Âşık Gönüllerin Bayramı Velâdet-i Nebî

Şebnem Dergisi, Yıl: 2018 Ay: Kasım Sayı: 165

Bir insanı seven, onun şahsiyet ve karakterine hayranlık duyar, onu taklide çalışır. Bu, fıtrî bir temâyüldür. Nitekim bir çocuk da, muhabbeti sebebiyle önce anne-babasını, sonra da sevdiği kimseleri örnek alır. Onları taklit ederek kendine bir şahsiyet ve karakter inşâ eder.

Lâkin Rabbimiz, bu hususta mü’min gönüllerin önüne, en zirve şahsiyet, en güzel ahlâkın sâhibi, en üstün karakterle mücehhez olan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i önder ve rehber olarak seçmiş ve şöyle buyurmuştur:

“Andolsun ki, Rasûlullah, sizin için, Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (el-Ahzâb, 21)

Çünkü Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, güzel ahlâkın her şubesinde, hiçbir beşerin erişemeyeceği bir şekilde, dâimâ zirvededir. Cenâb-ı Hak, O’nun bütün insanlık için en büyük bir lûtuf, nîmet, ikram ve ihsan olduğunu şöyle îlan etmektedir:

“Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allâh’ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) onları temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, mü’minlere büyük bir lûtufta bulunmuştur…” (Âl-i İmrân, 164)

Diğer bir âyet-i kerîmede de Cenâb-ı Hak, muhabbetini kazanmanın, affına, mağfiretine ve rızâsına nâil olmanın, ancak Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ittibâ ile mümkün olduğunu şöyle haber vermektedir:

(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana tâbî olunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân, 31)

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de, kendisini Allah’tan başka herkesten üstün tutmanın, emsalsiz bir aşk ve muhabbetle sevmenin, îmânın kemâlinden olduğunu şöyle bildirmektedir:

“Sizden biriniz beni, ana-babasından, çoluk-çocuğundan ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe hakkıyla îmân etmiş olmaz!” (Buhârî, Îmân, 8)

Demek ki kalbimiz, Hakk’a yakınlık kazanabilmek için Efendimiz’in sevgisiyle dolmalı, O’nun aşkıyla atmalı. Şu hâdiseler bu hususta ne güzel misaldir:

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, Efendimiz’in yanına gelerek kendisinden umre için müsaade isteyince, Efendimiz ona:

“–Kardeşcağızım, bizi de duâna dâhil et, bizleri unutma!”[1] buyurur. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, bu iltifatkâr talep karşısında, gönlündeki Rasûlullah sevgisinin bir yansıması olan şu sözleri söyler:

“–Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu sözüne karşılık bana dünyayı verselerdi bu kadar sevinmezdim.” (Ebû Dâvûd, Vitir, 23/1498)

İbn-i Sîrîn, Tâbiînin büyüklerinden Abîde es-Selmânî’ye:

“«–Bizde Allah Rasûlü’nün saçından var. Onu Enes’in annesinden veya ehlinden temin etmiştik.» deyince o büyük bir heyecanla şu cevabı vermiştir:

«–Vallâhi bende O’nun bir tek saçının bulunması, benim için dünya ve içindekilerden daha sevimli ve kıymetlidir.»” (Buhârî, Vudû, 33)

İşte ashâb-ı kirâmın Efendimiz’e olan eşsiz muhabbetleri böyleydi.

Unutulmamalıdır ki, “Tabiat boşluk kabûl etmez.” hakîkati muktezâsınca, gönüllerini O’nun muhabbetiyle tezyin etmeyenler, kalplerini nefsânî arzulara kaptırmaktan ve süflî rehberlerin peşine takılmaktan kurtaramazlar.

O ki, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir…

Ümmeti için seher vakti secdelerde inci tanesi gibi yaşlar döken, O’ndan daha güzel bir çift göz görmüş müdür bu dünya?

Kendisine yapılan her türlü ezâ ve cefaya aldırış etmeden yine de ümmeti için bütün gayretini sarf eden, taş kalpli insanlar tarafından taşlanmasına rağmen rahmet dolu yüreğinden dâimâ af râhiyaları yayan O’ndan daha merhametli bir gönül gelmiş midir bu cihana?

Ashâbına sık sık; “Bugün bir yetim başı okşadınız mı, bir hasta ziyaretine gittiniz mi, bir cenâze teşyiinde bulundunuz mu?”[2] diyerek gönüllerin rikkat kazanmasını ve böylece Cennet’e lâyık hâle gelmesini arzu eden, O’ndan daha rakîk bir kalbi görmüş müdür bu fânî âlem?

O’nun gibi bakışı, sözü, davranışı merhametin zirvesi olan şefkat ummânı bir gönlü, görebilmiş midir bu yeryüzü bir daha? Aslâ…

Şair Fuzûlî’nin dediği gibi:

Suya virsün bağbân gülzârı, zahmet çekmesün;
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gülzâre su…

“Bahçıvan gül bahçesini istediği kadar sulasın dursun. O isterse bin bahçe sulasın, (yâ Rasûlâllah) Sen’in gül yüzün gibi bir gonca aslâ açılmaz!”

Şair Yahya Kemâl de bu hakîkati şöyle mısrâlara döker:

Zaman O Gül gibi gül görmemiş zamân olalı,
Gülün güzelliği dillerde destân olalı…

Bu cihan, O’nun gibi müstesnâ bir gülü bir daha hiç görmedi… Yer ve gökler O’nun kadar muhteşem bir gönle şahit olmadı…

İşte bu ve benzeri pek çok güzel hasleti dolayısıyla Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Cenâb-ı Hakk’ın bildirdiği üzere bütün insanlık için “üsve-i hasene”dir, en güzel örnek şahsiyettir.

Kalplerindeki zulmet ve husûmetten dolayı İslâm’a diş bileyenler, bu ümmetin evlâtlarının gönüllerindeki Peygamber sevgisine, Sünnet-i Seniyye hassasiyetine, Kur’ân’ın fiilî bir tefsiri olan Siyer-i Nebî’ye ve hadîs-i şerîflere karşı sinsi bir savaş açmış bulunuyorlar.

Bu sebeple bizler, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e olan sevgimizi bilhassa bugün daha da çoğaltmaya, sözlerimize O’nun sözleriyle değer kazandırmaya çalışmalıyız. Hâlimizi, O’nun hâline daha çok benzeterek Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetine nâil olmaya gayret etmeliyiz.

Çünkü Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kulu Allâh’a muhabbet deryasına götürecek olan yegâne rahmet ve muhabbet pınarıdır. O’nun her sözü bizler için âb-ı hayattır. Sevgisine medâr olacak her iş, bizler için en büyük saâdettir. Zira O’nun rızâsını tahsil, Allâh’ın rızâsını kazanmak demektir.

İnsanlık, fazîlet nâmına her şeyi O’ndan öğrenmiştir. Ashâb-ı kirâm ve ardından gelen fazîlet halkaları, hangi güzelliklere sahipse O’ndan tahsil ettiklerinden ibârettir. İşte yaklaşmakta olan Velâdet Kandili’ni de bu hissiyatla en güzel şekilde değerlendirmeye gayret etmeli…

İmam Kastalanî şöyle bir kıssa naklediyor:

Abbas -radıyallâhu anh- kâfir olan kardeşi Ebû Leheb’i rüyada görür ve ona;

“–Hâlin nasıl?” der. Ebû Leheb de;

“–Cehennemdeyim, acıklı bir azap içindeyim. Yalnız pazartesi günleri azâbım hafifliyor. Zira câriyem Süveybe «Bugün bir yeğenin dünyaya geldi» diye müjde getirdi; ben de sırf akrabalık asabiyetiyle sevindim ve «Hürsün!» deyip onu âzâd ettim.”

Bu sözlere binâen, kıraat ve hadis âlimi olan İbnü’l-Cezerî (833/1429) der ki:

“Bir Allah ve Rasûlullah düşmanı, sırf akrabalık asabiyetiyle sevindiği için azâbının hafifletilmesi mükâfatına nâil olursa, bir mü’min bu Rebîulevvel ayında Efendimiz’e olan muhabbeti sebebiyle,  ümmet-i Muhammed olmanın sevinciyle sadakalar verir, sohbetler eder, Kur’ân-ı Kerîm ve kasîdeler okutursa, kim bilir nasıl bir ecre nâil olur?!”

Öyleyse mü’minler, Allah Rasûlü’nün doğduğu ayda bol bol mânevî sohbetler yapıp feyz tâzelemeli, bu mübarek ayın rûhâniyetinden istifâde edebilmek için Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi aşkına gönüllerini ve sofralarını açarak ümmete ziyafetler vermeli, fakir, garip, yetim, çâresiz ve kimsesizlere her türlü iyiliği yaparak mahzun gönülleri şâd etmeli, onları sadakalarla sevindirmeli ve Kur’ân okuyup okutmalıdırlar.

Bizler de bu Velâdet Kandili’nde Efendimiz’e olan muhabbetimizi sorgulamalı ve O’na olan ittibâmızı artırmaya gayret etmeliyiz. Zira insan, sevdiğini aslâ unutamaz, her fırsatta onu yâd eder. Bir kimse, çok büyük bir iyiliğini gördüğü kimseyi ömür boyu kalbinde taşır. Bu da en mühim bir vefâ borcudur.

Unutmayalım ki bugün bizler Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i tanıyabilirsek, yarın mahşerde O da bizi tanır. Havz kenarında bizi kabul eder. Gönlümüz O’nu görecek kıvamda olursa, O da bize nazar kılar. O’nu duyar ve dinlersek, O da bizi ihsanlarıyla âbâd eder.

Fânî ömrümüzde bir akşam; “Acaba benim Efendimiz’in gönlündeki yerim ne kadardır?” diye hiç düşündük mü? Düşündüysek, acaba cevâbımız ne oldu?

Efendimiz’i Velâdet Kandili’nde anıyor, anlamaya çalışıyoruz. O’nunla yakınlığımızı artırmaya gayret gösteriyoruz. Fakat bunu bütün bir ömrümüze teşmil etmemiz zarûrî. Zira Efendimiz’i hatırlamayı belli zamanlara hasredip hayatımızın diğer safhalarında O’nu bir kenarda unutursak, bu, Efendimiz’e muhabbetimizin samimî olmadığını gösterir.

Efendimiz’i câmide, umrede, Velâdet-i Nebî programlarında, sohbette hatırlayıp da evimizde, iş yerimizde, mektebimizde, çarşıda, pazarda unutursak, O’na bağlılığımızda problemler var demektir.

Kutlu doğum merasimlerinde Efendimiz’i anmak ve anlamaya çalışmak, O’na muhabbet ve bağlılığımızı gözden geçirmek için son derece lüzumlu bir vesîle. Fakat hayatın her safhasında Efendimiz’le kalbî irtibâtımızı korumak, O’nun sünnetine ittibâ hassâsiyetini gözetmek, daha lüzumlu, hattâ elzem.

Cuma Sûresi’nin son âyetinde buyruluyor ki:

“Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona giderler ve Sen’i ayakta bırakırlar. De ki: «Allâh’ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.»” (el-Cuma, 11)

Yani hiçbir dünyevî menfaat, bize Efendimiz’i unutturmamalı. O’nun hayat veren ölçülerini bir kenarda terk etmeye götürmemeli…

Zira Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bizim en büyük gönül servetimiz. Bütün dünya nîmetleri bizim olsa, fakat Allah Rasûlü’nü tanımamış olsaydık, bunun ne kıymeti olurdu?!

Unutmayalım ki ne kadar yaşarsak yaşayalım bu dünyadaki ömrümüz de, dünya da fânîliğe mahkûm… Fakat Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i tanıyıp O’na cân u gönülden tâbî olmanın getireceği huzur ve saâdet ise, sonsuz…

Rabbimiz âyet-i kerîmede şöyle buyuruyor:

“Hâlbuki Sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir.” (el-Enfâl, 33)

İşârî mânâda bu demektir ki, bir mü’min kulun gönlü, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ne kadar muhabbetle dolarsa, o kadar azâb-ı ilâhîden uzaklaşmış olur. Yine istiğfara devam ettiği müddetçe de Allâh’ın gazabından muhâfaza olunur. İstiğfârın yapılması tavsiye edilen en kıymetli zaman dilimleri de seherlerdir.

Fahr-i Kâinât Efendimiz’in yüceliğini tam mânâsıyla kavramaya hiçbir beşerin gücü yetmez. Biz, O’nu kendi sınırlı idrâkimizle ölçemeyiz. Bir karıncanın uçsuz-bucaksız bir okyanustan alabileceği su miktarı nedir ki?

Nitekim beşer idrâkinin bu sahadaki aczi yüzündendir ki, O’nu bizzat Cenâb-ı Hak tekrîm ve takdîm etmektedir. O’nun şânını ifâde sadedinde;

“Allah ve melekleri, Peygamber’e salât ederler. Ey mü’minler! Siz de O’na salevât getirin ve tam bir teslîmiyetle selâm verin.” (el-Ahzâb, 56) buyurmaktadır.

Cenâb-ı Hak, cümlemize Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in örnek şahsiyetinden hisseler alabilmeyi nasîb eylesin! O’na itaat, hürmet, muhabbet ve bağlılığa dâir yaşadığımız takvâ imtihanlarında bizleri muvaffak kılsın! Böylece lûtf u keremiyle bizleri Efendimiz’in şefaatine nâil eylesin.

Âmîn!..

Dipnotlar:

[1] Tirmizî, Deavât, 109/3562

[2] Bkz. Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 12.