İnsan Rabbiyle Nasıl Dost Olur

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

İNSAN RABBİYLE NASIL DOST OLUR?

Muhterem kardeşlerimiz!

Cenâb-ı Hak yarattığı bütün mahlûkat içinde, -melekler dâhil- Cenâb-ı Hak, insanla dost olmak istiyor. İnsana kâbiliyetler veriyor. İnsan bu kâbiliyetleri inkişâf ettirecek, Cenâb-ı Hakʼla dost olacak.

وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي

(“…Rûhumdan üfürdüğüm zaman…” [el-Hicr, 29; Sâd, 72]) buyuruyor. Kendinden istîdatlar veriyor.

“Ahsen-i takvîm” buyuruyor. En güzel bir varlık olması…

“Benî Âdemʼi mükerrem kıldık…” (el-İsrâ, 70) buyuruyor Cenâb-ı Hak. Kula kâbiliyetler vermesi… Fakat bir imtihan dünyasındayız. İmtihan olarak dünyaya geldik. Bu imtihan da bir sefere mahsus. İkinci bu imtihanın tekrarı yok. Hepimiz, bu cihan dershanesinin talebeleriyiz. Bu talebeliğimiz son nefese kadar devam edecek. Son nefeste bitecek. Ondan sonra talebelik yok. Ondan sonra ebedî bir hayat başlayacak.

Nasıl bir Dünyaʼya geldik; bir mezara doğum olacak. Mezardan kıyamete doğum olacak. “يَوْمُ الْخُرُوجِ” mezarlardan çıkılacak. (Bkz. Kāf, 42) “يَوْمُ الْخُلُودِ” “bitmeyen bir ebediyet günü” (Bkz. Kāf, 34) başlayacak.

Tekrar Dünyaʼya dönüş yok. Cenâb-ı Hak insana, akıl, izʼan, idrak veriyor. Bu akıl, izʼan, idrâki nasıl kullanacak? Peygamberler gönderiyor, suhuflar gönderiyor, kitaplar gönderiyor.

Tabi bir imtihan olarak geldiğimiz için, -meleklerde bu yok- bize bir “nefs” engeli veriliyor. Yani haramlara, yanlış şeylere bir temâyül… Onlar bertaraf edilecek. Onların bertaraf edilmesi mukâbilince Cenâb-ı Hakʼla kul dost olacak. Cenâb-ı Hak yine bir kudsî hadîs-i şerîfte:

“Mârifetime muhabbet ettim.” Yani kalpte bilinmeme muhabbet ettim “…Ve yarattım, halkettim.” buyruluyor. (Bkz. İ. Hakkı Bursevî, Kenz-i Mahfî)

Bize Cenâb-ı Hak lûtfuyla, keremiyle, meccânen, bizim hiçbir dahlimiz olmadan, 124 bin küsur peygamber geldi, en yüce Peygamberʼe ümmet kıldı bizi. Biz, sıfır sermaye ile geldik. Büyük bir lûtuf…

Mûcizevî kitap, kıyamete kadar mûcize Kurʼân-ı Kerîm… Ona muhâtap olduk.

Bu kâinat, ilâhî bir dershâne ve laboratuvarı çok zengin bir kütüphâne…

İlk inen âyet:

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

(“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” [el-Alak, 1])

Kalp inkişaf edecek. Gözün gördüğü her şeyde kalp Cenâb-ı Hakʼla buluşacak. Cenâb-ı Hakkʼı unutmayacak; “‒Aman yâ Rabbi!” diyecek.

Mikrodan makroya kadar, en basit cisimlerden en büyük kütlelere kadar, hepsi ilâhî azametin, ilâhî kudret akışlarının, ilâhî nakışların bir tecellîsi… Her şey Cenâb-ı Hakkʼın şâhidi. Hattâ bir Hak dostu buyuruyor ki:

“Cenâb-ı Hak o kadar zâhirdir ki, zuhûrunun şiddetinden gâibdir.”

Hayat, kundakla kefen arasında bir yolculuk. İnişli çıkışlı bir yolculuk. Hayat; bazen tatlı bir sevinç, bazen derin ıztırapların yaşandığı, iniş çıkışlarla dolu bir hayatımız var. Her ânımız bir imtihan. Varlık imtihan, yokluk imtihan, hastalık imtihan. En zoru sıhhat imtihanı, en zoru… İnsan özellikle sıhhatliyken gaflete düşer, güçlüyken gaflete düşer.

Bu iniş çıkışlı hayatın içindeki bayramlar, İslâm kardeşliğinin gönülden idrak edildiği rahmet ve sürur günleri… Yani, mânevî bedelini ödeyenler için sürur günleri ve sevinç günleri. Cenâb-ı Hak öyle bir sevinç günleri veriyor.

Bu bayramlar -işte Kurban bayramı ve Ramazan bayramı- bu mübârek günler, Cenâb-ı Hakkʼın rahmetinin bol bol tecellî ettiği günler. Dolayısıyla bu günlerde kardeşlik artacak. Kurʼânî bir ifadeyle müslümanlar, “Allah yolunda kenetlenmiş bir yapı” hâline gelecek. “Üst üste konulmuş tuğlalar gibi” (Bkz. es-Saff, 4) Cenâb-ı Hak buyuruyor. Allah yolunda bu hâle gelecek…

Diğer taraftan, bu, akrabalık, kardeşlik yine artacak.

Diğer taraftan din kardeşliği… Yani mazlumun sessiz “âh”ları sükûnete erdirilecek. Onlar tebessüm ettirilecek. Yalnızların yanıbaşında olunacak. Onların mahzun yüzlerine bir bayram tebessümü aksettirilecek. Yani bayramlar bir ibadet günleri. İctimâî bir ibadet günleri. Bu garip gönüllerden çıkan dualarla “En Yüce Dost”un huzuruna çıkabilmek, “Dost ile bayram kılabilmek” mümkün olacaktır.

İki bayram var, dînî bayramlarımız: Biri Ramazan bayramı. Bayram, senenin herhangi bir gününde Cenâb-ı Hak bize bayram yapın buyurmuyor. Bir Ramazanʼdan sonra bir bayram Cenâb-ı Hak ihsân ediyor. Ramazanʼa da Cenâb-ı Hak, Receb ve Şâbân aylarıyla hazırlanabilmek:

اَللّهُمَّ بَارِكْ لَنَا فِي رَجَبَ وَ شَعْبَانَ

(“Allâhʼım! Bize Receb ve Şâbân aylarını mübârek kıl…”)

Ve Ramazân-ı şerîfe ulaşabilmek…

Ramazân-ı şerîf, Cenâb-ı Hakkʼın affının, merhametinin tuğyân ettiği bir ay. O ay da Kurʼânʼın indiği bir ay. Kul, Cenâb-ı Hakkʼa gönül olarak yaklaşacak. Haramlardan uzaklaşacak, kerâhetlerden uzaklaşacak. Gözünü, dilini, gönlünü, her şeyini yanlışlıktan koruyacak.

Son on gecesinde bir Kadir Gecesi veriliyor. Bu da bin aydan / seksen küsur seneden fazîletli; bir gecede veriliyor. Hep Cenâb-ı Hak müʼminleri seviyor, dost olmaları için lûtuflarda bulunuyor. Ondan sonra Cenâb-ı Hak bir bayram ihsan ediyor. Yani bir takvâ hayatından sonra bir bayram geliyor. Senenin herhangi bir orta gününde bir bayram gelmiyor. Takvânın getirdiği bir şehâdetnâme olmuş oluyor. Allâhʼa yakınlığın getirdiği bir şehâdetnâme oluyor. Ve bu Ramazan bayramında da ictimâî münâsebetler, kardeşlik artacak. Kardeşlik yaşanacak.

Kurban bayramı ise, bütün tedâîleriyle / çağrışımlarıyla, Allah için yapılan fedakârlığın, candan ve maldan geçişlerin Hakkʼa yaklaşmak, Oʼnun husûsî ikram ve rızâsına erişme bayramı olarak hatırlanması lâzım. İşte okunan âyet-i kerîmeler… Cenâb-ı Hak bizden bir Kurban bayramı istiyor ama bu Kurban bayramı bir fedakârlıktan sonra gelen bir Kurban bayramı. Burada kurban bir sembol.

Cenâb-ı Hak; “…mallarıyla, canlarıyla Cennetʼi satın aldılar…” buyuruyor. (Bkz. et-Tevbe, 111)

Demek ki Allâhʼın verdiği nîmetleri Allah yolunda harcayabilmek, Allah yolunda kurban edebilmek…

Kurban; mal ve candan fedakârlık mânâsı taşıdığından, Allâhʼa yaklaşmanın en büyük vâsıtalarından biri olmuş oluyor. Nitekim kurban bize Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-ʼdan bir hâtıra.

İbrahim -aleyhisselâm- ikinci büyük peygamber ve İbrahim -aleyhisselâm- Cenâb-ı Hakʼla “dost” oldu, “Halîl” oldu.

Melekler dediler ki:

“‒Yâ Rabbi!” dediler. “İbrahimʼin canı var, malı var ve evlâdı var.” Yani gönlünde üç tane taht var. Üç tane fânî taht var gönlünde. “Bu üç tane fânî tahtla nasıl bir dost olabilir?”

İnsan, canına çok düşkündür. Malına sığınır, malına düşkündür. Evlâdı, kendisinin devam eden bir parçasıdır. Bu, onları bir kenara bırakıp, o tahtları yıkıp:

“‒Yâ Rabbi! Senʼinle nasıl dost olabilir?” dedi melekler.

İbrahim -aleyhisselâm- canıyla bir imtihan verdi. Tevhîdi, yani İslâmiyetʼi muhafaza/koruma, tevhîdi intişâr etmek için Nemrudʼun ateşlerine girmeye râzı oldu.

Melekler geldi:

“‒Yardıma ihtiyacın var mı?” diye sordular İbrahim -aleyhisselâm-ʼa. İbrahim -aleyhisselâm-:

“‒Ateşi yandıran söndürür. Dostʼla dostun arasına girmeyin.” Buyurdu.

Mancınığa konuldu. Ateşe atıldı. Hiç yüzü kırışmadı. Cenâb-ı Hak ateşe:

“…En nâr! İbrahimʼe serin ve selâmet ol.” (el-Enbiyâ, 69) diye emir verdi; ateş gülistana döndü. Yani canından bir imtihan verdi. Canı fedâ edebilmek.

Malı fedâ etti. Yani canı verdi can buldu, dostluğa kavuştu. Malını verdi; “Halil İbrahim bereketi” oldu, bir bereket oldu.

لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ buyruluyor. “Sevdiklerinizden vermedikçe (Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşamazsınız buyruluyor) birre vâsıl olamazsınız…” (Âl-i İmrân, 92)

İbrahim -aleyhisselâm- malından da imtihan verdi. Cebrâil geldi:

“‒Bana bu koyun sürülerini satar mısın?” dedi.

“‒Bunlar benim değil, Rabbimin.” dedi.

“‒Peki, bedeli nedir?” dedi.

“‒Rabbimi zikret.” dedi. “Bir sefer zikredersen üçte birini, üç sefer zikredersen tamamını al git.” dedi.

İnsan kılığında geldi Cebrâil:

“‒Subbûhun, Kuddûsün…” Üç sefer zikretti.

“‒Al dedi, bütün hepsi senin.” dedi. Çünkü bana öyle bir zikirden bir lezzet verdin ki, rûhumun öyle bir bedel ödedin ki, öyle benim rûhumu doyurdun ki, hepsini al git dedi, bütün sürülerimi al git, dedi.

O da dedi ki:

“‒Ben meleğim.” dedi. “Ben insan değilim.” dedi.

İbrahim -aleyhisselâm- dedi ki:

“‒Ben de Halîlʼim/Dostʼum.” dedi. Ve Halil İbrahim bereketi oldu.

En sona bir oğlu kaldı: İsmâil -aleyhisselâm-… O da Cenâb-ı Hakkʼa duâ etti:

“‒Yâ Rabbi! Bana bir evlât ver ve ben bu evlâdı Senʼin için kurban edeyim.”

İşte tevriye günü, yani Pazar günü olmuş oluyor tevriye günü. Pazar günü, arefe günü, bayramın birinci günü, üç gün üst üste bir rüya gördü; verdiği sözde, ahdinde durması için.

Ve İbrahim -aleyhisselâm- Hâcer Vâlidemizʼden:

“‒Oğlumu süsle.” dedi. “Yıka.” dedi. “Guslettir.” dedi.

“‒Ne yapacaksın?”

“‒Bir Dostʼuma götüreceğim.” dedi.

Bir de bıçak istedi.

“‒Bunu ne yapacaksın?”

“‒Dostuma kurban edeceğim.” dedi.

Beraber yolculuğa çıktılar. Bu, şeytan taşlama yerine geldiği zaman hacıların, şeytan geldi:

“‒İbrahim!” dedi. “Senin gördüğün rüyâ şeytânî. İnsan oğlunu keser mi?” dedi.

İsmail -aleyhisselâm-ʼa döndü:

“‒Baban seni öldürüp kesmeye götürüyor.” dedi.

İkisi de taşladılar. Bu da bir, çok güzel bir sembol. Demek ki bu şeytan taşlama, en zor zamanda. Demek ki dâimâ, sırf şeytan taşlama hacda değil. Her zaman şeytan taşlayacağız.

“اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ” diyoruz. Yani sâlih amellerimizle dâimâ şeytan taşlayacağız. Amellerimiz sâlih olmaz, gayr-i sâlih olursa, şeytan bizi taşlamış olur.

Velhâsıl, baba-oğul gittiler. Vedâlaştılar.

“‒Kıyâmette buluşuruz.” dediler.

“‒Baba! Gözümü bağla.” dedi. “Belki çırpınırım.” dedi. “Sen babalık merhametiyle kesemezsin.” dedi. Vedâlaştılar. Tam bıçak boğazına geldi, Cenâb-ı Hak:

“İbrahim! Bu, açık ve zor bir imtihandı.” dedi. (es-Sâffât, 106) “Sana selâm olsun!” dedi. (es-Sâffât, 109) İbrahim -aleyhisselâm-ʼı Cenâb-ı Hak tebrik etti.

Yani kalbindeki üç tane fânî taht yıkılmış oldu. Bu üç fânî tahtın yerine kalp, Cenâb-ı Hakkʼın mazharı hâline geldi. O şekilde dost oldu. Putperest bir kavimle mücadele etti. Babası da putperestti. Babasıyla tevhid mücadelesinde bulundu. Halîl oldu, dost oldu. Birtakım tecellîlere kendisi mazhar oldu. Kıyamet günü, Allâhʼın kendisine verdiği nîmetleri, kendisi yine az görerek:

“‒Yâ Rabbi! Beni insanların diriltildiği gün, beni mahcup etme!” “وَلَا تُخْزِنِى يَوْمَ يُبْعَثُونَ” buyruluyor. “İnsanların diriltileceği gün beni, yâ Rabbi mahcup etme!” (Bkz. eş-Şuarâ, 87)

Ondan sonra gelen âyet:

يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

(“O gün, ne mal fayda verir ne de evlât. Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 88-89])

Cenâb-ı Hak bizden “kalb-i selîm” istiyor. Kendisiyle şeffaflaşmış, kendisiyle berraklaşmış, rafine olmuş, bütün Allahʼtan uzaklaştıran her şeyden temizlenmiş bir kalp ile Cenâb-ı Hak bizi huzûruna dâvet ediyor. İşte kurban bayramı bu. Kurban bayramı bize buradan geliyor.

Demek ki kurban bayramı bir fedakârlık bayramı. Bu Ramazan ve Kurban bayramı, kalbî bir kıvam ile idrak ederek hayatımızın her safhasında bir kardeşlik kurulacak. “Önce ben” yerine “önce kardeşim sen” diyeceğiz. Elimizdeki her türlü imkânı cömertçe harcayacağız. Cenâb-ı Hak bize bu hususta, peygamberler misal, Efendimiz zirve misal. Peygamberlerin dışında ashâb-ı kirâm misal. Cenâb-ı Hak Tevbe Sûresiʼnin 100. âyetinde:

“İslâmʼa ilk giren Muhâcirler…” Onlar her türlü cefaya katlandı.

“…Onları tâkip eden Ensâr (Medîneliler)…”

Onlar da inen her ahkâm âyetine şeksiz şüphesiz “سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا : (işittik ve itaat ettik”) (Bkz. el-Bakara, 285) dediler. Hemen hayatlarına geçirdiler. Cenâb-ı Hak bizim de onlar gibi olmamızı istiyor:

“…Onlara tâbî olan ihsan sahipleri…” (et-Tevbe, 100)

Yani nasıl olacağız?

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“…Nereye gitseniz O sizinle beraberdir…” (el-Hadîd, 4) buyuruyor.

Hiçbir zaman yalnız değiliz. İlâhî müşâhedenin, ilâhî kameranın altındayız.

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

(“Biz ona şah damarından daha yakınız.” [Kāf, 16]) buyruluyor.

İçimizden geçenler de Cenâb-ı Hakkʼa mâlûm…