Herşeyi Altüst Eden Gün Kıyamet

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

HER ŞEYİ ALTÜST EDEN GÜN; KIYÂMET

Fussilet Sûresiʼnde, 20. âyette:

“Nihâyet oraya geldiklerinde (o kıyamet günü o ekranın önüne geldiklerinde), kulakları, gözleri, derileri, işledikleri şeye karşı onların aleyhine şâhitlik edecek.”

Allah sana bu gözü niye verdi? Bu gözü nerede kullandın? Bu kulağı niye verdi? Bu kulağı nerede kullandın? Bu deriyi, bu cesedi, bu bedeni niye verdi sana? Sen bu bedeni nerede kullandın?

Cenâb-ı Hak buyuruyor âyet-i kerîmede:

“O gün ağızlarını mühürleriz, yaptıklarını Bizʼe elleri anlatır, ayakları da şâhitlik eder.” (Yâsîn, 65)

Ağız susar, demek ki bütün uzuvlar, bir şâhit olarak gelecek. Ondan sonra daha başka âyette; yeryüzü konuşacak:

يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَا. بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحٰى لَهَا

(“İşte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır. Çünkü Rabbin ona (öyle) vahyetmiştir.” [ez-Zilzâl, 4-5])

Yeryüzü, üzerinde işlenenlerden;

“Burada namaz kıldı, burada bir kalbe bir diken batırdı…”

Yani bu, şu manzarayı orada hepimiz göreceğiz. Cenâb-ı Hak yine bu, o kadar kıyâmet üzerinde duruyor ki Rabbimiz, meselâ bir yerde; “الطَّامَّةُ الْكُبْرٰى” buyuruyor Cenâb-ı Hak. “Kıyâmet” buyurmuyor, “الطَّامَّةُ الْكُبْرٰى”.

Yani “Her şeyi alt üst eden o felâket geldiği zaman.” (en-Nâziât, 34)

“İnsanın yapıp ettiklerini hatırladığı gün.” (en-Nâziât, 35)

“Görene Cehennem açıkça gösterildiği gün.” (en-Nâziât, 36)

Yine Cenâb-ı Hak; “الصَّاخَّةُ” buyuruyor. Yani;

“Kulakları sağır eden o ses geldiğinde.” (Abese, 33)

Yani kıyâmetin muhtelif safhalarını bildiriyor.

“İşte o gün kişi, kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar.” (Abese, 34-36) buyruluyor. En çok sığındığı merkezlerden kaçıyor. Kendi derdinde…

Nasıl, -Allah korusun- bir canavar girse, bir aslan-kaplan girse, bir yılan girse şuraya, nasıl herkes bir telâşeyle kaçar; demek o ne kadar dehşetli bir şey ki, sığındığı her şeyden kaçacak.

“اَلْقَارِعَةُ” buyuruyor. Yani şiddetle çarpan. Kapıya şöyle “Güm, güm!” bir tekmeyle vurulsa, merak ederiz; acaba bu ne bir şiddettir diye. Demek ki Cenâb-ı Hak böyle bir şiddet (bildiriyor). Ondan sonra Cenâb-ı Hak:

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ خَاشِعَةٌ

“O gün yüzler vardır, (o gün korku ve) zillet içinde eğilmiştir.” (el-Ğâşiye, 2)

Zillet içindedir. Kim onlar? Allâhʼın verdiği bu îman nîmetini ziyan edenler.

Cenâb-ı Hak Hâdî sıfatının tecellîsi olarak, müslüman olarak dünyaya geldik. Bütün dünyayı verseler yine dünyada kalacak. Ömrümüz kadar dünyadayız. Fakat îmân ebedî bir saâdet.

Demek ki îmânın bedeli, Allâhʼa ödenecek -celle celâlühû-. Yani birisi bir şey ikram etse bize, onun bedelini ona ikram ederiz karşılığında. Fakat îmânın bedeli Cenâb-ı Hakkʼa ödenecek. O da Kitap ve Sünnetʼi hayatın her tarafına teşmil edip bir yerde unutmamak. Evlât yetiştirmede unutmamak, ticârî hayatta unutmamak, sadakada-infakta unutmamak, Efendimizʼin rûhânî dokusundan hisse almakta unutmamak…

Cenâb-ı Hak, “bâzı insanlar” yerine “bazı yüzler” ifadesi var. Çünkü insanın en mühim şeyi yüzdür. Onlar yüzlerinden tanınır. İyi ve kötü olduğu yüzlerinden anlaşılır.

“Yüzler vardır o gün (korku ve) zillet içindedir.” (el-Ğâşiye, 2)

Yani bu beden, bir elbise olarak rûha verildi. Dünyada insanın işi bittiği zaman bu beden alınacak. Fakat kıyamette yeni baştan bir beden giydirilecek ve bu bedenin rengi, şekli, biçimi, bu dünyadaki iç dünyamıza göre Cenâb-ı Hak bize yeni baştan bir vücut verecek. Fakat o vücudumuzun güzelliği, çirkinliği, dünyadaki amellerimiz nisbetinde olacak.

Velhâsıl şu geçici, kısacık ömrünü; gaflet, günah, haksızlıkla hebâ edip küfür ile sonlandıran bedbahtlar olmuş oluyor birinci grup. Bu, yüzleri çirkinleşen, bir korku hâlinde ve zillet hâlinde bulunanlar. Diğer bir âyette, kıyâmette pörsüyecek buyruluyor.

Hayat nedir sorusu işte…

Hayat nedir sorusunun en güzel ifadesi; mezarların, kabristanların rutubetli taşları…

Bir kardeşimiz fenâlaştı demin. Geçen sohbetimizde bir kardeşimiz vardı, ertesi gün, camiye giderken vefat etti.

Şu kalabalıktan -yaş mühim değil- kim evvel gidecek, belli değil. Cenâb-ı Hak gizlemiş. Her an hazırlıklı olacak kul. Her an istiğfarda olacak. Her an amel-i sâlihlerde olacak. Her an kendisini nefsânî arzulardan koruyup, ihlâsını takviye etmenin gayretinde olacak.

Ondan sonra âyet dehşetli:

عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ

(“Çalışmış, (boşa) yorulmuşlardır.” [el-Ğâşiye, 3])

Sadece dünya için çalışmış, o gün eli boş kalmış olmaktan ötürü yorgun ve bitkin düşmüştür. Yani iflâs. Yani para kazanmış; nefsi hesabına kazanmış, ten rahatlığı için. İki uçlu bıçak gibi.

Allah rızâsı için kazanmış, ben bunu Allah yolunda harcayayım, ümmet-i Muhammed istifâde etsin; ne güzel. Nefs için harcanmış, nefsi için çalışmış, nefsi için harcamış; Cenâb-ı Hak, o gün diyor, çalışmış, eli boş, diyor. Yorulmuş diyor, yorgun diyor, fakat boşuna! Yani şöhret için, dünya metâı için vs…

Yine bir hadîs-i şerîf var, meâlen hatırımda:

O gün buyuruyor, kıyâmet günü, şehid gelir, kanlar içinde:

“‒Yâ Rabbi! Ben şehîd oldum.” der.

Cenâb-ı Hak der ki:

“‒Sen (der), şöhret için girdin, şöhret için öldün (der). Sürün Cehennemʼe!” der.

İşte burada ne buyuruyor; yorulmuş, eli boş kalmış.

Âlim gelir:

“‒İşte, yâ Rabbi! Ben ilim öğrettim…” filân.

“‒Yok (der), sen bunu nefsin için yaptın. Nefsini palazlandırmak için bunu yaptın. Şöhret için yaptın. Sürün Cehennemʼe!” buyurur.

Varlıklı gelir:

“‒İşte, yâ Rabbi! Ben işte şöyle yaptım, böyle yaptım, kazandım vs. şu bu…”

“‒Yok, sen bunu şöhret için yaptın…” (Bkz. Müslim, İmâre, 152)

Velhâsıl Cenâb-ı Hak:

“Sadece dünya için çalışıp o gün eli boş kalmış olmaktan ötürü yorgun ve bitkin düşmüştür.” (Bkz. el-Ğâşiye, 3)

Ve bugün meselâ bazı yapılan câmilere sağlıkta isim veriliyor. Bu doğru değil. يَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ (“…Sadakaları (Allah) alır…” [et-Tevbe, 104]) Cenâb-ı Hakkʼa vermek lâzım. Çünkü Cenâb-ı Hak alıyor sadakaları.

Fakat vefât etmiştir, oğulları onun ismine yapmıştır. O zaman kendisi vefât etmiştir, rahmetle anılacaktır. Ona bir beis yok. Fakat sağlığında ismini koymuş, o, fânîleri ortak etmiş oluyor.

Fakat Cenâb-ı Hak:

يَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ (“…Sadakaları (Allah) alır…” [et-Tevbe, 104]) Kendisi almak istiyor. Bir fânînin ortak olmasını, yahut nefsinin ortak olmasını Cenâb-ı Hak istemiyor.

Yine Kehf Sûresiʼnde:

(Rasûlüm!) De ki, (yaptıkları) ameller yüzünden en çok zarara uğrayacakları haber vereyim mi? (Onlar) güzel şeyler yaptıklarını zannetmelerine rağmen, dünya hayatında yaptıkları çalışmaları boşa giden kimselerdir.” (el-Kehf, 103-104)

Kılıf da uydurur: “Ben şu kadar kişiye ekmek veriyorum fabrikada…” der. Hâlbuki niyeti, o fabrika olmasa, o ekmeği vermez. O kendisini temize çıkartmak içindir o.

İşte bu niyetler çok mühim. Niyetlerle ameller çıkıyor, niyetlerle ameller aşağı iniyor.

Ondan sonra Cenâb-ı Hak, bu, Cehennemʼde olan durumlardan bahsediyor. Bu, ateşin durumu, oradaki yiyeceklerden, zehirli bitkilerden vs. onlardan Cenâb-ı Hak bahsediyor. Bu Cehennem, muhtelif âyetlerde “zakkum” bildiriliyor, “irin” bildiriliyor, zehirli ve kuru dikenli bir bitki bildiriliyor. Demek ki zaman zaman onlara böyle, o Cehennemʼdekilere böyle bir acı bir şey verilecek, gıdâ verilecek. Gıdâ demeyim de, yani aldığı gıda ile tekrar bir ıztırap duyacak. (Bkz. el-Ğâşiye, 5-7)

Ondan sonra Cenâb-ı Hak kâfirlerin bu perişan hâlleri karşısında Cennet-Cehennem gerçeği iyi anlaşılsın diye, müʼminlerin nîmet ve huzur, saâdet dolu manzaralarından Cenâb-ı Hak bahsediyor:

“O gün (buyuruyor Cenâb-ı Hak) yüzler vardır, (o gün nîmetler içinde) mutludur. Dünyada yaptıklarının sonucundan gayet memnundur.” (Bkz. el-Ğâşiye, 8-9)

O, dünyadaki o gayretlerinden, Allah için yaptığı hizmetlerden, ibadetlerinden, tâatlerinden, amel-i sâlihlerinden onlar memnundur.

İslâmʼı yaşamanın üç hususiyeti var:

Birinci hususiyeti “ilim”.

En büyük ilim, Kurʼân-ı Kerîmʼdir.

اَلرَّحْمٰنُ . عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ . خَلَقَ الْاِنْسَانَ . عَلَّمَهُ الْبَيَانَ .

 “Rahman (Allah, kulu yarattı) Kurʼânʼı öğretti, insanı yarattı, insana beyânı öğretti.” (er-Rahmân, 1-4)

Kurʼân, menşei Cenâb-ı Hak. Her şey, ne var ne yok, hepsi Kurʼân-ı Kerîmʼde hikmet tarafı, ibret tarafı. İlâhî rehber, dershânenin ders kitabı…

هُدًى لِلْمُتَّقِينَ

(“…O, müttakîler (günahlardan sakınanlar) için bir yol göstericidir.” [el-Bakara, 2])

Sadece bu, takvâ sahipleri için. Ne kadar takvâmız artarsa, Kurʼân bizde o kadar derinleşir…