Cenab-ı Hakka Nasıl Yaklaşırız?

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

CENÂB-I HAKK’A NASIL YAKLAŞIRIZ?

Cenâb-ı Hak hadîs-i kudsîde buyuruyor:

“…Kullarım, kendisine emrettiğim farzlardan daha sevimli herhangi bir şeyle Bana yakınlık sağlayamaz…”

Tabi farzlar hayatın her safhasında. Sırf namaz, oruç değil. Gözümüze ne farz kılınıyor? Gözümüz neleri görecek? Kulağımız neleri işitecek?

“…Bana, farzlara ilaveten işlediği (sünnet-i seniyye) nâfile ibadetlerle durmadan Bana yaklaşır…” Cenâb-ı Hak buyuruyor.

“…Nihayet Ben onu severim…” buyuruyor. “…O kulumu severim. Kulumu sevince de Ben âdeta Oʼnun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum…” buyruluyor.

Diğer bir rivâyette “akleden kalbi olurum” buyuruyor.

“…Benʼden ne isterse mutlaka veririm. Bana sığınırsa Oʼnu korurum.” (Bkz. Buhârî, Rikāk, 38)

Cenâb-ı Hak böyle bir gönül istiyor. Böyle bir yürek istiyor.

Cenâb-ı Hak yine Meryem Sûresiʼnde:

“O, göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin Rabbidir. O hâlde Oʼna kulluk et…” (Meryem, 65)

Oʼnun mülkünde yaşıyoruz. Oʼnun bir mülkünden bir mülküne geçeceğiz. Bir mülkünden diğer bir mülküne geçeceğiz. O şekilde bir, sonsuz bir hayat başlayacak.

Yine devamında âyetin:

“…Oʼna kulluk etmek için sabırlı ve metânetli ol…” (Meryem, 65)

Yani rota şaşmasın. Sabır silâhını kullanmak, değişen şartlar altında. Îmandan tâviz vermemek. Değişen şartlar altında sabrımızı koruyabilmek.

“…Oʼnun aslâ benzeri yoktur.” (Meryem, 65) buyruluyor.

Yine, Tâhâ Sûresiʼnde:

“Âilene namazı emret…” (Tâhâ, 132) buyuruyor Cenâb-ı Hak. Demek ki namaz çok mühim.

“…Kendin de ona devam et…” namaza. (Meryem, 65)

Tabi bu hangi namaz oluyor: Fahşâdan ve münkerden koruyan bir namaz. Cenâb-ı Hakkʼın sana namazla lûtfettiği şeylere nâil olabilmek.

Rızık telâşesine düşmemizi istemiyor Cenâb-ı Hak:

“…Senden rızık istemiyoruz. (Diyor. Aksine:) Biz seni rızıklandırıyoruz…” (Meryem, 65) buyuruyor. Rızıklandıran, Cenâb-ı Hak. Bir rızık endişesi içinde olmamızı istemiyor. Bütün mahlûkat bunun şâhidi. Hiçbir mahlûkat bir rızık endişesinde değil. Yalnız esbâba tevessül zarûrî.

“…Sonuç takvâ iledir.” (Meryem, 65)

Demek ki müʼmin, takvâ hayatına çok îtinâ göstermeli. Bu hususta yapacağı ihmâllerle kendisi hüsrana düşmemeli.

Zira âyet-i kerîmede buyrulur, bu çok mühim bir âyet-i kerîme:

“…Bir toplum, kendindeki özelliklerini değiştirinceye kadar Allah onlarda bulunanı değiştirmez…” (Ra‘d, 11) Yani nîmetini değiştirmez. Ve o toplum özelliklerini değiştirdiği zaman, Cenâb-ı Hak da nîmetleri elden alıyor.

Yine, Enfâl Sûresiʼnde benzer bir âyet bu da:

“Bir millet, kendilerinde bulunan (güzel ahlâk ve meziyetleri) değiştirinceye kadar Allâhʼın onlara verdiği nîmetleri değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten Allah (celle celâlühû) işiten ve bilendir.” (el-Enfâl, 53) buyruluyor.)

“…Allah, fâsıklar topluluğunu doğru yola iletmez.” (el-Mâide, 108; el-Münâfikûn, 6; es-Saff, 5; et-Tevbe, 24, 80)

İşte maalesef, global dünya günümüzde… Global dünyanın şerrinden kalplerimizi koruyabilmek… Dünya her gün kirleniyor, nefsânî arzularla. Vicdanlar kuruyor. Vicdanlardan bir merhamet sızmıyor. Dünya, bir merhamet fukarâlığı hâlinde, merhamet fukarâlığına itiliyor. Televizyon, internet, modalar vs. birçok menbâ sularına istikâmet verilmediği için yanlış mecrâlara akıyor.

Onun için müslüman, dâimâ nefsiyle cihâd etmeli. Gönül âlemini en güzel hâle getirmenin gayreti içinde olmalı. Bir imtihan dershânesinde, bu cihan bir dershâne.

Cenâb-ı Hak:

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ buyuruyor.

“…Biliniz ki ancak kalpler Allâhʼı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28)

Cenâb-ı Hak:

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ buyuruyor.

“Nereye gitseniz O sizinle beraberdir…” (el-Hadîd, 4)

Demek ki biz ne kadar Cenâb-ı Hakʼla beraberiz?

Kâinâtın Hâlıkʼı, kuluyla beraber olmak istiyor. Kuluyla dost olmak istiyor. Demek ki biz, hâlimiz, kālimiz ve davranışlarımızla ne kadar Cenâb-ı Hakkʼa bir dost olmanın gayreti içindeyiz?

Cenâb-ı Hak yine:

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ buyuruyor.

Bize şah damarından -içimizden geçen her şeye Cenâb-ı Hak âşinâ- bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu bildiriyor. (Bkz. Kāf, 16)

Bütün hislerimiz Cenâb-ı Hakkʼa âşikâr. Bunun bir idrâki hâlinde bir istikâmetlenmemiz… Onun için Cenâb-ı Hakkʼa muâmelâtta, ibadette, ahlâkta bizi muvaffak kılması için Cenâb-ı Hakkʼa çok çok duâ etme mecburiyetindeyiz.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Dâvud -aleyhisselâm-ʼın şöyle bir duâsını naklediyor:

“Dâvud -aleyhisselâm- şöyle bir duâ ederdi:

(Cenâb-ı Hak kendisine çok meziyet verdi. Bütün kuşlar, bütün hayvanlar onun zikrine iştirak ederdi. Öyle bir, büyük bir peygamberdi. Zebur da ona indi. Onun duâsı şöyleydi:)

“Allâhʼım! Senʼden Senʼi sevmeyi…”

Cenâb-ı Hak sevdirir. Sevdiren Cenâb-ı Hak. En büyük meziyet, Cenâb-ı Hakkʼı sevebilmek. En zor şey, Cenâb-ı Hakkʼı sevebilmek.

İkincisi:

“Senʼi seven kişiyi sevmeyi.”

Kim Cenâb-ı Hakkʼın en çok sevdiği: -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz. Oʼnu sevmek nasıl olacak: Sevene sevilendeki husûsiyetler bir sirâyet hâlindedir. Ben ne kadar Allah Rasûlüʼnü seviyorum? Cenâb-ı Hak ne kadar sevdiriyor? Ne kadar Oʼnun o hâlleri bende sirâyet hâlinde?

Üçüncüsü:

“Yâ Rabbi! Senʼin sevgine, sevdiğin kişinin sevgisine ulaştıran sâlih amelleri bana nasîb et.” (Bkz. Tirmizî, Deavât, 72)

Cenâb-ı Hak kulundan dâimâ ilticâ istiyor. Yakınlık istiyor. Amel-i sâlihler…

Elhamdülillah, bir Ramazan-ı Şerîf geçirmeye çalıştık. Şimdi mühim olan, bu amel-i sâlihleri yine bir amel-i sâlihlerle devam ettirmemiz. Amel-i sâlihleri devam ettirmemiz için yaptığımız amellerde riyâydı, kibirdi, ucubdu vs. bu kötü ahlâklardan, uzakta kalabilmemiz zarûrî.

Yine Cenâb-ı Hak Muhammed Sûresiʼnde buyuruyor:

“Doğru yolu bulanlara (hidâyete erenlere) gelince, Allah onlara hidâyetlerini artırır ve sakınmalarını sağlar.” (Muhammed, 17)

Hidâyet artınca ne olur: Fedakârlık olur. Her şeyde fedakârlık: Allâhʼın dînini korumakta fedakârlık. Zâlimlere karşı fedakârlık. Hayatın her safhasında fedakârlık…

Cenâb-ı Hakkʼın bu fedakârlık karşısında hidâyetini artırması için de bir kötülüğün ardından ona kefâret olarak hemen bir iyilik yapmamızı Cenâb-ı Hak…

Ağzımızdan yanlış bir söz çıktı, hemen onu telâfî edecek bir zikrullah, bir salevât-ı şerîfe. Yahut bir yanlış bir iş yaptık, hemen onu telâfi etme, o gönlü alabilme…

Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“…Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir…” (Hûd, 114) buyuruyor.

Demek ki iyilikleri artıracağız ki kötülüklerimiz azalacak.

Efendimiz buyuruyor hem Muâzʼa hem Ebû Zer -radıyallâhu anh-a:

“Her nerede olursan ol, Allahʼtan ittikā et (Allahʼtan kork.) Ve kötülüğün arkasından hemen bir iyilik yap ki o kötülüğü yok etsin. Ve insanlara da iyi ahlâkla muâmele et.” buyuruyor. (Tirmizî, Birr, 55/1987)

İnsanların en kötü hâli ise kötülüklerin ardından yine başka bir kötülük yapması, peş peşe kötülükleri işlemesi.

İşte gıybet etmek, arkasından o gıybete devam etmek. Bir özür dileme yok. Bir af dileme yok, gıybet edilen kimseden, Allah korusun!..

Yine Cenâb-ı Hak:

“Ey îmân edenler! Allahʼa itaat edin. Peygambere itaat edin. Amellerinizi boşa çıkartmayın.” (Muhammed, 33) buyuruyor.

Demek ki bu itaatsizlik karşısında ameller silinip gidiyor. İyiliklerden ve ibadetlerden sonra işlenen kötülükler, günahlar, demek ki o ibadetleri iptal ediyor.

Ramazan-ı Şerîfʼin o rûhâniyetinden sonra o rûhâniyeti bozmamak. Çünkü o ibadetleri ne yapıyor; iptal etmiş oluyor. Bir kısmını iptal ediyor veyahut da iyiliklerin sevabını azaltıyor.

Hattâ Ehlûllahʼtan, Hak dostlarından rivâyet geliyor ki; onlar altı ay Cenâb-ı Hakkʼa Ramazan-ı Şerîfʼteki ibadetlerinin kabul olması için duâ ederler. Ramazan geçtikten sonra da altı ay duâ eder ki Cenâb-ı Hak o Ramazanʼı kabul eylesin. Yine diğer altı ay için tekrar Ramazan-ı Şerîfʼe ulaşmanın ilticâsı içinde olurlar.

Öyle affın tuğyân ettiği bir ay geçirdik. Yine Cenâb-ı Hakkʼa ilticâ edelim ki Ramazân-ı Şerîfʼi Cenâb-ı Hak kabul buyursun. Gelecek Ramazân-ı Şerîfʼe -inşâallah- bizleri kavuştursun.

En büyük kerâmet; Allâhʼın bir kula ömrünün bütün günlerinde istikâmet bahşetmesidir. Zaten Ramazanʼın kabul olmasının bir alâmeti de budur.

Demek ki kul, istikâmete devam edecek. Cenâb-ı Hak bize, hayatımızı Allah rızâsı içinde geçirmenin son nefesteki mükâfâtını bildiriyor:

“Rabbimiz Allahʼtır deyip sonra dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (el-Ahkāf, 13)

فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

“Onlar cennet ehlidir. Yapmakta olduklarına karşı orada ebedî (bir saâdette) kalacaklardır.” (el-Ahkāf, 14) buyuruyor Cenâb-ı Hak.

Süfyan bin Abdullah, -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe dedi ki:

“‒Yâ Rasûlâllah! Bana İslâmʼı öyle anlat ki, onu bir daha başkasına sormaya ihtiyaç görmeyeyim.”

Efendimiz ona buyurdu:

“قُلْ اٰمَنْتُ بِاللّٰهِ ثُمَّ اسْتَقِمْ: Allâhʼa inandım de (akîdenin şartlarını yaşa, âmentünün şartlarını yaşa) sonra da dosdoğru ol.” (Müslim, Îman, 62)

فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ

(“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol…” [Hûd, 112])

Demek ki bütün Kurʼân ve Sünnetʼin muhtevâsı içinde hayatımız olacak. Bir yerde bir ihmal olmayacak. Bir yerde unutmayacağız. Rabbimizʼe her an itaat etmekle mükellef durumdayız. Cenâb-ı Hak, nereye kadar, Hicr Sûresiʼnde:

“Sana (ölüm) yakîn gelinceye kadar…” (el-Hicr, 99) buyuruyor.

Dâimâ;

“Bir karış Cennetʼe kalır, Cehennemʼe döner (buyruluyor), bir karış Cehennemʼe kalır, Cennetʼe döner.” buyruluyor. (Bkz. Buhârî, Kader, 1)

Demek ki;

“Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (el-Hicr, 99) buyruluyor.