Gönüllerini Dergâh Hâline Getirenler Saâdete Erişir

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

GÖNÜLLERİNİ DERGÂH HÂLİNE GETİRENLER SAÂDETE ERİŞİR

Dâvud -aleyhisselâm- âyet-i kerîmede, Rabbine çok şükrederdi. Bir defasında şöyle niyaz etti:

“–Yâ Rabbi! Ben Sana hakkıyla nasıl şükredebilirim ki? Sana nasıl şükretmem! Senʼden bana gelen ne büyük nîmet! Sen bana ne büyük bir nîmetsin!”

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“‒İşte şimdi (diyor) şükretmiş oldun ey Dâvud!” diyor.

Demek ki kul şükredecek. Cenâb-ı Hak ona şükretme duygusunu verdiği için yine şükredecek. Yine o duyguyu verdiği için yine şükredecek. Velhâsıl şükür, sonsuzluğa doğru gidecek.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz mâsum, günahsız. Her an Cenâb-ı Hakkʼa bir istiğfar ve bir teşekkür hâlindeydi. Her an bir terfi-i derecât hâlindeydi. Bir an evvelki hâline devamlı bir istiğfar, o hâline de bir şükür hâlindeydi.

Velhâsıl Cenâb-ı Hak:

وَقَلِيلٌ مِنْ عِبَادِىَ الشَّكُورُ buyuruyor.

“…Kullarımdan şükreden azdır.” (Sebe, 13) buyuruyor. Ancak bir nîmet, bir dünyevî nîmet azaldığı zaman, hemen korkuya kapılıyoruz. Peki mânevî nîmetlere ne kadar dikkat etmek mecburiyetindeyiz? İbadetlerimiz, tâatimiz, ahlâkımız, muâmelâtımız. Ne kadar şerlerden uzakta (kalarak) kendimizi koruyabiliyoruz? En büyük felâket, onlar.

Yine Hazret-i İbrahim şöyle demiştir:

“…Rabbim! Bu şehri (Mekkeʼyi) emniyetli kıl. Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.” (İbrahim, 35)

Rasûlullah Efendimiz buyuruyor ki:

“…Ben sizin Allâhʼa şirk koşmanızdan korkmuyorum. Ama dünya hırsıyla birbirinizi, (ihtirasa kapılıp birbirinizi) helâk etmenizden korkuyorum…” (Bkz. Buhârî, Cenâiz, 73; Müslim, Fedâil, 31)

İşte bugünkü dünyadaki durum. Kim kimi vuruyor?

Yine Efendimiz buyuruyor:

“Ben sizin dünya hırsıyla birbirinizin ihtiraslarına, birbirinizin mücadele etmekten, birbirinizi helâk etmekten ve sizden öncekiler gibi helâk olup gitmenizden korkuyorum.” buyuruyor. (Bkz. Buhârî, Cenâiz, 73; Müslim, Fedâil, 31; Buhârî, Rikâk, 7; Müslim, Zühd, 6)

Bugünkü manzara kardeşler. Nasıl bir müʼmin müʼmini yiyor? Nedir bu şey; gaflet…

Buna benzer, daha benzer âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler var.

Demek ki kalp, yıkanmaya, temizlenmeye zarûrî, mecbur.

Onun için Cenâb-ı Hak:

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

(“Muhakkak ki nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.” [eş-Şems, 9]) buyuruyor.

Eğer iç âlem temizlenmezse o zaman da Cenâb-ı Hak:

(Ey Peygamber!) Hevâ hevesini ilâh hâline getirenleri gördün mü?..” (el-Furkân, 43) buyuruyor. “لَا اِلٰهَ” (kelime-i tevhidin ilk safhası) tecellî etmiyor o zaman. Bugün işte onu görüyoruz: Yani müslüman müslümanı helâk etmeye çalışıyor. Niye? İhtirâsından dolayı.

Zâlimlerin kararmış vicdanları sıfıra müncer olduğu için, onlar dâimâ kendilerini haklı görürler. Hiçbir zâlim “ben haksızım” demez. Bu bir câhiliye devrinin en büyük şeyidir. Câhiliye devrinde de böyleydi.

Hind dedi ki:

“‒Bu nasıl bir din? (dedi.) Ben köleyle bir mi olacağım? O (dedi) şansına küssün (dedi). O, bana tâbî olmaya mecburdur.” dedi

Bu zâlimlerin bu şeyidir, vicdanıdır bu. Sıfırlanmış bir vicdandır.

İşte onun, bakıyoruz tarihte İskender olsun, vs. olsun, onun benzerleri, bütün insanlığın düşmanı kesildiler. Fakat dostluğun Allahʼtaki kaynağını elde eden Mevlânâ, Yunus ve (emsâli) Hak dostları, ebediyyen bütün insanlığın dostu olarak kalacaklardır.

Bir millet, kocaman bir imparatorluk kurmuş olsa, lâkin ufku dar, sırf menfaatine râm olmuş, milletin istikbâlini değil de kendi menfaatlerini, mevkiini düşünen kişilerce idare ediliyorsa, zaten o millet de küçülür, o insanlar da târihin mezbelesinde kaybolur gider.

Ancak, ki bugünkü durum, işte Âkifʼin dediği gibi; “tek dişi kalmış canavar” medeniyet. Zâlimlerin şeyi altında bir kitle görüyoruz. Bir vicdan yok, sıfırlanmış.

Vicdan, dinle kāimdir. Vicdan; “وَجَدَ يَجِدُ وِجْدَانًا” kendini kendinde bulmaktır. Vicdansızlık, kendi haysiyet ve insanlık vasfını kaybetmektir.

İşte, ancak gönüllerini insanlara açıp gönüllerini dergâh hâline getiren Hazret-i Mevlânâlar, Şâh-ı Nakşibendler, Abdülkâdir Geylânîler, Yûnus Emreler gibi, onlar devamlı fânî hayatlarından sonra kıyâmete kadar gönüllerde yaşıyor.

Demek ki esas saâdet, gönüllerini dergâh hâline getirenler. Hâlıkʼın nazarıyla bütün mahlûkata bakış tarzı kazanabilenler. Gönlünde bir mahşer kaynatanlar. Ve bir, gönlünden bir rahmet taşıranlar. Bunlar hiçbir zaman zâlimlerin zulmüne karşı bîgâne kalmazlar.

Bizler için bugün dünyadaki bu manzara karşısında yapacağımız tek şey, bol bol Cenâb-ı Hakkʼa ilticâ etmek. Cenâb-ı Hakkʼa bir yürek yanışıyla (ilticâya) devam etmek.

Bilelim ki Sûriyeʼdeki o yanan kardeşimiz benim kızım veyahut oğlum. Yahut Mısırʼdaki, Gazzeʼdeki, o benim kızım, oğlum. Nasıl kızı-oğlu olan o şekilde yanarsa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin gönlü de o şekildeydi. Bizden de o şekilde olmamızı arzu ediyor.

Onun için devamlı bir duâ hâlinde olacağız.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ümmetin ümmetine duâ etmesini çok arzu ediyor.

Dâvud-i Tâî Hazretleri buyuruyor ki:

“Her müslüman günde en aşağı on sefer:

اَللّٰهُمَّ اصْلِحْ اُمَّتَ مُحَمَّد

اَللّٰهُمَّ فَرِّجْ عَنْ اُمَّتِ مُحَمَّد

اَللّٰهُمَّ ارْحَمْ اُمَّتَ مُحَمَّد رَحْمَةً عَامَّةً

Ümmet-i Muhammedʼe duâ etsin.”

Duâyı kabul edecek, Cenâb-ı Hak.

Tabi burada; zâlimlerin sonu helâktir. Hiçbir zaman zulüm âbâd olmaz, zulüm berbâd olur. Zulmün sonu berbatlıktır.

Burada, canını Allah için fedâ edenlere Cenâb-ı Hakʼtan rahmet diliyoruz. Bunu bir müʼminin de duyması lâzım.

Ondan sonra gelen âyette:

“Ey Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını Senʼin Beyt-i Haremʼinin (Kâbeʼnin) yanında, ziraat yapılmayan bir vâdiye yerleştirdim. Artık Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir ve meyvelerini bunlara rızık olarak ver! Umulur ki bu nîmetlere şükrederler.” (İbrahim, 37)

Yani bu âyet-i kerîmede görüyoruz; Cenâb-ı Hak dilerse bir çöl âbâd oluyor, ümrân oluyor; işte Mekke-i Mükerreme gibi, Medîne-i Münevvere gibi.

Cenâb-ı Hakkʼın kahrı tecellî ederse, âbâd olan memleketler de berbâd oluyor. Âd Kavmi, Semud Kavmi, Lût Kavmi gibi. Bunlar zamanında âbâd olan kavimlerdi. Kullar o toprakları berbâd etti. Onlar, tarihin bir yüz karası, tarihin bir mezbelesine gömüldü gitti.

Bu hakîkat, Cenâb-ı Hakkʼın bu âyette bize ettiği tebliğ gösteriyor ki Büyük Sahra Çölü, aynı Büyük Sahra Çölüʼdür. Taklamakan Çölü, aynı Taklamakan Çölüʼdür. Fakat Cenâb-ı Hakkʼın Mekkeʼye rahmet tecellîsi bulunduğu için, o mübârek belde, bütün müʼminlerin nabzının attığı, maddî ve mânevî en kıymetli bir mekân olmuştur. Yani çöle inen nur, bütün kâinâtı âbâd etmiştir. İnsanı insanlık haysiyetine kavuşturmuştur. Âbâd olan yerler de işte Âd, Semud ve diğer kavimlerin berbâd olduğu gibi, o yerler de bugün berbâd olmuş, bir hüzün mekânları olmuştur.

Cenâb-ı Hak bize her âyetinde, ayrı ayrı bize Cenâb-ı Hak tâlimatlar veriyor. Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Ey Rabbimiz! (İbrahim 38. âyet) Şüphesiz ki Sen bizim gizlediğimizi de açıklayacağımızı da bilirsin. Çünkü ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allahʼtan gizli kalmaz.”

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

(“Biz ona şah damarından daha yakınız.” [Kāf, 16]) Diğer bir âyet-i kerîme.

Cenâb-ı Hak içimizden geçenleri bile bir Cenâb-ı Hak âşinâ. Yarattığını bilmesi, yarattığının hâlini bilmesi, en tabiî bir şeydir Cenâb-ı Hakkʼa. Onun için insan, o rikkat-i kalp içinde olacak:

“Cenâb-ı Hak beni görüyor, Cenâb-ı Hak benimle beraber, Cenâb-ı Hak benim içimden geçenleri bile biliyor.”

Bu hususta muhtelif âyetler var. Fakat vakit daraldığı için okuyamayacağım.

Velhâsıl, ondan sonra İbrahim -aleyhisselâm-:

“Ey Rabbim! Beni ve neslimden gelecekleri namaza devamlı kılanlardan eyle. Ey Rabbimiz! Duâmı kabul eyle!” (İbrahim, 40)

İbrahim -aleyhisselâm-ʼın dört tane derdi var. Bir, kendisinin derdi. Namazı, öyle bir namaz kılacak ki Cenâb-ı Hakʼla bir mülâkat olacak.

Neslinin derdi: Nesli de namaz kılanlardan olacak. Yarın kıyamet günü tenha kalmayacak nesli de.

Ondan sonra anne-babasının derdi.

Ondan sonra, bütün müʼminlerin derdi.

İşte dâimâ duâ edeceğiz:

اَللّٰهُمَّ ارْحَمْ اُمَّتَ مُحَمَّد رَحْمَةً عَامَّةً

Ebû Bekir Vâsitî Hazretleri buyuruyor:

Üç mekân, üç zamanda saâdet vardır. Biri, “ölüm esnâsında devlet/saâdet vardır.”

Ölüm esnâsında saâdet vardır. Âyette buyrulduğu gibi. Bu da, bu hayattaki ömrümüz Allâhʼa itaatle geçiyorsa.

فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ

(“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol…” [Hûd, 112])

(Birincisi;) “hayattaki devlet, yaşadığımız ömürdeki saâdet.”

İkincisi; “ölüm esnâsındaki devlet.”

وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ buyuruyor Cenâb-ı Hak.

“…Ancak müslümanlar olarak ölün.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor.

Yusuf -aleyhisselâm-:

تَوَفَّنِى مُسْلِمًا وَاَلْحِقْنِى بِالصَّالِحِينَ

(“…(Yâ Rabbi!) Beni, müslüman olarak vefât ettir ve beni sâlihler arasına kat.” [Yûsuf, 101]) buyuruyor.

Üçüncüsü; “Kıyâmette.” O, kabirden çıktığımız esnâda müjdecinin gelip Cennet müjdesini vermesi, Bursevî Hazretleri buyuruyor. (Bkz. Rûhuʼl-Beyân, İbrahim Sûresi 41. âyetin tefsiri.)

Kıymetli kardeşlerim!

Bugün aynı zamanda bir düğün merasimi içindeyiz. Cenâb-ı Hakʼtan bu yavrularımıza da saâdetler diliyoruz. Hepimizin yavruları için de Cenâb-ı Hak saâdetler ihsân eylesin -inşâallah-.

Cenâb-ı Hak vahdâniyeti kendisine münhasır kıldı ve bütün mahlûkâtı çift halketti. İnsanın Cenâb-ı Hak iffetli yaşamasını istiyor. Hayat, bölüm bölüm: Çocukluk, gençlik, yaşlılık -ömür verirse-.

وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِى الْخَلْقِ اَفَلَا يَعْقِلُونَ

(Kime uzun ömür verirsek Biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç düşünmüyorlar mı? [Yâsîn, 68])

O gençlik esnâsında da en güzel mevsim, bir evlilik mevsimi olmuş oluyor. Tabi burada da bir takvâ hâlinde yaşanan bir evlilik. Bu -inşâallah- istikbaldeki bir Cennetʼteki bir yeri, mekânı teşkil etmiş oluyor.

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede, Rûm Sûresiʼnde (bildirdiği üzere evliliğin) üç husûsiyeti bulunacak:

Dâimâ kul tefekkür hâlinde olacak. Hiç birbirini tanımayan iki insan birbirine en yakın hâle gelecek. Cenâb-ı Hakkʼın lûtfu. Ayrıldıkları baba evinden, kurdukları yuva kendilerine daha sıcak gelecek. Takvâ hâlinde yaşanan bir evlilikte Cenâb-ı Hak:

“لِتَسْكُنُوا: (“…Huzur bulmanız için…” [er-Rûm, 21]) buyuruyor. O evlilik, ona huzur ve sekînet verecek. Âiledeki bu huzur, hayatın her safhasına yansıyacak.

“مَوَدَّةً” (er-Rûm, 21): Sevgi ve muhabbet olacak. Allah için muhabbet olacak fânîler arasında, iki çift arasında. Bu fânî muhabbet, birbirini takvâya götürecek ve bu muhabbet, Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşmaya vesîle olacak.

Üçüncü:

“رَحْمَةً” buyruluyor âyet-i kerîmede. (er-Rûm, 21) Bilhassa yaşlılıkta birbirine bu iki kişi birbirinin en yakını olacak, destek olacak.

Yine Cenâb-ı Hak toplum tarzını:

رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا

(“…Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!” [el-Furkân, 74]) bildiriyor. Öyle bir toplum olacak ki bu toplumda

رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا

Âileler, zevceler yetiştirilecek. Sâliha hanımlar yetiştirilecek. Ve bu sâliha hanımlardan sâliha nesiller gelecek.

وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا

Biz de takvâda bir önder olacağız.

İşte bu âyetin şümûlüne giren asr-ı saâdet, zaman zaman tarihimizdeki safhalar…

Cenâb-ı Hak -inşâallah- böyle bir toplum, böyle bir hanım kızlar yetiştirmemizi, o şekilde bir nesil yetiştirmemizi Cenâb-ı Hak ihsân eyler -inşâallah-.

Bugün evlenen, düğün merasimini yaptığımız yavrularımız için bir duâ edelim:

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلىَ آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ. اَللّهُمَّ اجْعَلْ هَذَا الْعَقْدَ مَيْمُونًا وَ مُبَارَكاً. وَاجْعَلْ بَيْنَهُمَا اُلْفَةً وَ مَحَبَّةً وَ قَرَارًا. وَلاَ تَجْعَلْ بَيْنَهُمَا نَفْرَةً وَ فِرْقَةً وَفِرَارًا. اَللّهُمَّ اَلِّفْ بَيْنَهُمَا كَمَا اَلَّفْتَ بَيْنَ آدَمَ وَ حَوَّى. وَ بَيْنَ مُحَمَّدٍ صَلَّى الله ُعَلَيْهِ وَ سَلَّمَ وَ خَدِيجَةَ الْكُبْرَى. وَ بَيْنَ عَلِىٍّ كَرَّمَ اللهُ وَجْهَهُ وَ فَاطِمَةَ الزَّهْرَى رَضِىَ اللهُ عَنْهَا. اَللَّهُمَّ اَعْطِ لَهُمَا وَلَدًا صَالِحًا وَ رِزْقًا وَاسِعًا وَ عُمْرًا طَوِيلاً وَ قَلْبًا خاَشِعًا وَلِسَانًا ذَاكِرًا. رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَ ذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ اِمَامًا.

Duâmızın kabûlü niyâzıyla; Lillâhi Teâleʼl-Fâtiha!..