Gönül Dergâhından Hikmetler 13

Yıl: 2016 Ay: Temmuz Sayı: 118

Mahlûkat içinde eğitime en çok muhtaç olan, insandır. Hayatta en zirve sanat da, insan yetiştirmektir. Allah Teâlâ, en büyük insan terbiyecileri olarak peygamberleri göndermiştir. Yani eğitim (terbiye) hizmeti, bir peygamber mesleğidir. Mes’ûliyeti ağır, fakat ecri büyüktür.

Hazret-i Mevlânâ şöyle buyurur:

“Belâlardan çoğu peygamberlere gelir. Çünkü ham adamları yola getirmek, zaten belâdır.”

***

Eğitim, şahsiyet inşasıdır. Dolayısıyla eğitimde madde ve mânâ dengesi şarttır. Yani mâneviyattan mahrum şekilde tek taraflı verilen bir eğitim, noksandır. Zira tek kanatla uçmaya çalışan bir kuş, aç bir kedinin lokması oluverir. Böyle bir eğitimde öğrenilen bilgiler, gönül terazisinden mahrum kaldığından, sahibini felâkete sürükler. Nitekim kişi hâkim olur, lâkin adâleti gözetmez, menfaatini düşünür. Doktor olur, merhameti unutur, cellat kesilir…

***

Eğitim, kişiye hiçlik ve tevâzu hâli kazandırdığı, insanı kulluğun idrâkine yükselttiği nisbette değerlidir. Nitekim insanı Kârun ve Firavunlaştıran eğitimin neticesi, hüsrandan başka bir şey değildir.

***

Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulmuştur:

“…Allah’tan korkun (takvâ üzere olun!) Ve (bilin ki) Allah size (bilmediğinizi) öğretir!..” (el-Bakara, 282)

“Ey îmân edenler! Eğer Allah’tan korkarsanız (takvâ üzere yaşarsanız) O, size bir furkan (iyi ile kötüyü, hak ile bâtılı ayırt edecek bir anlayış) verir…” (el-Enfâl, 29)

Yani Rabbimiz, kalbimize nakşolarak davranışlarımıza sâlih ameller şeklinde akseden “takvâ”mıza göre bize değer veriyor, bize bilmediğimizi öğretiyor. Dolayısıyla kişiyi ahlâkî bakımdan daha ileri seviyeye taşımayan her bilgi, zihne ve gönle ağır bir yük olmaktan başka bir şey ifâde etmemektedir.

İlimleri vaz eden Cenâb-ı Hak’tır. Bütün ilimler, O’nun “Tekvîn” sıfatının bir tecellîsidir. Cenâb-ı Hak kuluna bu ilimleri vermiştir ki, kul eserden Müessir’e, sanattan Sanatkâr’a intikâl etmek sûretiyle mârifetullahta mesâfe katedebilsin.

***

Dağdan kesilen koca koca tomrukların, nasıl ki koltuk, kanepe, masa ve sandalye gibi kullanılışlı hâle gelebilmesi için bir marangozun tezgâhında ince ince işlenmesi gerekiyorsa, imtihan dünyasında ukbâ yolculuğuna çıkmış olan bir kimsenin de gönlündeki fücûru bertaraf edip takvâyı artırabilmesi için, ehil bir gönlün tezgâhında mânevî bir terbiyeden geçmesi zarurîdir. Zira bu terbiyeden geçmeyenlerin, bünye itibâriyle yetişkin bir insan gibi göründüğü hâlde akıl noksanlığı sebebiyle “mecnun” denilen kimselerden ne farkı olur?!.

***

Sermâye, yatırım yapmak için dâimâ en verimli sahayı arar. Eğitim ise, yatırım yapılması gereken en mühim sahadır. İstikbâle dâir en doğru hesap; kaliteli ve ideal insan yetiştirmektir.

Bu sebeple şöyle denilmiştir:

“Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek, on yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dik; ama yüz yıl sonrasını düşünüyorsan insan yetiştir.”

Mevlânâ Hazretleri de şu nasihatte bulunur:

“Acele, birçok işi bozar; dilediğin şeyi yavaş yavaş, fakat sağlam bir şekilde yapmalısın. Unutma ki Allah insanı yavaş yavaş, tam kırk yılda olgunlaştırır.”

***

Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’i dilese bir anda Efendimiz’e indirebilir ve bütün gönülleri bir anda İslâm’a açardı. Lâkin gönüllerin, her bakımdan sarsılmaz bir îmân ile tekâmül etmesi için, 23 senelik bir nebevî terbiyeye muhatap kılınması, eğitimde hayırlı bir neticeye varabilmek için “sabrın” lüzumuna işaret etmektedir.

Mesela bir akarsuya, dağın tepesini aşırmak hayli zor, meşakkatli ve belki de imkânsızdır. Lâkin dağın etrafını dolaşmak sûretiyle menzile varmak, her ne kadar uzun bir vakit ve sabır istese de, hayırlı bir neticeye varabilmenin yegâne yoludur.

***

İnsanların istîdatları birbirinden farklı olduğu gibi, zaafları da muhteliftir. Bu sebeple eğitimcinin âdeta bir ruh doktoru titizliğiyle insana yaklaşması gerekir. Birine faydalı olan bir söz ve davranış, bir başkasına zarar verebilir. Bu yüzden eğitiminden mes’ûl olduğumuz insanların karakterlerini çok iyi tanımamız lâzımdır.

Mesela Âlemler Sultanı Efendimiz, rahle-i tedrîsinden geçen ashâb-ı kirâmı aslâ tek bir kalıba sokmaya çalışmadı. Herkesin içinde meknuz olan istidâdı eğitti, mükemmel bir seviyeye getirdi. Öyle ki içlerinden kimi sıdk ve teslimiyette, kimi adâlette, kimi îman, hayâ ve cömertlikte, kimi de tebliğ ve hizmet aşkında zirve oldu. Efendimiz r onları önce yetiştirdi, sonra da her birine şu beyânıyla kefil oldu:

“Ashâbım (gökteki) yıldızlar gibidir. Onların hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz.” (Mübârekfûrî, Tuhfetü’l-Ahvezî, Kâhire, ts., X, 226, no: 3807; İbn-i Abdi’l-Berr, Câmiu Beyâni’l-İlm, II, 91)

Bugün hangi eğitimci, terbiyesi altında yetişmiş insanların hepsine birden kefil olabilir?!.

***

İnsan, doğduğu günden vefâtına kadar, ilim, irfan ve terbiyeye muhtaçtır. Her insan, son nefesine kadar fânî hayat mektebinin bir öğrencisi mevkiindedir. Âhiret diploması verildiğinde yüzlerin gülmesi için yapılması gereken, bu hayatı Kur’ân ve Sünnet rehberliğinde yaşayabilmektir.

***

Cenâb-ı Hak, insanoğlunu yarattığı günden itibâren onun terbiyesi için sayısız peygamber ve kitap göndermiştir.

Aksi hâlde insan, varlıkların en zâlimi, en hodgâmı, en merhametsizi, en vahşîsi, yani en zararlısı olabilmektedir. Nitekim tarih sahneleri, insanoğlunun vahşetini sergileyen sayısız mezâlimle doludur. Bağdat’a girip de Dicle’nin sularında 400 bin masum insanı boğan Hülâgu’nun yaptığı zulmün başka bir îzahı var mıdır? Yine Suriye’de senelerdir yapılan zulme, süren vahşete ne demeli? Onun için bu âlemde eğitime en muhtaç varlık, insandır. Dünyanın kana ve vahşete bulanmaması için, vicdanların mutlakâ ve en güzel şekilde terbiye edilmesi şarttır.

Cenâb-ı Hak da bu âlemi, insanın eğitimi için âdeta bir dershane şeklinde tanzim etmiştir. Bilhassa tasavvuf, bu terbiye ihtiyacına cevap veren bir gönül yoludur. Bu yol, kalpleri dergâh hâline getirir. Mânevî eğitimin birinci derecede mütehassıs üstatları olan peygamberler de bizzat Cenâb-ı Hak’tan terbiye görmüşlerdir. Nitekim Peygamber Efendimiz r şöyle buyurur:

“Beni Rabbim terbiye etti, terbiyemi de pek güzel yaptı.” (Süyûtî, I, 12)

Bütün mesele bu güzel terbiyeye, Hak tarafından övülen bu ahlâk-ı hamîdeye ulaşabilmek. Çünkü o zaman ibadet ibadet olur, ahlâk ahlâk olur, muâşeret muâşeret olur. Yani o zaman insan, insan olur.

***

Fahr-i Kâinat Efendimiz r; yetişmiş bir insanı, bir bel­denin fethine denk gördü. Hayber’in fethi esnâsında Habeşistan’dan dönen Câfer-i Tayyâr t’a hitâben;

“Hangisine sevineyim? Câfer’in gelişine mi? Hayber’in fethine mi?” buyurdu. (İbn-i Hişâm, III, 414)

Hazret-i Ömer t, bir oda dolusu altın ve mücevher değil;

“Bir oda dolusu Ebû Ubeyde bin Cerrah, Muaz bin Cebel ve Huzeyfetü’l-Yemânî olsa da, ideal insana aç beldelere göndersem, cihanın hidâyete ermesinde istihdâm etsem…” di­ye temennî ediyordu… (Bkz. Buhârî, Târîhu’s-Sağîr, I, 54)

Yetişmiş, ideal insanın ehemmiyetini kavrayan Yavuz Sul­tan Selim Han da, Mısır’ın fethi esnasında şehid düşen Sinan Paşa hakkında;

“Mısır’ı aldık, fakat yazık ki Sinan Paşa’yı kaybettik!” di­yerek; terazinin bir kefesine Osmanlı hazinesini dolduran bir beldeyi, diğer kefesine de yetişmiş bir insanı koymuştur.

***

Velhâsıl müslümanın en mühim vazifesi, Efendimiz r’in müstesnâ sünnetinden elde edilen yüksek şahsiyetin temsil, tebliğ ve tevziidir. Bu da ancak “takvâ” üzere yaşamakla olur.

Yâ Rabbi! Kur’ân ve Sünnet istikâmetinde yaşamayı, gerek söz gerekse fiil ve davranışlarımızla İslâm’ın şahsiyet ve karakterini yansıtan sâlih kullarından olabilmeyi lûtf u kereminle cümlemize ihsân eyle.

Âmîn!..