İslâm’da Âhirete Hazırlık (Kur’ânî Tâlimatlar 6)

Ebedî Fecre

Yüzakı Dergisi, Yıl: 2019 Ay: Haziran, Sayı: 172

UNUTMA Kİ

Hak dostlarından Hasan-ı Basrî -rahmetullâhi aleyh-, bir gün seslice gülen bir delikanlıyla karşılaşır.

Ona;

“–Evlâdım! Sırat’tan mı geçtin?” diye sorar. Genç adam;

“–Hayır.” cevabını verince tekrar sorar:

“–Peki yolculuğunun sonunda cennete mi, yoksa cehenneme mi gideceksin? Bunu biliyor musun?”

Delikanlı yine;

“–Hayır.” diye cevap verir.

O vakit Hasan-ı Basrî -rahmetullâhi aleyh- o gence şunları söyler:

“–Allah sana afiyet versin! O hâlde niçin bu kadar taşkınca gülüyorsun? Unutma ki, o kıyâmet gününün işi çok çetindir!..”

O çetin günde kurtuluş için bize bu dünyadaki her dem, her vakit ayrı bir fırsattır.

Hele Ramazân-ı şerif, bambaşka bir af imkânı idi.

Çok şükür;

Ramazân-ı şerifle birlikte büyük bir lütuf, ihsan, tezkiye, tasfiye, merhamet ve rahmet mevsimini idrâk etmiş olduk. İbâdetlerle, Kur’ân ile, namazlarla, oruçlarla, gönülden huşûlar ile, garip-gurabâya kucak açmakla, Kadir Gecesi’ne nâiliyetle elhamdülillâh bir Ramazân-ı şerif daha yaşadık.

Elbette ki asıl gaye, bu mübârek mevsimi hayatın bütün safhalarına intikal ettirmek. Buyurulur:

“Ramazân-ı şerîfin makbul olup olmadığının bir alâmeti de, onun zâhir ve bâtın güzelliklerinin diğer aylarda da devam ettirilmesidir.”

Hiç şüphesiz;

Ramazân-ı şerîfi gündüzleri ve geceleriyle, hakkıyla idrâk edebilen bir kul; bayram sabahına bağışlanmış olarak erecektir.

O hâlde;

GERÇEK BAYRAM NEDİR?

  • Bayram, yanık yüreklere cennet serinliği veren ilâhî bir ziyafettir.
  • Bayram, insanlık cevherini ortaya koymaktır. Kardeşliğin mahşerî vicdanda yaşanmasıdır.
  • Bayramlar, gönül seferberliğidir.
  • Bayram; ancak mahzunların, kimsesizlerin ve muzdariplerin gönlünü almakla yaşanabilir.

Bu sebeple bayramları tatil günleri olarak değerlendirmemek lâzımdır.

Gerçekte bayramlar;

Allâh’ı zikir, şükür ve içtimâî ibâdet günleridir.

Maalesef, devrimizde mânevî ve rûhânî tâbirlerimizin içi boşaltılmakta, öz medeniyetimizi yabancı kültürler istîlâ etmektedir.

Modalar ve reklâmlarla, televizyon ve internetin menfî telkinleriyle insanımıza ilkā edilen bu bozuk anlayışa göre, bayram tatilden ibarettir. Tamamen, hodgâmlığa / bencilliğe, nefsânî eğlencelere ve çılgınca israflara zemin hazırlanmaktadır. Fâsıklarla beraberliğin önünü açan turistik eğlence günleri olarak görülmektedir. Gayesinin tam tersine; aileden ve akrabadan uzaklaşmak için kullanılmaktadır. Yani;

Fedâkârlık ve muhabbetin yerini ihtiras ve bencillik almaktadır.

Hâlbuki, bir mü’minin bayram telâkkîsini de İslâmî bir anlayışla tesis etmesi gerekir.

Ramazan Bayramı; oruçla, terâvihle, tilâvetle, infak ve hasenatla ihyâ edilen bir aylık ibâdetle rûhânîleşme mevsiminin sonundaki ilâhî ikramdır. Takvâ ile yaşanan bir Ramazân-ı şerîfin mükâfâtıdır.

Bayramlar, sevinç günleridir. Bu sevinç, tek başına değil; aile, eş, dost, akraba ve komşularla paylaşarak yaşanır.

Bayramlar, içtimâîleşme günleridir. Sıla-i rahim vazifesinin en kuvvetli edâ fırsatıdır.

Herkes bayramları sever ve hasret duyar.

Tefekkür edersek, gerçek bir bayramın da ancak «gerçek hayat»ta olduğunu idrâk ederiz.

Esas hayat, âhirettir. Bu cihan, o gerçek hayata hazırlık yurdudur. Bu cihan, o gerçek mükâfat yurdunun imtihan mektebidir. Bu cihan, o hasat âleminin tarlasıdır.

Doğru muhasebe etmek gerek:

Tarlada iş varken, mektepte imtihan varken, yoğun gayretler ve hazırlıklar devam ederken, mukaddes bayramları; akraba, ahbap ve gariplerle beraberlikten uzak bir tatile çevirmek, ne yazık ki, netice itibarıyla sevinçleri hüzne dönüştürmektir.

Bu bayram günlerinde sadece, âhiret hazırlıklarının şekli ve ciheti değişir. Bayram vesilesiyle, içtimâî ibâdetlere ağırlık vermek gerekir.

KULLUK TATİLE GİRMEDİ!

Aksi takdirde; Ramazân-ı şerîfin sona ermesiyle, bayramdan itibaren, takvânın, kulluk vazifelerinin ve günahlardan sakınmanın da bittiğini düşünmek ve böyle bir rehâvete kapılmak, çok büyük bir zarar ve hüsran olur. Bir ay boyunca zahmetlerle örülen örgünün, birkaç dakikada sökülmesi gibi bir hamâkat olur.

Bu sebeple; âhiretin yegâne sermâyesi olan ömrü, bir bütün olarak görmek îcâb eder. Onun Ramazan günleri de, bayram günleri de, diğer zamanları da, kulluk ve takvâ içerisinde geçirilmelidir. Bu hakikati tam mânâsıyla idrâk edebilmek, dâimâ canlı bir «Âhiret Tefekkürü» ile mümkün olur.

Rabbimiz, gerçek bilenlerin üç vasfından biri olarak;

يَحْذَرُ الْاخِرَةَ

“Onlar âhiret endişesi içinde yaşarlar.” buyurmuştur. (Bkz. ez-Zümer, 9)

Nitekim,

Fahr-i Kâinât Efendimiz, sabır ve tahammülle dolu Hendek günlerinde de, sevinç ve zaferle dolu Mekke fethi günlerinde de ashâbına aynı hakikati hatırlattı:

اَللّٰهُمَّ لاَ عَيْشَ اِلاَّ عَيْشُ الاٰخِرَةِ

“Ey Allâh’ım! Hayat, ancak âhiret hayatıdır!” (Vâkıdî, II, 824; Buhârî, Rikāk, 1)

Böylece onların; âhiretteki mükâfatları düşünerek, dünya imtihanının zorluklarına tahammül etmelerini kolaylaştırdı. Diğer taraftan; dünyevî zaferlerin de onları gevşetmemesi, şımarıklığa sevk etmemesi için, yine âhireti hatırlattı.

Bayram günlerinde rehâvetten muhafaza olabilmek için; dâimâ, bu dünyevî bayramın, geçici bir ikrâm olduğunu, esas bayramın ise, son nefesten itibaren âhirete ait kurtuluş ve sevinç günleri olduğunu tefekkür etmek lâzımdır.

Son nefeste saâdet ve âhiretteki zorlu merhalelerdeki hâlimiz, her birimiz için meçhuldür. O hakikî bayramlara erişebilmek için dâimâ Allâh’a niyaz hâlinde yaşamak zarûrîdir.

Bu tefekkürle gerçek bayramlar şunlardır:

1) SON NEFES BAYRAMI

Müsbet veya menfî bütün amellerimiz son nefese hazırlıktır.

“İşler, son vaziyetleriyle değerlendirilir.” prensibince, son nefeste îmân ile göçebilmek, her mü’minin en büyük arzusu ve endişesi olmalıdır.

Son nefeste, o zor hengâmda şeytanın türlü hilelerle hücum edeceği bildirilmiştir. O anda ayak kayması, müthiş bir hüsrandır.

O hüsrandan kurtuluşun yegâne çaresi âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا
اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ
يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ

“Ey îmân edenler! Eğer siz, Allâh’a (Allâh’ın dînine) yardım ederseniz (samimiyetle yaşarsanız ve yaşatırsanız), O da size yardım eder, (zor zamanlarda ve bilhassa son nefeste) ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7)

Son nefes, ömrün aynasıdır. Bir bardağı taşıran son damla, önceki damlaların devamı mâhiyetindedir. Bu sebeple, son nefes selâmeti ve saâdeti için, ömrün her safhasında takvâlı bir kulluk lâzımdır. Cenâb-ı Hak; sâdık ve hâlis kullarına, son nefeslerinde ve kıyâmetin zorlu geçitlerinde nasıl yardım edeceğini şu âyet-i kerîmede beyan buyurmuştur:

اِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ
ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰۤئِكَةُ اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ

“Şüphesiz;

«Rabbimiz Allah’tır.» deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara;

«Korkmayın, üzülmeyin, size va‘dolunan cennetle sevinin!» derler.” (Fussilet, 30)

Müfessirler bu yardımın zamanı husûsunda üç madde saymışlardır:

  1. Ölüm ânında, yani son nefeste.
  1. Kabirde «Münker ve Nekir»in sorgusu ânında.
  1. Kıyâmetin müthiş zorlukları esnasında.

Gerçek bayram; bu korkunç hâllerde, korku ve hüzünden kurtulabilmektir.

2) KIYÂMETTE KURTULUŞ BAYRAMI

Bu cihan fânî… Bir gün mîâdı dolacak ve infilâk edecek.

Şu fânî hayatta; bir deprem, bir tsunami veya bir yangın felâketi bizi ne kadar dehşete düşürüyor!

Hâlbuki bizim üzerinde duracağımız, düşüneceğimiz esas şeyler, bizi dehşete düşürecek olan asıl mesele; amellerimizin vaziyetidir.

–Öbür âleme nasıl gideceğiz?

–Amellerimizin zerresine varana kadar nasıl hesap vereceğiz?

Çünkü dünyada yaşanabilecek en büyük felâket, ecel ile sona erecektir. Âhiret ise; âyet-i kerîmenin ifadesiyle;

يَوْمُ الْخُلُودِ

«Ebediyet günü, yarını olmayan bir gün»dür, ölümle sona ermeyen bir hayattır. (Bkz. Kāf, 34)

Böyle bir günde korku ve hüzünden âzâd olmak, ne büyük bir bayramdır!

Âyet-i kerîmede bu bayrama kavuşacaklar şöyle bildirilir:

اَلَاۤ اِنَّ اَوْلِيَاۤءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ
وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

“Bilesiniz ki, Allâh’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.” (Yûnus, 62)

Demek ki, bu hakikî bayrama erişebilmek için, Allâh’a dost olabilmek yolunda mesafe kat edebilmek şarttır…

Dostluk, müştereklik ister. Cenâb-ı Hak; cemâlî sıfatları olan, cömertlik, merhamet, affedicilik ve emsâli güzel vasıfları kullarında görmek istiyor. Muhsin, müttakî, ihlâslı ve güzel ahlâklı kullarını seviyor.

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri de, muhabbetullah hakkında şu üç vasfı zikreder:

“Muhabbet-i Mevlâ’nın üç (fiilî) kerâmeti vardır ki bunlardan;

  • Birincisi deryâlar misâli cömert olmaktır,
  • İkincisi güneş gibi şefkatli olmaktır ve
  • Üçüncüsü de toprak gibi mütevâzı olmaktır.” (Mârifetnâme)

Kıyâmet ve mahşer meydanında insanı nice dehşetli geçitler beklemektedir. Bunların her birinden geçebilmek ayrı birer bayramdır.

➢Amel defterini sağdan alabilmek gerçek bayramdır.

Zira mahşer yerinde her kula şöyle denilir:

اِقْرَاْ كِتَابَكَۜ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَس۪يبًاۜ

“Kitâbını oku! Sana (bugün hesap sorucu olarak) nefsin kâfîdir.” (el-İsrâ, 14)

Demek ki; gafil kullar o gün, kendileri hakkında vicdânen hükmü verecekler ve Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz ikramları karşısındaki nankör ve günahkâr hâllerini îtiraf hâlinde olacaklardır. Mevlânâ Hazretleri bu îtirafı şöyle ifade eder:

“Ey günahlarla kirlenmiş kişi! Şimdi sen de insaf et (ve cevap ver):

Zulümle, günahla, kötülükle, küfür ve kinle dolu olan amel defteri, sağ taraftan verilebilir mi?” (Mesnevî)

Bu perişan hâle düşmemek için; dünyada iken o deftere, karşılaştığımızda bizleri utandırmayacak kayıtların yazılmasına ihtimam göstermemiz îcâb eder.

Amel defterini sağ tarafından alan, yani kurtuluşa erebilenlerin yaşayacağı bayram sevincini Rabbimiz âyet-i kerîmede şöyle beyan buyurur:

فَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪
فَيَقُولُ هَٓاؤُ۬مُ اقْرَؤُ۫ا كِتَابِيَهْۚ ﴿19﴾
اِنّ۪ي ظَنَنْتُ اَنّ۪ي مُلَاقٍ حِسَابِيَهْۚ ﴿20﴾

“Kitabı sağ tarafından verilen (öyle bir sevinecek ki);

«Alın, kitâbımı okuyun! Doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.» diyecek.” (el-Hâkka, 19-20)

➢Mîzanda hasenâtı ağır gelip sevinebilmek gerçek bayramdır.

➢Sırat’tan geçebilmek gerçek bayramdır.

Velhâsıl, fânî cihandaki her türlü sevinç geçicidir; esas bayram ise, cehennemden kurtulup cennete nâil olabilmektir.

3) ŞEFAAT BAYRAMI

Şefaat haktır; ancak, Cenâb-ı Hakk’ın iznine tâbîdir. Şefaate güvenip de âhirete hazırlıkta gevşeklik göstermek, asla kabul edilemez.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, öz kızına buyurmuştur ki:

“Ey Rasûlullah Muhammed’in kızı Fâtıma! Allah katında makbûl olan sâlih ameller işle! (Babanın peygamber olduğuna güvenme!) Çünkü ben (kulluk yapmadığınız takdirde) sizi Allâh’ın azâbından kurtaramam!” (İbn-i Sa‘d, II, 256; Buhârî, Menâkıb, 13-14; Müslim, Îmân, 348-353)

Çünkü;

İlâhî şefaat, ancak istikamete girmekle mümkündür. Bu da gösteriyor ki:

Dünyada ömrümüz amel-i sâlihlerle müzeyyen olmalı ki bu da bize mahşerde kurtuluş vesilesi olsun!..

Şefaat hakikatini şu hadîs-i şerif muhtevâsında idrâk etmeliyiz:

Vefâtına yakın Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ashâbıyla birlikte kabristana gitti ve şöyle buyurdu:

“Ben önceden gidip (Kevser’den) ikrâm etmek için havuzumun başında ümmetimi bekleyeceğim.

Dikkat edin! Birtakım kimseler, yabancı devenin sürüden kovulup uzaklaştırıldığı gibi benim havuzumdan kovulacaklar. Ben onlara; «Buraya gelin!» diye nidâ edeceğim. Fakat bana;

«–Onlar Sen’den sonra hâllerini değiştirdiler, (Sen’in sünnetini takip etmeyip başka yollara saptılar.)» denilecek. Bunun üzerine ben de;

«–Uzak olsunlar, uzak olsunlar!..» diyeceğim.” (Müslim, Tahâret, 39, Fedâil, 26)

Demek ki;

Şefaat, bir âhiret garantisi değildir. Rasûlullah Efendimiz’in şefaatine nâil olabilmek için de, O’nun sünnetine sarılmamız îcâb eder.

Demek ki;

Âhirette O’na olan yakınlığımız, dünyada O’na olan yakınlığımız ölçüsünde olacaktır. Zira sevilenin her hâli, gönüldeki aşk nisbetinde sevene sirâyet eder.

Cennet bayramından daha büyük bir bayram, orada Efendimiz’le beraber olabilmek bayramıdır. Sahâbe-i kiram efendilerimiz, îman nimetinden sonra en çok şu müjdeye sevinmişlerdir:

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

“Kişi sevdiği ile beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)

Onların en büyük derdi, âhirette Allah Rasûlü ile beraberliği tesis edip edemeyecekleri endişesi olmuştur.

Bayramların ve sevinçlerin zirvesi:

4) RU’YETULLAH BAYRAMI

Cennet; hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir hayalin erişemediği eşsiz güzellikte nimetlerle doludur. Fakat bütün bu nimetlerin de zirvesinde bir muhteşem ikram daha vardır:

Rabbimiz’in Cemâlini temâşâ…

Âyet-i kerîmede müjde ile buyurulur:

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌۙ

اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌۚ

“Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakacaklardır (O’nu göreceklerdir). (el-Kıyâme, 22-23)

Bir başka âyet-i kerîmede buyurulur:

لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى وَزِيَادَةٌۜ

“İhsân üzere olanlara (îmân edip güzel amel işleyenlere, en güzel ihsân olan) cennet ve bir de ziyade (Allâh’ın Cemâlini görmek) var…” (Yûnus, 26)

Yine âyet-i kerîmede buyurulur:

وَلِمَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّه۪ جَنَّتَانِۚ

“Rabbinin makamından korkan (böylece takvâ üzere yaşayan) kimseye iki cennet vardır!” (er-Rahmân, 46)

Bu âyetin Te’vîlât-ı Necmiyye’deki îzahlarından birinde buyurulmuştur ki:

Birincisi içine girilen cennet, ikincisi de Allâh’ı müşâhede edebilme nimetidir. (Bursevî, Rûhu’l-Beyân, Erkam yay., XX, 420) En doğrusunu Allah bilir.

BAYRAM HAZIRLIĞI

Bu gerçek bayramları, onlara her an hazırlanmak için hatırlamalı ve tefekkür etmeliyiz.

Hiç aklımızdan çıkarmamalıyız ki:

Dünyadaki birkaç günlük bayramlarda ne kadar seviniyoruz. Bu bayramlar için yeni elbiseler alıyoruz, ikramlar hazırlıyoruz, programlar yapıyoruz.

Ya bu ebedî bayramlara erişmek için nasıl hazırlanmamız îcâb eder?

Dünyadaki fânî bayramlar, takvimin akışı içinde gelir. Mânen hak etmeyen de ondan birkaç gün istifâde eder, işe gitmez, tatile çıkar.

Fakat gerçek uhrevî bayramlar, otomatik olarak gelmez. Çünkü bu bayramların zıtları da vardır. Fecî, mâtem dolu, perişan mahrumiyetler ve mahkûmiyetler vardır.

Cennetin mukabili cehennem, mağfiretin mukabili kahır, ebedî ikramların mukabili sonsuz azaplar vardır.

Bu sebeple, bu hakikî bayramlar için ciddiyetle, aşkla, vecdle hazırlanmalı:

  • Haramlardan ve kerahetlerden uzak durmakla hazırlanmalı…
  • İbâdetleri vecd ve huşû ile edâ ederek hazırlanmalı…
  • Hayır-hasenatla hazırlanmalı…
  • Allah için ikramlarla hazırlanmalı…
  • Huşû dolu namaz ve ibâdetlerle hazırlanmalı…
  • Kur’ân-ı Kerîm’i okumak, yaşamak ve yaşatmakla hazırlanmalı…
  • Allâh’ın dînine hizmet edecek müesseselere gönül vermekle hazırlanmalı…

Eğer bayram sevincinin devamlı ve kalıcı olmasını istiyorsak;

  • Yetimlerin gözyaşını silelim.
  • Yoksul çocukların yüzünü güldürelim.
  • Mahrumların yüzüne tebessüm saçalım.
  • Mağmumların kederini giderelim.
  • Gönlümüzden kin, haset ve nefreti arındırdığımız zaman sevinelim.
  • Niyetlerimizi ve iç dünyamızı ıslah edebildiğimiz zaman, gerçek ferâha kavuşmuş oluruz.
  • İnsanlara güler yüz gösterebildiğimiz zaman sevinelim.
  • İnsanlara eziyet vermekten kendimizi alıkoyduğumuzda sevinelim.
  • İrtibatımızın koptuğu kişilere ulaştığımızda, sıla-i rahim yaptığımızda sevinelim.
  • Bize haksızlık yapanı affettiğimizde sevinelim.

Hazret-i Ali, liyâkatli bir idarecilik için ne güzel buyurmuştur:

“Affından dolayı asla pişmanlık duyma, verdiğin cezadan dolayı da asla sevinme!”

İşte gerçek bayram vasfında bizi ebedî sürûra eriştirecek, asıl mânevî sevinçler bunlardır. Bunları gerçekleştirebilirsek, bayram sevincimiz devamlı olur.

Bu duygularla ve fazîletlerle dopdolu geçen bayramlar, ne güzel bayramlardır.

Behlül Dânâ Hazretleri gerçek bayramlara hazırlığı hatırlatarak şöyle buyurur:

“Bayram; güzel ve yeni elbiseler giyenler için değil, ilâhî azaptan emîn olup ebedî hüsrandan kurtuluşa erenler içindir.

Yine bayram; güzel güzel binitlere binenler için değil, hata ve kusurlarını terk ederek hâlis bir kul hâline gelebilenler içindir…”

Abdülkādir Geylânî Hazretleri buyurur:

“Bayram denince; güzel şeyler giymek, tatlı yemekler yemek, lezzetlere, eğlenceye dalmak akla gelmemelidir.

Asıl bayram; tâatin makbul olduğunun bilinmesi; günahların ve hataların bağışlandığının anlaşılması; kötülüklerin iyiliğe çevrilmesi; yüksek derecelere ermenin müjdesini almak; iyilik, ihsan ve ikramlara nâil olmaktır.”

Hak dostlarının îkazları, dâimâ âhiret tefekkürünü canlı tutmak üzerinedir.

Zira bayramlarda en güçlü şekilde hissedilen sevinç, ümit ve neşe gibi hâllerin; nefsin hileleri bakımından takvâ disiplinini kaybettirici bir yan tesiri olabilir. Âhireti hiç aklından çıkarmayan bir kişi ise, dünyevî sevinç ve neşeleri asla «rehâvet ve şımarma» seviyesine düşürmez.

Dünyanın oyalayıcı vasıflarından biri de tekâsür ve tefâhur yarışıdır. Bayramlar, dünyalıklarla birbirine övünme yarışına asla dönmemelidir.

Fakir-fukarâ kimseler, belki bayramda ne giyecekleri gibi dünyevî endişeler çekerler. Hâlbuki esas endişe, âhiretteki vaziyet olmalıdır.

Abdülkādir Geylânî Hazretleri bu hususla alâkalı olarak şöyle bir kıssa nakleder:

Bir adam, bayram günü Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ın yanına gider. Görür ki; Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- kuru ekmek yiyor.

Ona;

“–Bugün bayram olduğu hâlde, sen kuru ekmek mi yiyorsun!?.” der.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- şu cevabı verir:

“–Bayram o kimse içindir ki; orucu makbul olmuş, çalışması yerinde görülmüş, günahları da bağışlanmıştır. Bugün bize bayramdır, yarın bize bayramdır, Allâh’a âsî olmadığımız her gün bize bayramdır.”

SON RAMAZAN ŞUURUYLA

Her yıl tekrar tekrar gelen Ramazan ve bayramların bize tefekkür ettireceği bir hakikat de, dünyanın fânîliğidir.

Peygamber Efendimiz, bu tefekkür derinliğini kazanmamız için şöyle tavsiye buyurur:

“Namazını, (dünyaya) vedâ eden bir kimsenin namazı gibi kıl!..” (İbn-i Mâce, Zühd, 15)

Edâ ettiğimiz her yılın Ramazân’ını da; «Belki de son Ramazan» şuuruyla edâ edersek, onda nasîb olan ibâdetleri muhafazaya daha gayretli oluruz.

Nitekim; geçen sene Ramazan’da bizlerle beraber olan nice dostlarımız ve akrabalarımız bu Ramazân’a erişemediler.

Bu tefekkürle;

Abdülkādir Geylânî Hazretleri îkaz buyurur:

“Ey gafil! Hani senin gözyaşların?.. Tevbeni hangi yıla bırakıyorsun? Gelecek seneye mi?.. Hiç de öyle değil; ömür süreleri senin elinde değil. Onun miktarını bilmek de sana düşmemiştir!

Öyle ümit besleyenler vardır ki; arzusuna kavuşacağını ummuş ama ona ulaşamamıştır…

Niceleri, bayram için koku hazırlamıştır; ama onu kabrinde koklamıştır. Bayramına temiz elbise hazırlayan nicelerine, bu hazırladığı kefen olmuştur…

Niceleri var ki; tuttuğundan başka oruç tutamamıştır. Hâlbuki daha başka Ramazan ayları görüp yine oruç tutmayı umuyordu.

Ey Allâh’ın kulları! Şunu biliniz ki, siz büyük bir aydan ayrılıyorsunuz. Fazîletli, kerîm bir ayı geride bırakıyorsunuz.

Hele bir düşünün; sizden evvel gelip de oruç tutan, namaz kılan ve emirleri yerine getirenler neredeler? (Siz de bir müddet sonra nerede olacaksınız?!.)”

Cenâb-ı Hak; ibâdetlerimizi, tâatlerimizi, oruçlarımızı ve infaklarımızı ahsen-i kabul ile makbul buyursun. Nasîb eylediği ibâdetlerin sevaplarını kaybetmememize yardım eylesin. Son nefes ve ötesindeki nice zorlu geçitte bayram sevinçlerine nâil olabilmemizi cümlemize lutfeylesin.

Âmîn!..