’ın “el-Bârî” ve “el-Musavvir” esmâsının tecellîlerinden gâfil kalan; rüzgârların, derelerin ve dağların sessiz lisânından bir şey hissetmeyen hantal kalplere ne yazık!.....
Hazret-i Mevlânâ -kuddsise sirruh- buyurur: “Aklını başına al da namazdan yalnız zâhiren değil, mânen de istifadeye bak. Tane toplayan bir kuş gibi Allâhʼın yüceliğinden habersiz bir şekilde sadece başını yere koyup kaldırma! Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin; «İnsanların en fena hırsızı, namazından çalandır.» (Hâkim, Müstedrek, I, 353) beyânına kulak......
Bin bir rahmet ile bizleri kuşatan üç aylar mevsimi, iç muhâsebe bakımından en güzel fırsat demleridir. Bu demlerde Mîrac gibi, benlikten sıyrılıp da göklere yükselmeyi ifade eden mucizevî hâdiselerdeki hikmete râm olup bütün ibadetlerini Mîrac rûhuyla yapabilenlere ne mutlu!.....
Hadîs-i şerîfte buyrulur: “Harama bakış, iblisin zehirli oklarından bir oktur. Her kim Allah korkusu sebebiyle onu terk ederse, Yüce Allah, bu davranışına karşılık ona, kalbinde tadını hissedeceği bir îman (lezzeti) bahşeder.” (Hâkim, IV, 349/7875; Heysemî, VIII, 63) Yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’a hitâben şöyle......