Hayatımızda Allah Rasulü ile Ne Kadar Beraberiz?

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

HAYATIMIZDA ALLAH RASÛLÜ İLE NE KADAR BERABERİZ?

Velhâsıl Cenâb-ı Hak ile dostluk, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile dostlukla ancak gerçekleşir.

Onun silsilesi. Cenâb-ı Hak bize “ashâb-ı kirâm”ı bahsediyor Tevbe Sûresi’nin 100. âyetinde. Onlarla dostluk…

Yine Cenâb-ı Hakk’ın velî kullarıyla dostluk, velî kullara benzemek, silsile hâlinde. Ve bu benzemeyi başarabilmek. Bu da kalbin merhalelerine bağlı.

O kadar Cenâb-ı Hak bize net bir ayna veriyor ki:

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ

“Kim Allah Rasûlü’ne itaat ederse, Allâh’a itaat etmiş olur…” (en-Nisâ, 80)

Efendimiz buyuruyor:

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)

Demek ki ben ne kadar Allah Rasûlüyle bugün beraberim şu hayatta? O günkü -sohbetin başında- o günde bir câhiliye devri yaşanıyordu. Sahâbe nasıl dost oldu Efendimiz’le? Huzur buldu, rahat etti. Zengini rahat etti, fakiri rahat etti, garibi rahat etti, kölesi rahat etti, hayvanlar rahat etti…

Ve bu dostluk nasıl olması gerekiyor: Nefsânî arzulara mukâvemet gösterebilme.

Cenâb-ı Hak… Elhamdülillâh, öyle bir sezona geldik ki, istediğimiz gibi, imkânımız kadar kitap bastırabiliyoruz, istediğimiz kadar İslâm’ı anlatabiliyoruz. Fakat buna mukâbil, menfî güçler de çok. Demin saydığımız gibi, kapitalizmin getirdiği, rûhânî hayata zehir serpen durumlar…

Şimdi, bir araba yolda arıza yaparsa onu kolaylıkla itersin. Fakat rampada arıza yaptığı zaman, ona çok güç vermek lâzım. Onun için, biz bugün nasıl Cenâb-ı Hak’la dost olacağız? İşte mallarımızı ve canlarımızı bu ortamda ne şekilde kullanacağız? Nasıl bizden Cenâb-ı Hak râzı olacak? Nasıl Allah Rasûlü râzı olacak; bize kıyamet günü serzenişte bulunmayacak?..

Bu da tabi, îman lezzetini tadabilmeye bağlı. Bir takvâ hayatı…

Takvâ hayatı için, Kitap ve Sünnet, hayatımızın her safhasında olacak. İlim olacak, amel-i sâlih olacak, takvâ olacak. Yani biri olmazsa fire verir. Böylece bir îman lezzeti teşekkül edecek.

İşte sahâbe, o fânî ıztıraplardan, hepsinden vazgeçti, duymadı bile.

İbrahim Edhem Hazretleri güzel bir misal veriyor, dostluğun lezzetini ifade ediyor:

“İlâhî muhabbetteki vecd, istiğrâkımız müşahhas bir şey olsaydı, krallar onu alabilmek için bütün hazinelerini ve krallıklarını feda ederlerdi.”

Cenâb-ı Hak nasıl bir dostluğun bedelini vermiş oluyor, dostluğumuz kadar. Fakat bunun zıddına da, bedeli ödenmeyen bir şeye sahiplik iddiasına kalkışmak veya ödenmeyen bir bedelin karşılığını talep etmekse abesle iştigaldir.

Dâimâ düşüneceğiz:

Cenâb-ı Hak bize “…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor. Namazlarımız nasıl? Cenâb-ı Hak bize “şah damarımızdan daha yakınım” buyuruyor. (Bkz. Kāf, 16) Bizim Cenâb-ı Hakk’a olan yakınlığımız ne kadar?

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ buyruluyor.

“Nereye gitseniz O sizinle beraberdir.” (el-Hadîd, 4)

Ne kadar bir, ilâhî kameranın altında olduğumuzun bir idrâki içindeyiz?

Cenâb-ı Hak bize bir, bu, kâinat mektebinin ilk dersi, ilk âyette veriyor:

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

(“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” [el-Alak, 1])

Her gördüğümüz şeyde Cenâb-ı Hak’la buluşabilme. İlâhî kudret akışları, ilâhî azamet tecellîleri, ilâhî nakışlar…

Kalbin bunları seyredebilmesi. Yani rûhânî vitrinleri kalbimizin seyredebilmesi.

Nefsânî vitrinlerden, şeytânî vitrinlerden kendimizi koruyabilmemiz. Aksine, kula ikram edilen, ihsân edilen nîmetler, Cenâb-ı Hakk’ın uğrunda değil de yanlış yerlerde harcanırsa da bu, nîmeti ikram edene karşı ağır bir ihanet olmuş oluyor.

Yine bu kitapla -hatırıma gelen benim- Erkam, Altınoluk, diğer İslâmî neşriyatlar… Hatırıma gelen, yani çocukluğumdaki devirdeki o durumlar… Bugün Cenâb-ı Hak nasıl önümüzü açtı ve ne kadar mes’ûlüz!?.

Rahmetli pederim Mûsâ Efendi, o zamanlar, zaman zaman Büyük Doğu çıkardı. Büyük Doğu Dergisi çıkardı. 2-3 ay çıkardı, kapanırdı imkânsızlıktan. Gazetesi çıkardı, o da bir müddet çıkardı, o da imkânsızlıktan kapanırdı.

Hattâ rahmetli pederim Büyük Doğu alırdı şöyle bir demet. Bilhassa onu yolda giderken, arabayla meselâ Bursa’ya giderken, çocuklar; “Gazete, gazete!” diye bağırırlardı. Bugünkü gibi şey değil. Hemen orada Büyük Doğu’yu, orada pencereden Büyük Doğu’yu atardı.

Yani bir o günün imkânlarına baktığımız zaman, bir de bugünün imkânlarına baktığımız zaman; hakîkaten bugün bu hizmetin ne kadar bir mes’ûliyeti içindeyiz?

Yine biz tatil günlerinde Sultanhamam’a çalışmaya giderdik. Pederimiz hiç bizi boş bırakmazdı. Orada kasketçiler vardı. Bu, Tahtakale tarafında. Onlar daha ziyade kasket-masket filân yaparlardı ve Ermeni vatandaşlarıydı. Bakardık onlara, her gün bir gazeteci gelir, bir Ermeni gazetesi bir sayfa gelirdi. Hemen onu alırlardı, şeyin altına koyarlardı, çekmecenin içine koyarlardı.

Bugün Cenâb-ı Hak imkânlarımızı bizim sonsuz olarak açtı. Hakikaten bugün ferden ferdâ biz ne kadar mes’ûlüz?!.

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

(Rabbimiz!) Ancak Sana kulluk ederiz ve yalnız Senʼden medet umarız.” [el-Fâtiha, 5])

Her rekâtta Cenâb-ı Hak Fâtiha’yı bize vâcip kıldı, farz kıldı okumayı. Demek biz nasıl bir, hep birden, kitle hâlinde Cenâb-ı Hakk’a kul olacağız ki Cenâb-ı Hak’tan yardım gelecek. İnşâallah, bu yardım bizim son nefesimizde olacak, kabrimizde olacak, kıyamette olacak -inşâallah-.

Okunan âyet-i kerîme, Cenâb-ı Hak:

“Allah mü’minlerden mallarını ve canlarını, kendilerine verilecek Cennet karşısında satın almıştır…” (et-Tevbe, 111)

Akabe Bîatları oldu. Medîneliler, ilk müslümanlar, gelip Efendimiz’e bey’atta bulundular. Bu Akabe’de oldu bu. Bu yani şeytan taşlamanın oradaki o yokuşta oldu. Ondan “Akabe Bîatları” denildi o yokuşta olduğu için. Büyük şeytanın hemen aşağısında oldu, bugün hacıların şeytanı taşladığı yerin.

Bu, ikinci Akabe Bey’ati’nde 90 küsur kişi geldi. Abdullah bin Revâha kafile başkanıydı. Sordu:

“–Yâ Rasûlâllah! (Dedi.) Allâh’a bey’at ettik (dedi), Sana bîat ettik (dedi). Bu bîatimizin mukâbilinde ne var?” dedi.

Efendimiz bîati açıkladı. Allâh’a bîat nedir? Rasûlullâh’a bîat nedir? Onu açıkladı. Abdullah bin Revâha:

“–Evet yâ Rasûlâllah! (Dedi.) Biz bîat hâlindeyiz hem Sana hem Rabbimiz’e (dedi). Bu bey’at karşısında bize ne var yâ Rasûlâllah!” dedi.

Efendimiz:

“–Cennet var.” dedi.

Abdullah bin Revâha dedi ki:

“–Yâ Rasûlâllah! Ne güzel bir alışveriş yaptık (dedi). Biz bu alışverişten asla dönmeyiz.” dedi.

Yani malımızı da canımızı da hepsini bir fedâ hâlindeyiz dedi Allah ve Sen’in uğrunda dediler.

Bunun üzerine bu âyet-i kerîme indi:

“Allah mü’minlerden mallarını ve canlarını, kendilerine verilecek Cennet karşısında satın almıştır…” (et-Tevbe, 111)

Abdullah bin Revâha, Mûte Harbinde, savaşına giderken, üç kumandan, Efendimiz bildirdi. Onlardan biri de Abdullah bin Revâha’ydı. Ve üçünün arka arkaya şehîd olacağını îmâ etti Efendimiz. Tabi ince ruhlu sahâbîler. Üçü de şehîd olacaklarını bildiler. Fakat hiçbir zaman yüzlerinde bir tebessümden başka bir şey olmadı. Hattâ dediler:

“Biz canımızı feda etmeye gidiyoruz.” Abdullah bin Revâha; “malımızı da feda edelim” dediler. Hattâ “benim bir tane devem kaldı” dedi. Devesini de bıraktı, mâşiyen yoluna devam etti. “Bir devem kaldı, o devemi de Allah yolunda bırakayım” dedi.

Tabi bunlar nedir? Bu, muhabbetin neticesidir. Muhabbetin filizlendiği yer neresidir? Takvâ hayatıdır. Cenâb-ı Hak bizden öyle bir takvâ hayatı istiyor.

Âyet-i kerîmenin devamında:

“Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler (ikisi de olabilir, şehid de olurlar, gazi de olurlar). Bu, Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da (üç kitabı Cenâb-ı Hak birbirini te’yid olarak veriyor) bu, Allah üzerine hak bir (vaîddir, bir sözdür bu) vaaddir (bu, Allâh’ın bir vaadidir bu). Allah’tan daha çok sözünde duran kim vardır?..” (et-Tevbe, 111)  Cenâb-ı Hak soruyor bunu.

Şu ekolojik denge değişiyor mu? Kâinatta hiç abes bir şey var mı? Her şey Allâh’ın azametinin bir şâhidi. Cenâb-ı Hak burada:

“…Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır?..” (et-Tevbe, 111)

Ondan sonra o Akabe Bîati’nde bulunanlara Cenâb-ı Hak:

“…O hâlde (ki onun şeyinde bizlere de aynı şekilde, bu kıvama gelenlere de, o hâlde) O’nunla yapmış olduğunuz alışverişten dolayı sevinin…” (et-Tevbe, 111) buyruluyor.

“…İşte bu, gerçekten büyük bir kazançtır.” (et-Tevbe, 111) buyruluyor.

Ondan sonra inen âyette; nasıl bir tevbemiz olacak, tevbe nasıl yapılır, tevbe dilde mi olur, tevbeyi îfâ edebilmek için amel-i sâlihler mi lâzım, pişmanlık mı lâzım?.. O yapılan şeyden ne şekilde bir uzaklaşmak lâzım?.. Cenâb-ı Hakk’ın dâimâ bir “Kahhâr” sıfatını, “Azîzü’n-Züntikām” sıfatını düşünmemiz lâzım.

Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak, Lokman Sûresi’nin 33. âyetinde:

“…Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın…”

Allah “Gafûru’r-Rahîm”dir, “Erhamu’r-Râhimîn”dir… aldatmasın!

“…Şeytan, Allâh’ın affına güvendirerek sizi de kandırmasın.” buyruluyor.

Velhâsıl şerîat, hayatımızın her safhasında olacak.

Seherler:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ

(“…Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrân, 17])

Seherler dolu dolu geçecek, istiğfarla geçecek, kelime-i tevhîd ile, salevât-ı şerîfe ile, ölümü tefekkürle geçecek.

Bir huzur hâli gelecek, o huzur hâliyle güne gireceğiz.

Sâlihlerle beraber, sâdıklarla beraber olacağız.

Cenâb-ı Hak “اَلْعَابِدُونَ” buyuruyor. (Bkz. et-Tevbe, 112)

Tâzim li-emrillâh. İbadet, bizlere birer vitamin. Bir hapı bile nasıl alacağımızı; suyla mı, neyle alacağımızı, nasıl şey yapacağımızı bize tarif ediyorlar.

Cenâb-ı Hak sırf geometrik bir ibadet istemiyor. Namaz geometrik olmayacak. Oruç, sırf midenin açlığına kalmayacak. Hacdı, zekâttı, infaktı, sadakaydı… O, Allâh’a verilecek.

يَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ (“…Sadakaları (Allah) alır…” [et-Tevbe, 104])

Araya bir enâniyet girmeyecek. Bir riyâ hâli girmeyecek. Hep rûhu inkişâf ettirecek. Güzel ahlâkın zeminini hazırlayacak…