Kalpler Ancak Allah’ın Zikri İle Mutmain Olur

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

“KALPLER ANCAK ALLÂH’IN ZİKRİ İLE MUTMAİN OLUR.” (er-Ra‘d, 28)

Kalp, Cenâb-ı Hakʼla beraber olacak, kalp huzur bulacak, rahat edecek.

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâhʼı anmakla mutmain olur (huzura kavuşur).” [er-Ra‘d, 28])

Allahʼtan râzı olacak. Gaybı bilmiyorsun. “Bu benim için hayırdır…” Olan hâdiseler, vak’alar karşısında; “Bu benim için hayırdır. Belki o olmasa, şer gördüğümüz şey, belki daha beter bir şer olacaktı, o bizi korudu…”

Cenâb-ı Hak bunu Kehf Sûresiʼnde Mûsâ -aleyhisselâm- ile Hızır -aleyhisselâm-ʼın hâdisesinde, birkaç misalle, üç misalle bize çok güzel bu hâdiseyi îzah ediyor.

لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا الله (Gaybı Allahʼtan başkası bilemez).

Bir an sonrası bizim için meçhul. Onun için Cenâb-ı Hakkʼa teslîmiyet düşüyor. Kalp Cenâb-ı Hakʼla beraber olacak. Kalp, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼle beraber olacak.

Rasûlullah Efendimiz, insanda bir hârika, ilâhî bir hârika, insanda tecellî eden. En alt kademeden en üst kademeye, her devre, her topluma Oʼnun hayatı misal. İkinci bir insan yok, Efendimiz bir mûcize. Kim der ki ben Efendimizʼe, Oʼna yaklaşıyorum, problemimi çözemedim? Yok, mümkün değil!..

Cenâb-ı Hak, üçüncüsü, bir din kardeşliği, bir mesʼûliyet veriyor. Bir de bizi bir imtihan ediyor:

“Kendimiz için istediğimizi, kardeşimiz için de isteyemezsek tam kâmil müʼmin olamazsınız.” buyruluyor. (Bkz. Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71-72)

Beni yaratan Cenâb-ı Hak, o kardeşimi de yaratan Cenâb-ı Hak. Bana niye verdi, ona niye vermedi? Demek ki o bana zimmetli. Kul dâimâ bunun idrâki içinde olacak. Mahlûkat da bana zimmetli. Devrin akışından da ben mesʼûlüm.

Bir vicdânî mesʼûliyet içinde olacak. Cenâb-ı Hak bunu istiyor. İmtihan ediyor kulunu. Varlıkta imtihan, yoklukta imtihan, hastalıkta imtihan vs… Sağlık, en zor da tabi sağlıkta imtihan. İnsan çünkü en çok insanın azgın hâli sağlıktadır.

Ondan sonra, bütün mahlûkat zimmetli. Hâlıkʼın (şefkat) nazarıyla bütün mahlûkâta bakış tarzı kazanacaklar.

Ondan sonra, eşya ile olan münâsebet:

İsraf olmayacak. Cenâb-ı Hak; “şeytanın arkadaşlarıdır” buyuruyor. (Bkz. el-İsrâ, 27) Mülk de bir emânet. Bir imtihan vâsıtası. Kendine biriktirme de olmayacak. Pintilik de olmayacak. Riyâzat hâlinde yaşanıp;

يَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ (“…Sadakaları (Allah) alır…” [et-Tevbe, 104]) Cenâb-ı Hakkʼa verilecek. Cenâb-ı Hakʼtan alınıyor, Cenâb-ı Hakkʼa veriliyor. Cenâb-ı Hak veriyor. Cenâb-ı Hakkʼın verdiği yine Cenâb-ı Hakkʼa verilecek.

لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ

(“Sevdiklerinizden vermedikçe birre vâsıl olamazsınız…” [Âl-i İmrân, 92]) buyruluyor.

Evliyâullahʼtan birkaç şey okuyarak sohbetimizi bitirelim:

(Ebû) Hasan Harakānî Hazretleri -Allah dostu- buyuruyor ki:

“Allah sizi dünyaya tertemiz getirdi…”

Bir çocuk doğduğu zaman mis gibi kokar. Nereden çıkıyor ve nasıl mis gibi kokuyor? Bir tefekkür…

“Allah sizi dünyaya tertemiz getirdi. Siz de Oʼnun huzuruna kirli olarak gitmeyin.” buyuruyor.

اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

(“Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89])

Yine bir kardeşlik hususunda, nasıl bir kardeşlik olacak:

(Ebû) Hasan Harakānî Hazretleri:

“Türkistanʼdan Şamʼa kadar birinin parmağına batan diken benim parmağıma batmıştır. Birinin ayağına çarpan taş, benim ayağımı acıtmıştır. Bir kalpte hüzün varsa, o kalp benim kalbimdir.” buyuruyor.

İşte, Arşʼın gölgesi altında kalacak -kıyâmet günü- yedi kişiden biri; Allah için kardeş olanlar. Kardeşinin derdiyle dertlenenler. (Bkz. Buhârî, Ezân, 36)

Emir Külâl Hazretleri:

“Geceleri ibadetle geçirseniz, açlıktan beliniz incelse, lokma ve hırkanız helâl değilse maksada ulaşamazsınız.” buyuruyor.

Yine Emir Külâl Hazretleri:

“Gönül almaya bak. Güçsüzlere hizmet et. Zayıfları, gönlü kırıkları koru. Onlar öyle kimselerdir ki halktan hiçbir gelirleri yoktur. Bununla beraber onların birçoğu tam bir kalp huzuru, tevâzu ve eziklik içinde geçip giderler. Böyle kimseleri bul ve ara.” buyuruyor.

Cenâb-ı Hak da âyet-i kerîmede:

“…Sen onları sîmâlarından tanırsın…” (Bkz. el-Bakara, 273) buyuruyor.

Bahâüddîn Nakşibend Hazretleri:

“Üstadım bana dedi ki (diyor):

«Kalplere dikkat et. Düşkünleri, zayıfları, gönlü kırıkları gözeterek onlara hizmet et. Halkın küçük gördüğü ve iltifat etmediği kişilere sen iltifat et. Onlara karşı tevâzu ve mahviyet göster.»

Ben (diyor), üstâdımın işaret ettiği bu minval üzerine devam ettim. Sonra (diyor) o aziz dost bana döndü, dedi ki:

«Hayvanların bakımını da tevâzu ve îtinâ ile yerine getir. Zira hayvanlar da Allah Teâlâʼnın mahlûkudur. Onlardaki tecellîleri müşâhede et. Onlara Hâlıkʼın şefkat nazarıyla bakmaya gayret et. Hasta ve yaralı olanları tedâvi ile meşgul ol.»”

İşte ecdad bunun için hep vakıflar kurdu. İnsanlar bitti, hayvanlara da vakıf kuruldu. Çünkü onlar da insana zimmetli.

Ubeydullah Ahrâr Hazretleri buyuruyor:

“Bir (diyor), aziz zât (diyor) dünyadan ayrıldıktan sonra (yani Nakşibend Hazretleri vefât ettikten sonra) rüyâda Nakşibend Hazretleriʼni gördü. Ona sordu:

«‒Ebedî kurtuluşumuz için ne yapalım?»

O da dedi ki, Bahâüddîn Nakşibend Hazretleri:

«‒Son nefeste ne ile meşgul olmak gerekiyorsa, onunla meşgul ol (dedi). Son nefeste ne ile meşgul olmak îcâb ediyorsa, onunla meşgul ol.» dedi.”

Son nefeste ne hatırımıza gelir? Îmân ile selâmete çıkabilmek… Demek ki hep onu:

تَوَفَّنِى مُسْلِمًا وَاَلْحِقْنِى بِالصَّالِحِينَ

(“…(Yâ Rabbi!) Beni, müslüman olarak vefât ettir ve beni sâlihler arasına kat.” [Yûsuf, 101])

Bir kişi tavaf ediyor. Hep bu duâyı okuyor Yûsuf Sûresiʼnden:

تَوَفَّنِى مُسْلِمًا وَاَلْحِقْنِى بِالصَّالِحِينَ

(“…(Yâ Rabbi!) Beni, müslüman olarak vefât ettir ve beni sâlihler arasına kat.” [Yûsuf, 101])

Diyorlar:

“‒Niye bu duâyı okuyorsun, başka duâ yok mu?”

“‒Bir kardeşim (diyor), son nefesi güzel olmadı (diyor), hep ben de onun korkusu içindeyim.” buyuruyor.

Mirza Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri var. Bu da namaz üzerinde çok duruyor. Diyor ki:

“Her amelin bir keyfiyeti var, hususiyeti vardır. Namaz bütün keyfiyetleri kendisinde toplamıştır. Onda (namazda) Kurʼân-ı Kerîm tilâveti var. Tesbîhat var. Salevât-ı şerîfe var. İstiğfar gibi zikirlerin nurlarını ihtivâ eder. Eğer namazlarını edeple kılarsan, asr-ı saâdette kılınan namazlara senin namazın da benzer.” buyuruyor.

Abdullah Dehlevî Hazretleri, bu da büyük Allah dostu. Onun meclisinde lüzumsuz sözler sarf edilmezdi. Birisi gıybet etse ona mânî olunurdu. “O söylediğin söze ben daha lâyıkım.” denirdi, o şekilde o susturulurdu.

Bir gün yine Abdullah Dehlevî Hazretleri bir meclisten geçiyor. Orada gıybet ediliyor.

“‒Eyvah (diyor) orucum bozuldu!” diyor.

“‒Fakat Üstad!” diyor talebesi. “Siz ne gıybet ettiniz, ne bir şey. Oradan geçtiniz.”

“‒Geçtim ama oradan bana bir inʼikâs oldu.” buyuruyor.

Buyuruyor ki:

“Cihan bağına gül toplamak için geldik…”

Yani şu dünyaya biz fazilete ererek Allah dostu olmak için geldik.

“…Ama diken hamallığı yapıyoruz.”

Nefsânî arzularımızın perişanlığı içindeyiz, buyuruyor.

Seyyid Tâhaʼl-Hakkârî Hazretleri:

“Amellerinizi toprağa gömmeyin (buyuruyor). İnsanın kendisini beğenmesi, amellerini mezara gömerek yok etmesi gibidir (buyuruyor). Hiçbir şey, insanın kendini beğenmesi, kibri kadar, amellerini hebâ etmez.” buyuruyor.

Esʼad Erbilî Hazretleri… Nasıl vücudumuzda birtakım maddî fakülteler var; kalp, karaciğer, akciğer vs. safra kesesi; bu şekilde iç âlemimizde letâifler var, rûhâniyet merkezleri var. Buyuruyor ki Esʼad Erbilî Hazretleri:

“Letâiflerin hepsi tasfiyeye muhtaç olduğundan, temizlenmeye muhtaç olduğundan, bir Hak yolcusunun sırasıyla bütün letâiflerini zikre alıştırması zarûrîdir. Bir insana gusül gerektiğinde nasıl vücudunun her yerini, hattâ her noktasını yıkaması lâzım ise, gönül âlemini tasfiye etmek isteyen bir kişinin de bütün letâifleriyle, hattâ vücudunun her zerresiyle zikretmesi zarûrîdir.”

Diliyle beraber, onu vücudunun her tarafına inʼikâs ettirmesiyle, buyruluyor.

Yine bir talebesine yazdığı mektupta:

“Cenâb-ı Hak kalp gözünü nurlandırsın oğlum! Nasıl ki gül yaprağının her noktasında gül suyu mevcut ise aynen onun gibi sizin de kıymetli vücudunuzun her zerresi de muhabbet ve dâimî zikrin hoş kokusuyla güzelleşsin.”

Yine;

“Bir insan muhabbetinin derecesini öğrenmek isterse, onu mal ve evlâdına karşı olan muâmelesinde öğrensin, görsün.” buyuruyor.

Yine şeyinde:

“Aşk gülistanının yolunda dikenden korkulmaz…”

(Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşabilmek için, o muhabbeti temin edebilmek için, gelen iptilâlardan, med-cezirlerden, türlü iptilâlardan korkulmaz.)

“…Ben her dikenin üzerinden yüzlerce gonca toplarım.” buyuruyor.

Her sabır, her tahammül bir fazilete götürüyor demek ki. Onlar olmadan olmuyor.

“Dervişlik bostanında ıztıraptan zevk alırım. Yatağımı dikenden yaparsam, yastığımı dikenden yaparsam, rüyamda Gülʼü görürüm.”

فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا

(“Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” [el-İnşirah, 5-6])

Her zorluktan sonra bir kolaylık gelir. Hayatta nefse tahammül, çıkan imtihanlara, karşımıza gelen imtihanları bertaraf edebilme…

Rabbimiz, ihsân ettiği nîmetleri idrâk edebilmeyi nasîb eylesin. En mühim o. “Üf, of, niçin, neden” demekten kendimizi korusun. O da bir, Cenâb-ı Hakkʼın takdîrine isyan olmuş oluyor.

Cenâb-ı Hak “râdıye” bizden rızâ istiyor. Kulunu seviyor, mükâfat kazanmasını istiyor.

-İnşâallah- burada cem olduğumuz gibi Cenâb-ı Hak -inşâallah- kıyâmet günü Efendimizʼin civârında cem olmayı nasîb eylesin.

Zira Efendimiz buyuruyor:

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)

Devamlı demek ki kendimize bir ayna tutacağız. Kalbimize ayna tutacağız:

“Benim duygularım nasıl? İbadetim Oʼnun ibadetine ne kadar benziyor? Ahlâkım; merhamet, şefkat, fedakârlık, affedicilik vs. ne kadar Oʼnun hâline benziyor? Ne kadar bende gıybetti, yalandı vs. şu bu, bunlar yok bende, hepsi sıfırlanmış durumda? Muâmelâtım nasıl? Bütün insanlara, bütün mahlûkâta karşı Oʼnun muâmelâtı nasıldı, benim muâmelem nasıl?..”

Cenâb-ı Hak -inşâallah- Allahʼın rızâsını arayan, rızâsını tahsile gayret eden, Efendimizʼin muhabbeti içinde, Oʼnun rûhâniyet ikliminde, Oʼnun rûhânî dokusundan hisse alan ümmetinden eylesin.

Lillâhi Teâleʼl-Fâtiha!..