Kalbi Teyakkuz

Hak Dostlarından Nasihatler -1-

2002 – Haziran, Sayı: 196, Sayfa: 032

Tasavvuf yolunda zâhir ve bâtınını ikmâl etmiş ve kalbî merhaleler kat ederek davranış mükemmelliğine ulaşmış bulunan Hak dostları, “veresetü’l-enbiyâ” tâbiriyle ifâde olunan bir şerefe nâil olmuş bahtiyarlardır. Onlar, nebevî irşad ve davranış mükemmelli­ğinin zamanlara yayılmış zirveleridir. Yâni onlar, Hazret-i Peygam­ber ve onun as­hâbını görme şerefine nâil olamayanlar için fiilî ve müşahhas rehberlerdir.

Hadîs-i şerîfte buyurulur:

“(Zâhir ve bâtınını ikmâl etmiş, ilmini irfân hâline getirmiş) âlimler, peygamberlerin vârisleridir.” (Ebû Dâvud, İlim, 1)

Cenâb-ı Hakk’ın Rahman ve Rahîm esmâsının kesif tecellîlerine nâil olan bu kâmil müminlerde merhamet ve şefkat bir tabiat-i asliyye hâlindedir. Yine bu sâlih müminler “nefsî, nefsî” hodgamlığından kurtulup, “ümmetî, ümmetî” diğergamlığına nâil olarak bir irşad ömrü yaşarlar. Onların irşad ömürleri fânî cesetlerinden sonra da devâm eder. Onlar, nefislerini ıslah netîcesinde rûhlarını köprü olarak kullanıp ilâhî vuslata nâil olanlardır ki, ümmeti de bu yoldan geçirerek Rabb’e ulaştırmanın gayreti içinde olurlar. Onlar, kurtuluş bekleyen kitlelerin muallimleridir. Allâh ve kulları huzûrunda bir cemaatin mes’ûliyetini vicdanlarında taşıyan kahramanlardır.

Hak dostlarının îkâz ve nasîhatleri, Allâh Rasûlü’nün sohbetlerinden birer akistir. Zîrâ mânevî istifâdenin merkezi odur. Rûhî heyecanlarla dolu sohbet, îkâz ve nasîhatler, hep o merkezden teselsülen naklolunan parıltılardır. Hak dostlarının böyle meclislerini ganîmet bilmelidir ki, onlar Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-‘in yirmi üç senelik nübüvvet hayatını kavlen (söz), fiilen ve hissen ümmete aksettiren örnek şahsiyetlerdir. Cenâb-ı Hakk’ın katında onların sâhip bulunduğu kıymet ve mazhariyet bir hadîs-i kudsîde şöyle ifâde buyurulur:

“Her kim benim velî bir kuluma düşmanlık ederse, ben ona karşı harb îlân ederim. Kulum, kendisine emrettiğim farzlardan daha sevimli her­han­gi bir şeyle bana yakınlık sağlayamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibâdet­lerle de durmadan yaklaşır; nihâyet ben onu severim. Kulumu sevince de ben onun (âdetâ) konuşan lisânı, akleden kalbi, işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Ben­den ne isterse, mutlaka veririm, yardım istediğinde yardım ederim, bana sığınırsa onu korurum…” (Buhârî, Rikâk, 38; Mecmau’z-Zevâid, II. 248)

Hak dostu, ışığın etrâfında dönen kelebekler gibi Mevlâ muhabbetiyle irâdesiz hâle gelmiştir ki artık Mevlâ onun gören gözü, işiten kulağıdır. Hakk’ın aşk ve muhabbetinin tecellîsi altında olduğu için, mercek altında bir kağıdın yanması gibi nefsânî temâyüller onda ömrünü tüketmiştir. Böylece nûrânî bir câzibe merkezi hâline geldiğinden diğer insanlar da irâdî veya gayr-i irâdî onları sever ve gönülleri onlara doğru akar. Onların îkâz ve nasîhatleri rûhlara merhem ve şifâ olur.

Bu ulvî ufka ve mânevî dirâyete nâil olan Hak dostlarının ikâz, irşad ve nasîhatleri, ilmiyle âmil olmayan kimselerin nasihatlerine nazaran gâfil gönüllerin uyandırılmasında daha büyük bir kıymet ve tesire sâhiptir. Bu itibarla onların feyizli nasîhatlerini bulunmaz bir nîmet bilmeli ve bu şuurla onların ruhlara huzur bahşeden irşadlarına, samîmiyet ve muhabbetle gönül vermelidir. İşte Hak Dostları’nın ebedî saâdet yolunu aydınlatan istikâmet kandilleri mevkiindeki bu nasîhat­lerinden birkaç misâl:

* * *

Hasan-ı Basrî -kuddise sirruh-‘tan:

(d. 642, v. 728)

Ey Âdemoğlu! Gerçek mümin ihsân sâhibi bile olsa yine de korku üzere sabahlar. Zaten ona da bu yaraşır. Mümin akşama yine aynı korku ile kavuşur. Evet, o her zaman şu iki korku arasındadır.

1. Geçmiş günahlar. Bu günahları sebebiyle Cenâb-ı Hakk’ın kendisine nasıl muâmelede bulunacağını bilemez…

2. Gelecek hayâtı. Nasıl bir hayat sürecek; son nefesi nasıl verecek? Bu soruların cevaplarını devamlı tefekkür eder.

Ey İnsanlar! Şu hakîkati idrâk ederek sâlih amel işleyin. Allâh ve Rasûlü yaptığınız işleri görmektedir. Siz, birgün gizliyi ve âşikârı bilen Allâh’a döndürüleceksiniz. İşte o gün yaptıklarınızı tek tek size haber verecektir.

Sizler kalplerinize çok dikkat edin. Onları devamlı Allâh’ın zikri ile yenileyin. Zirâ kalp çabuk paslanır. Nefislerinizi de dizginleyin. Çünkü o çok azgındır. Eğer siz nefislerinizin kötü isteklerine mâni olmazsanız, o bir gün sizi korkunç bir uçuruma yuvarlar.

Kendi ayıplarınız dururken başkalarını ayıplamaktan vazgeçmedikçe kâmîl îmân sâhibi olamazsınız. O hâlde, başkalarının ayıplarına bakmadan evvel kendi ayıplarınıza bir göz atın; onları düzelterek işe başlayın!

Ey insanlar! Kur’ân-ı Kerîm, müminler için şifâ, müttakîler için rehberdir. Kim O’na uyarsa, hidâyete erer ve doğru yolu bulur. Ondan yüz çeviren bedbaht olur ve felâketlere sürüklenir.

Ey Âdemoğlu! Unutma ki tek başına ölecek, tek başına dirilecek, tek başına hesaba çekileceksin!..

* * *

Malik Bin Dinar -kuddise sirruh-‘tan:

(v. 748)

Şu iki şey hâriç dünyâda safâ kalmadı:

1. Kardeşlerle karşılaşmak ve onlarla sohbet etmek,

2. Teheccüd namazına kalkmak ve onda doya doya zikir ve Kur’ân ile meşgûl olmak.

* * *

Cafer-i Sâdık -kuddise sirruh-‘tan:

(d. 699, v. 766)

Bir sâlih amel işleyince onu gözünde küçültesin ve gizli tutasın. Çünkü küçük görürsen seni ucuba (kendini beğenmeye) götürmez. Gizlersen, eksiği tamam olur yani fazîleti artar. Acele edersen, o sâlih amele bir an önce kavuşmuş olursun. Zira nefis zaafa kapılıp onu geciktirebilir veya seni ondan vazgeçirebilir.

Mümin kardeşine âit sevmediğin bir şey duyarsan, ısrarla onun bir mâzeretinin olabileceğini düşün. Bulamazsan, belki benim anlayamadığım bir özrü vardır de ve ayıbını setret!

* * *

Süfyân-ı Sevrî -kuddise sirruh-‘tan:

(d. 713, v. 777)

İlim tahsili, Allâh’a karşı ittikâ sahibi olmak, emirlerini yerine getirmek ve O’ndan korkmak için yapılmalıdır. İlmin fâzîlet bakımından üstün oluşu, anlatılan yüce duygulara insanı sahip kıldığı içindir. Böyle olmasaydı, o da diğer eşyalar meyânında sayılırdı.

Horasan’a gidip tebliğde bulunmak; Mekke’de mücâvir olmaktan (orada ikâmet etmekten) senin için daha kazançlıdır.

İlim için ilk gerekli şart; onu bulma yollarını aramaktır. Bulunca ve ilmi elde edince de amel gelir? Sonra sükût ve tefekkür… Daha sonra kâinâta ibret nazarı ile bakış…

* * *

İmâm Gazzâlî

-kuddise sirruh-‘tan:

(v. 1111)

Oğlum! Şu üç ibâdetinde mutlak sûrette kalbini teyakkuz hâlinde bulundur, aklın ve kalbin başka yerde olmasın! Bunlar, Kur’ân-ı Kerîm okurken, Rabbini zikrederken ve namaz kılarken. Bu üç hâlde bir an bile aklını ve gönlünü başka yere verme. Allâh’ın huzurunda olduğunu unutma! Yoksa yönünü kıbleye çevirip de, aklın başka şeyler peşinde olursa, bunun değeri zaafa uğrar. Yönünü İslâmiyyetin doğduğu ilk mâbed olan Kâbe’ye, kalbini de Hazret-i Allâh’a bağla! Ayrıca âriflerden olmak istersen; sükûtun fikir, bakışın ibret ve dileğin tâat olsun. Zîra bu üç haslet, âriflerin alâmetidir.

Oğlum! Kul borcundan son derece sakın! Bir kuruş borç yüzünden, kabul olmuş pek çok ibâdetin sevabı gider. Rasûl-i Ekrem -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, borçlu olarak ölenlerin namazını kılmazdı. Bundan maksadı, zengini merhamete getirip alacağını bağışlatmaktı. Mümin, borç yaparken fuzûlî yere borca girmez. Lâkin zarûreten borçlanırsa ve ödemek niyetiyle alırsa, Allâh Teâlâ ona yardımcı olur. Hattâ ödemenin gayreti içinde olup da borcunu ödeyemeden ölürse, kıyamette de Allâh yardımcısı olur.

Belâya da şükretmek lâzımdır. Çünkü küfür ve günahlardan başka belâ yoktur ki, içinde senin bilmediğin bir iyilik olmasın! Allâh, senin iyiliğini, senden  daha iyi bilir. Şer zannettiğin çok şey vardır ki senin için hayırdır. Hayır zannettiğin çok şey vardır ki senin için şerdir. En selâmet yol ilâhî takdîre râzı olman, her hâle “şükür” diyebilmendir.

Oğlum! Son derece dikkat edeceğin bir cihet varsa, o da kimler ile düşüp kalktığındır. Şunu iyi bil ki bir sepet sağlam elma, içindeki bir çürük elmayı sağlama çıkartamaz. Fakat bir çürük elma, hepsini çürütür. Bunun için dâima sâlihlerle düşüp kalk!

İyi arkadaş, gül yağı satana benzer, ya satın alırsın, ya o sana biraz sürer veya hiç olmazsa yanında bulunduğun müddetçe güzel koku taşırsın. Kişi sevdikleri ile berâberdir. Dünyada kimi sever ve kim ile düşüp kalkarsan kıyamette onunla haşrolunursun. O halde ilmi ile amel eden âlimlerin ve sâlihlerin sohbetine devam et!

Oğlum! Hayatta her şey Allâh’ın taksimi iledir. Allâh; kimini zengin, kimini yoksul, kimini sağlam, kimini sakat, kimini âlim ve kimini câhil kılmıştır. Dünyanın düzeni ancak böyle sağlanır. Kendinden düşük kimseleri gördüğün vakit, böbürlenip onları hakîr görme! Sen onların yerinde, onlar da senin yerinde olabilirdi. İşte bunu düşünerek yoksullar ile arkadaş ol! Onlara karşı dâima alçak gönüllü olmaya çalış! İnsanlık ve İslâmlık vakârını koru! Saadet ancak böyle elde edilir. Dünya ve âhirette huzur istersen, kimseyi incitme! Senden gencini gördüğün vakit; “Bunun günahı benden az”, senden yaşlısını gördüğün vakit; “Bunun sevabı benden çok, bilmediğim tarafları ile benden daha fazîletlidir” düşüncesi ile onlara bak! Bir âlim gördüğünde; “Bunun ilmi var, kendisini kurtarır”, senden câhilini gördüğünde; “Bu bilmez, Allâh onu bağışlar”, diye düşün! Hattâ bir kâfir gördüğün vakit, son nefes belli olmadığından; “Allâh Teâlâ buna hidâyet nasip ederse, bütün günahları bağışlanmış ve tertemiz olarak ilâhî huzura çıkabilir. Acaba benim son nefesim ne olur?” diye âkıbetini düşün! Kendini ne kadar tanır ve ne kadar düşük görürsen, Allâh katında o nispette mevkî kazanırsın.

Oğlum! Elinden geldiği kadar din kardeşlerinin ihtiyaçlarını karşıla! Zîra Rasûl-i Ekrem -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- şöyle buyurmuştur:

“Kim dünyada mümin kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allâh Teâlâ da onun bir ihtiyacını giderir.” (Buhârî, Mezâlim, 3)

Diğer bir hadîs-i şerîfte Rasûl-i Ekrem -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“Kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allâh Teâlâ da dünya ve âhirette onun ayıbını örter.” (Müslim, Birr, 72)

Aklı olan kimse nefsini her gün muhâsebe edip ona demelidir ki:

“- Ey nefsim! Benim sermâyem ömrümdür. Ömrüm gidince bütün sermâyem gider ve ar­tık kâr ve kazanç sona erer. Fakat bu başlayan gün, yeni bir gündür. Allâh Teâlâ bugün de bana ömrümü bağışlayarak ikramda bulundu. Eğer benim ölmemi takdîr etmiş olsaydı, elbette bir günlüğüne de olsa geri gönderilip burada devamlı sâlih ameller ve çeşitli hayırlarda bulunmayı te­mennî edecektim. Şimdi kabûl et ki öldürüldün ve geri çevrildin. O hâlde bugün günah ve mâsıyete kat’iyyen yaklaşma ve sakın ola ki bu günün bir ânını bile boşa geçirme. Zîrâ her nefes, paha biçilemeyen ve geri gelmeyen bir nîmettir.

İyi bil ki bir gün, gece ve gündüzü ile yirmi dört saattir. Kıyâmet günü in­sanoğlunun önüne her gün için yirmi dört tâne kapalı kutu getirilir. Kutunun birini açıp, o saatte yaptığı amellerin mükâfâtı olarak, içinin nûr ile dolu olduğunu görünce, Allâh’ın lutfedeceği mükâfâtı düşünerek kul öyle sevinir ki, bu sevinci cehennem halkı arasında paylaşılsa, cehennemin acısını duymaz olurlardı. İkinci kutuyu açtığında, bundan karanlık ve pis kokular çıkar ki, bu da isyân ile geçirdiği saattir. Buna da öyle üzülür ki, eğer bu üzüntü cennet halkına dağıtılsaydı kederlerin­den cennetin zevkini kaybederlerdi. Üçüncü bir kutu daha açılır ki içi tamâmen boştur. Bu da uyku veyâ mübah şeylerle geçirdiği saattir. Fakat küçük bir hayrın ecrine dahî şiddetle ihtiyâç duyulan o günde, imkânı olduğu hâlde büyük bir kazancı kaybeden tüccarın hasreti gibi ve belki çok daha fazla yanar ve o saati boşa geçirmesinin acısıyla kıvranır. Bu kadar hasret ve aldanma sana kâfî­dir.

O hâlde;

Ey nefsim! Fırsat eldeyken sandığını iyi doldur, sakın boş bırakma. Tem­belliğe düşme, sonra yüksek derecelerden düşersin.”

Allâh’ım! Ömrümüzü saâdetle sona erdir. Rızâ-yı ilâhiyyene ve Cemâlullâha nâiliyyet nasîb eyle! Sabah-akşam bizi âfiyetten ayırma! Takvâyı bize azık kıl, tevekkül ve güvenimizi sana yönelt! Bizi hak yolda sâbit kıl! İbâdete lâyık ancak Sen’sin. Sen’i noksan sıfatlardan tenzîh ederim. Sana lâyıkıyla kulluk edemediğim için zâlimlerden oldum.

Hamd, âlemlerin Rabbi Allâhu Teâlâ’ya; salât ü selâm, Fahr-i Cihân Efendimiz Muhammed Mustafâ’ya olsun!

Feridüddîn Attar -kuddise sirruh-‘tan:

(d. 1119, v. 1220)

Seni incitenlerin özürlerini kabul et. Halkı inciteni Allâh sevmez. Böyle bir huy dindar birine yakışmaz. Sitemle bir kalbi yaralayan, o yarayı kendi vücûdunda açmış olur. Kendi ayıbını görebilenlerin ruhlarında bir kuvvet belirir.

Ahmaklığın alâmeti şunlardır:

Kendi ayıbını görmeyip de başkalarının kusurunu aramak. Gönlüne cimrilik tohumu saçtığı hâlde cömertlik ummak.

Ahlâkı ile halkı hoşnut etmeyen kimsenin Allâh katında hiçbir değeri yoktur.

Hastaları ziyâret et, çünkü bu Peygamber sünnetidir. Elinden gelirse susuzları suya kandır. Meclislerde insanlara hizmet et. Yetimlerin hâl ve hatırlarını sor ki, Allâh seni azîz eylesin. Çünkü yetimin bir anlık ağlaması bile, arş-ı âlâyı titretmeye yeter. Bir yetimi ağlatan zâlim, cehennem ateşine odun olur. Hasta bir yetimi sevindiren, kendisi için cennet kapısını açmış olur.

Allâh yolunda ne verirsen, öz malın odur. Geri kalanın hesâbı vardır.

Yâ Rabbî! Sen’in esrârının tecellî ettiği evliyâullâhın, hikmet ve feyz dolu gönül iklîminden, bizlere de hisseler nasîb ve müyesser eyle!

Âmîn!