Bu Cihan Bir İmtihan Dersanesi

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

BU CİHAN BİR İMTİHAN DERSHANESİ

Muhterem kardeşlerimiz!

Cenâb-ı Hak okunan âyet-i kerîmelerin muhtevasından hisseler alabilmeyi cümlemize nasîb eylesin -inşâallah-.

Cenâb-ı Hak bütün mahlûkat arasında insana mümtaz bir mevki ihsân etti.

“Biz, Benî Âdemʼi/Âdemoğullarını mükerrem kıldık…” (el-İsrâ, 70) buyruluyor. Tabi bu mükerremlik, onun kalbî yapısında. Bizi Cenâb-ı Hak kalbî yapımızla Cennetʼe davet ediyor.

İmtihan olarak dünya hayatı yaratıldı. Bu cihan bir imtihan dershanesi. Âhiret için yaratıldık. İmtihan dershânesi içindeyiz. Ders kitabımız, ilâhî mûcize, Cenâb-ı Hakkʼın kelâmdaki tecellîsi, hârikası, mûcizesi; Kurʼân-ı Kerîm, ders kitabımız.

Bu cihanın muallimi, “رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ” (Âlemlere Rahmet), Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz.

Her şeyiyle bir imtihan dershânesi içindeyiz. Her şeyde fânîlik. Her şey kıyametin habercisi. Bekā yok.

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ

(“Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak.” [er-Rahmân, 26])

Her şeyden bir fânîlik aksediyor; kalp/gönül gözüyle baktığımız zaman. Niçin dünyaya geldik? Kimin mülkündeyiz? Yolculuğumuz nereye? En güzel cevabı Kurʼân-ı Kerîm veriyor.

Fiilî cevap; kabristanlar… O da ayrı bir cevap veriyor.

Niçin geldik? Kimin mülkündeyiz? Yolculuk nereye?

Hep orada bir gönül gözüyle baktığımız zaman, birçok ibretler ve birçok geçmişlerimizin adresleri…

Âhiret için dünyaya geldik. Âhiret için varız. Din de âhiret için. Cenâb-ı Hak kulunu seviyor. Kulunun âhiret için hazırlanmasını arzu ediyor. Bu kadar mahlûkat arasında mümtaz bir mevkî verdi. Bütün mahlûkat insan için yaratıldı. İnsanın da kendisine dost olmasını arzu ediyor. Bilhassa Kurʼân-ı Kerîmʼin son üç cüzünde devamlı kıyamet haberi var. Yani kıyamete hazırlanma. Okunan sûre, Cenâb-ı Hak:

“Dehşeti (felâketi) her şeyi sarıp (kavrayacak) kaplayacak olan kıyâmetin haberi Sana geldi mi?” (el-Ğâşiye, 1) buyuruyor.

Her şeyde fânîlik, her şeyde kıyâmetin haberi.

“Dehşeti (felâketi) her şeyi sarıp kaplayacak olan kıyâmetin haberi Sana geldi mi?” (el-Ğâşiye, 1) buyuruyor Cenâb-ı Hak. Hep îkaz.

Fânî bir yolculukta ne kadar bir hazırlık içindeyiz? Bu dehşetli bir yolculukta ne kadar bir hazırlıktayız?

Cenâb-ı Hak çok misaller veriyor Kurʼân-ı Kerîmʼde. Manzaralar bildiriyor. Meselâ Enbiyâ Sûresiʼnde:

“Düşün o günü” diyor. “O kıyâmet gününü. Bir yazılı, bir tomar bir kağıdı büker gibi bütün o semâvâtı…” (Bkz. el-Enbiyâ, 104)

Ne kadar, trilyonlar, selbiyonlar, sayı yok, sayı infilâk ediyor. Ucu bucağı yok semânın, kul tarafından tespit edilen. Yedi kat. Ondan da bir haberimiz yok.

“…Onu bir yazılı kağıtları, bir tomar yazılı kağıtları büker gibi bükeceğiz, eski hâline getireceğiz. Bu bir vaattir (buyuruyor). Biz vaat ettiğimizi yaparız.” buyuruyor Cenâb-ı Hak. (Bkz. el-Enbiyâ, 104)

Yani düşünelim: yarım kilo, bir kilo bir maden infilâk ettiriliyor, atom deniyor ona, enerjiye dönüyor bir kilo bir maden, ne kadar bir dehşet saçıyor ve bütün insanlık bu atom bombasının korkusu içinde. Bir kiloluk bir mâden alt tarafı. Cenâb-ı Hak bütün semâvâtı infilâk ettireceğiz buyuruyor. O kadar basit ki (Cenâb-ı Hak için) bir tomar kağıdı büker gibi bükeceğiz buyuruyor Cenâb-ı Hak. Kulun hazırlanmasını istiyor.

Yine o dehşet gününü:

“Eğer inkâr ettiğiniz takdirde çocukları ak saçlı ihtiyarlara döndürecek o günden nasıl korunacaksınız?” (el-Müzzemmil, 17) buyuruyor.

Yine Cenâb-ı Hak:

“İşte o gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve evlâtlarından bile kaçar.” (Abese, 34-36) buyuruyor. Yani o gün bütün sığınaklar, barınaklar, hepsi imhâ edilecek.

Yine Hac Sûresiʼnde:

“Onu gördüğünüz gün (o kıyâmeti gördüğünüz gün. Ki o kıyâmeti, mutlakâ hepimiz göreceğiz, mezarlardan kalkıp göreceğiz) her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sekir hâlinde (sarhoş bir hâlde) görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir. Fakat Allâhʼın azâbı çok dehşetlidir.” (el-Hac, 2)

Sayısız âyetler.

Yine Cenâb-ı Hak:

لَا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ

“Kıyamet gününe andolsun, yemin olsun.” (el-Kıyâme, 1)

Bir dehşet ifade eden bir ant, bir yeminle Cenâb-ı Hak bildiriyor. Ondan sonra iç âlemimize Cenâb-ı Hak döndürüyor.

وَلَا اُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ

“Nefs-i levvâmeye de andolsun.” (el-Kıyâme, 2)

Yani kıyamet haberini veriyor, nefs-i levvâme de kendimizi derleyip toparlama.

Nefs-i levvâme; tutarsız bir nefs. Pişman olacak bir nefs.

“Nefs-i levvâmeye yemin ederim ki (diriltilip hesaba çekileceksiniz).” (el-Kıyâme, 2) buyuruyor Cenâb-ı Hak.

Mâlum; bir, kanı pompalayan içimizde bir kalp var. Bedenî hayatımız onunla devam ediyor. Bir de rûhânî hayatımız var. Bu da mânevî bir kalbimizle devam ediyor. Bu da derece derece, seviye seviye.

Cenâb-ı Hak kendisine dost olacak bir yürek istiyor. Bunun en alt zemininde -Allah korusun- “nefs-i emmâre” var. Bu, isyankâr nefs. Her istediğini arzu ettiği gibi bütün nefsânî arzularını rahat rahat işliyor. Bunlar canlı cenazeler olmuş oluyor; beden diri, kalp ölü.

Cenâb-ı Hak bunlar için:

“Onlar sağırdırlar (duymazlar buyuruyor). Görmezler…” (el-Bakara, 18, 171) buyuruyor.

“Sen ölüye işittiremezsin.” (Bkz. Fâtır, 22; en-Neml, 80; er-Rûm, 52) buyuruyor bunlar için.

Niçin dünyaya geldi, kimin mülkünde yaşıyor, yolculuğu nereye? Kimin nîmetleriyle perverde? Bunu hiç düşünemiyor. Bu tarafta kalp perdeli. Nasıl gözün önüne iki parmak konulsa bir şey göremez, o tip kalbi olanlar da, nefs-i emmâre de, hiçbir hakîkati göremiyor. Kalbi âmâ olanlar. Nefsânî hayatını ölçüsüz bir tatminden ibaret hayatları… Ve tabi neticesi, huzursuzluk.

İkincisi:

وَلَا اُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ

(“Nefs-i levvâmeye de andolsun.” [el-Kıyâme, 2])

Nefs-i levvâme oluyor. Bu, yaptığı yanlışlıklardan, Allâhʼın emir ve yasaklarına gösterdiği ihmâl ve kusurlardan pişmanlık duyuyor. Vicdânen muazzeb. Fakat bu sebeple, bu işleri de yapıyor. Ticarî hayatta yanlışlıkları var. İbadet hayatında ihmâlleri var. Takvâ zayıf. Bu da nefs-i levvâme oluyor.

Cenâb-ı Hak da hemen kıyâmeti bildiriyor, kıyâmetin altından bu nefs-i levvâmeyi bildiriyor. Bu hâlden kurtulmak… Çünkü ebedî bir hayat başlayacak. Bu fânî hayat, onun yanında deryâda bir damla.

Onun bir üstünü “nefs-i mülheme” oluyor. Hayır ve şer, bunda netleşiyor. Hayır ve şer netleşiyor. Ve şehevî duygulara, nefsânî arzulara bir direnme kâbiliyeti başlıyor kalpte. Bu da nefs-i mülheme oluyor.

Tabi buralarda Cenâb-ı Hak, buraları da fazla istemiyor, daha çok öteye gitmemizi istiyor. “Nefs-i mutmainne” istiyor bizden Veʼl-Fecri Sûresiʼnde. Nefs-i mutmainne de Allâhʼın emirlerine karşı çok titizlik, bir takvâ hayatı yaşıyor. Cenâb-ı Hak:

“Ey itmiʼnâna ermiş insan.” (el-Fecr, 27) buyuruyor. Cenâb-ı Hak bizi bu durumda arzu ediyor. Daha evvel bir hitâbı yok insana. Nefs-i mutmainnede Cenâb-ı Hakkʼın bize hitâbı başlıyor. “Ey itmiʼnâna eren.” diye başlıyor. O şekilde ilk defa davet burada başlıyor. Yani dördüncü tabakada başlıyor. Daha evvelde Cenâb-ı Hakkʼın bir şeyi yok, bir muhatap olarak almıyor insanı. Bu, kuvvetli bir îman ile huzur ve sükûn ve itmiʼnâna kavuşuyor.

“Râdıyye”, dâimâ kendisini bir muhasebeye sokuyor:

“Allah benim bu hâlimden râzı mı? Benim ticârî hayatımdan râzı mı? Memuriyetimden, hizmetimden Allah benim râzı mı? Kazandığım lokmadan, boğazımdan geçen, çoluk-çocuğumun boğazından geçen lokmalardan Allah râzı mı? İslâmî hassasiyetimden, kul hakkından, ona gösterdiğim titizlikten Allah râzı mı? Benim ahlâkımdan Allah râzı mı? Merhametim, şefkatim, fedakârlığım, Allah râzı mı bundan?..” Kendi kendine bir hesaplaşma başlıyor; râdıyye…

Bu samimiyetiyle Cenâb-ı Hak “merdıyye”; o kulundan râzı oluyor. Ve o kuluna Cenâb-ı Hak; “Cennetʼime gir.” (el-Fecr, 30) buyuruyor. Yani bir Cennet vizesi bu şekilde çıkıyor. Yani Cennetʼe girmeye bir teminat yok. Ancak kalbî hayatını inkişâf ettirmek zarûrî.

Gâfil insan, fânî günlerin endişesi içinde. Dünyevî herhangi bir şeyi bir problem hâline getiriyor. Asıl endişe duyulması gereken şey, kıyâmet.

“İki şeyi unutma” buyruluyor, rahat edersin, eğer kalbin o frekansa gelirse:

“Cenâb-ı Hakkʼı unutma.

İkincisi: Fânîliği, yani ölümü ve âhireti unutma.”

Hep Efendimiz îkaz hâlinde, âyetler îkaz hâlinde.

Efendimiz buyuruyor:

“Bütün lezzetleri, bütün zevkleri kökünden yok eden ölümü çok çok hatırlayın.” buyuruyor. (Tirmizî, Zühd, 4)

Nefsânî arzularımızı, ihtiraslarımızı dizginlemek için zarûrî. Hattâ baktığımız zaman ecdâd, hep mezarları, kabristanları, câmîlerin önlerine yapmış, şehrin ortalarına yapmış. Gelip geçen, namaza giren çıkan, istikbâlini orada görsün, namazını ona göre kılsın. Şehir ortalarındadır hep mezarlıklar. Kendi istikbâlini orada görsün, gâfil olmasın.

“Cenâb-ı Hakkʼı unutma! Ölümü, fâniliği, kıyâmeti unutma!”

Hep de Cenâb-ı Hak bize kıyâmeti hatırlatıyor…