Allah Rasulüne Ümmet Olmanın Bir Bedeli Var

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

ALLAH RASÛLÜ’NE ÜMMET OLMANIN BİR BEDELİ VAR

Kıymetli Kardeşlerimiz!

Cenâb-ı Hakkʼa sonsuz şükürler olsun. Cenâb-ı Hakkʼa hamd etmeyi Rabbimiz cümlemize nasîb eylesin (ki) ümmet-i Muhammed olduk. Çok büyük bir lûtuf! Bedeli ödenemeyecek bir lûtuf.

Cenâb-ı Hak 124 bin küsur peygamber içinde bizi en sevdiği peygambere, “رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ” (Âlemlere Rahmet) olan peygambere ümmet kıldı.

Okunan âyet-i kerîmeler, Cenâb-ı Hakkʼın bize olan lûtfunu hatırlatıyor. Tabi her şeyin bir bedeli var; Allah Rasûlüʼne ümmet olmanın da bir bedeli var. Bu büyük bir lûtuf. Meccânen biz Oʼna ümmet olduk, bir bedel ödemedik. Tamamen Cenâb-ı Hakkʼın lûtf-i ilâhîsi.

Müslüman olmak çok büyük bir nîmet; Hâdî sıfatının tecellîsi içinde olabilmek. Oʼna ümmet olmak; onun da bedelini ödeyebilmek mümkün değil. Cenâb-ı Hak bizden ne arzu ediyor? Dostluk istiyor. Kendisiyle dostluk istiyor, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼle dostluk istiyor.

Dostluk, müşterek vasıflara sahip olmak demektir. Demek ki bizim de ibadette, muâmelâtta, ahlâkta, beşerî münâsebetlerde Efendimizʼin rûhânî dokusundan hisse alabilmek, kendimizi mîzân edebilmek…

“Ben Allah Rasûlüʼne ne kadar yakınım?.. Dostluk, beraberlikten kaynaklanır. Ben, hayatımın her safhasında Allah Rasûlüʼyle ne kadar beraberim? Benim yanımda olsa, benim bu hâlime tebessüm eder miydi?..”

Onun 23 senelik nebevî hayatını düşünebilmek lâzım. Bir Mekke devrini düşünebilmek lâzım. Nasıl tevhîdi korumak için her türlü cefâya nasıl katlandı? Taşlanmayı göze alarak Tâifʼe gitti, Tâifʼte taşlandı. Hep meşakkatler… Fakat Cenâb-ı Hak bir bedel olarak o meşakkatlere, bir mîraç, hiçbir peygambere ihsân etmediği bir mîrâcı ihsân etti. Yani dâimâ Cenâb-ı Hak, bedelin en büyük mükâfâtını ihsân ediyor.

Medîneʼye bir hicret oldu. Bir İslâm toplumu, bir site İslâm devleti kurulacak. Orada İslâm yaşanacak. Câhiliye âdetleri tek tek ortadan kalkacak. Ahkâm âyetleri inecek. Her inen âyette ashâb-ı kirâm سَمِعْنَا وَ اَطَعْنَا (“…İşittik ve itaat ettik…” [el-Bakara, 285]) diyecek. Bu neyle olacak? Muhabbetle olacak…

İnsan muhabbet duyduğuna itaat eder. İtaatin şartı muhabbettir. Muhabbet de iki kalp arasında bir cereyan hattıdır.

Bir Medîne devrine baktığımız zaman, yine üç tâne kıskacın içinde. Bir, yahûdîler var karşı. Münâfıklar var; dıştan müslüman içten müşrik. Bir de müşrikler var, Mekkeliler var. Sahâbe üç tane kıskacın arasında, başta Efendimiz, 10 sene geçiriyor. Ve bu on sene içinde nasıl ahkâm âyetleri îfâ ediliyor? Nasıl bir tevhid korunuyor? Efendimiz ne kadar bir meşakkatlere katlandı? Ashâb-ı kirâm da Oʼna bir muhabbetle itaat hâlindeydi. Her meşakkat karşısında:

“‒Buyur yâ Rasûlâllah! Canım, malım, her şeyim Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah!” diyordu.

İşte bir, Efendimizʼin her hâli birbirinden daha muhteşemdir, daha ibretlidir. Meselâ tasavvur edelim. Basit bir misal. Bir Hendek Harbi. Sahâbe tâ beş buçuk km bir hendek kazma mecburiyetinde kalıyor. O günün şartlarıyla hangi dozer var, hangi yol makinesi var? Pazu kuvvetinden başka bir kuvvet var mı?

Yani beş buçuk kilometre bir hendek kazacak, gelen müşrikleri bertaraf etmek için. Eni dört buçuk metre olacak, derinliği üç buçuk metre olacak. Ve -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bu hendeği kazmanın içine girecek ve kırılmayan taşları kendisi kıracak. Açlık, soğuk vs. Hattâ sahâbe diyecek içlerinden:

“Acabâ Allâhʼın yardımı gelmeyecek mi?”

Ne kadar bir can gırtlağa geliyor, o kadar teslîmiyetten sonra.

Bir taraftan Ebû Kurayza. Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-:

“‒Çıkardık, tepelerden bakardık (diyor) evimiz yerinde mi (diyor), yahudîler saldırdı mı (diyor), çocuklarımız yerinde mi?” diyor.

Bu imtihanlardan geçtikten sonra Cenâb-ı Hak rüzgâr gönderiyor, fırtına gönderiyor, gözükmeyen ordularını gönderiyor.

Velhâsıl Efendimizʼin her ânı birbirine benziyor.

Yine bir sahâbî, Efendimizʼe birkaç hurma sulayıp, hurma getiriyor bir avuç. Rasûlullah:

“‒Nasıl getirdin?” diyor. Anlatıyor nasıl meşakkatle getirdiğini. Bir kova su karşılığında bir tane ancak hurma alabildiğini. Onu da Efendimizʼe getirdiğini.

Efendimiz buyuruyor ki:

“‒Demek ki beni çok seviyorsun.”

“‒Evet (diyor), yâ Rasûlâllah! Senʼi çok seviyorum.”

“‒O zaman (diyor), başına gelenlere katlan.” diyor. (Benzeri rivâyet için bkz. Tirmizî, Zühd, 36/2350)

Yine ayrı bir manzara: Sa‘d bin Muâz Hazretleri var. Onu -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz çok severdi. Çok cengâver bir sahâbî idi. Şehîd oldu Hendek Harbiʼnde. Efendimiz buyurdu:

“‒Şimdi (dedi), semâ (dedi), onun şehîd olmasıyla titredi.” dedi. (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 12; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 125)

Nasıl bir tebrik indi demek ki. Efendimiz onun başından ayrılmadı. Namazını kıldırdı, gömülene kadar başında durdu. O sırada çok ibretli bir, Efendimiz bir şey buyurdu:

“Sa‘d bin Muâzʼı kabir sıktı da sıktı.” buyurdu. Orada Efendimizʼe sahâbe sordu:

“‒Yâ Rasûlâllah! Burada çok tesbihat çektiniz kabrin başında okudunuz. Niye okudunuz?” Hangi âyetleri okuduğunun, bunun bir açıklaması yok, tesbihâtın, hangi tesbihâtın olduğunun bir açıklaması da yok.

“‒Kabir, Sa‘d bin Muâzʼı sıktı da sıktı. Onun için tesbihatta (bulundum) ve okudum. Kabir açıldı ve Sa‘d ferahladı.” buyuruyor. (Bkz. Ahmed bin Hanbel, Müsned, III, 360; Taberânî, Muʼcemuʼl-Kebir, X, 334)

Velhâsıl bu bizim önümüzde bir ayna.

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ

(“Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak.” [er-Rahmân, 26])

“Her canlı ölümü tadacak.” (Âl-i İmrân, 185)

Fakat bu ölüme hazırlık da burada olacak. Nasıl, bir anadan doğarak dünyaya geldik, bir ananın-babanın kucağındaydık, farkında değildik, fakat öbür tarafa da amellerimizle gömüleceğiz ve amellerimizle bir yolculuğumuz olacak.

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰیكُمْ

Esmer olmuşsun, beyaz olmuşsun, sarı olmuşsun, siyah olmuşsun, o ırkın hiçbir şeyi yok, bir tesiri yok. Irkı da ihsan eden Cenâb-ı Hak. Cenâb-ı Hak sadece bizim bu cihan dershânesinde muvaffakıyetimiz nasıl olacak? Takvâ ile olacak.

Cenâb-ı Hak:

اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰیكُمْ buyuruyor.

“…Allah indinde sizin en keremliniz, takvâ sahibi olanınızdır…” (el-Hucurât, 13)

Takvâ nasıl olacak? Allah Rasûlü nasıl yaşadı âyetleri, Kurʼânʼı ne şekilde yaşadı? Bizim de o şekilde Kurʼân âyetlerini yaşamamız, onu hayata intikal ettirmemiz.

Efendimiz buyuruyor:

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyuruyor. (Buhârî, Edeb, 96)

Yine âyette “اَحْسَنُ عَمَلًا” buyruluyor. (Bkz. Hûd, 7; el-Kehf, 7, el-Mülk, 2) Bizden Cenâb-ı Hak amellerimizin en güzelini istiyor. Yani sıradan bir amel istemiyor. En güzelini istiyor. Sâlih amellerin en güzelini istiyor.

Yine Efendimiz…

لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ buyruluyor.

“Yemin olsun ki Allah müʼminlere bol ihsanda bulundu…” (Âl-i İmrân, 164) Neyle ihsanda bulundu? Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼi göndermekle en büyük ihsanda bulundu.

Demek ki insan, sevdiği şeyi unutmaz. Sevdiği eşyâyı en güzel kasalarda saklar. Efendimizʼin, gönlümüzde ne kadar yeri var? Bu da tatbikattan bellidir. Hayatımızın her safhasında ne kadar Allah Rasûlüʼne benzeyebiliyoruz? Kutlu Doğum da budur. Allah Rasûlüʼnü hayatımızın her safhasında unutmamak. “Ben Oʼna nasıl bir ümmetim? Ashâb-ı kirâm Oʼna nasıl bir ümmetti? Nasıl, küçük-büyük tehlikeler karşısında; “Canım-malım Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah!” diyorlardı. Özde bir sahâbe idi onlar. Amellerini muhabbetleriyle ortaya koyuyorlardı.

Bu cihan, bu dünya, insan için yaratıldı. Zaten son insanla bu Dünya da infilâk edecek, kâinat da infilâk edecek. Vazifesi bitmiş olacak Dünyaʼnın.

Dünyaʼnın içinde ne varsa bizim için. Gelen peygamberler bizim için. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bize en büyük bir nîmet. Kitaplar, suhuflar bu dershânenin ders kitabı. Bize en büyük nîmet. Kâinat, ilâhî bir laboratuvar. Her şeyde bir hassâsiyet. Cenâb-ı Hakkʼın el-Bârî, el-Musavvir sıfatının ayrı ayrı, muhteşem tecellîleri. Kul, tefekkürde derinleşecek.

“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (el-Alak, 1)

Her neyi görse Rabbini hatırlayacak. Allah Teâlâʼnın sanatını temâşâ ve tefekkür ile meşgul olacak. Tabi bu, kalbin terakkîsine bağlı. Bu tefekkür, îman anahtarıdır.

Allah Teâlâʼyı görmek istiyorsan, Oʼnun sanatını ibret ve hikmet nazarıyla müşâhede et. Mesleğinde müşâhede et, mesleğin neyse. Oʼnun hikmet ve azametini bize göstermeyen, kâinâtta zerreden küreye hiçbir şey yok. Her şey Oʼnun şâhidi durumunda. Hepsi bir kudret şâhidi durumunda. İlâhî kudretin şâhidi durumunda.

Kalp ne kadar berraklaşırsa kalpteki fluluk o kadar kalkar. Fakat kasvetle dolan kalp, fluluktan kurtulamaz. Fakat kalp netleştiği zaman, gördüğü bir çiçek üzerinde uzun uzun düşünür: “Cenâb-ı Hak bu çiçeği niye yarattı? Bu koku, bu renk, bu âhenk nereden geliyor?..”

Yediği gıdâyı düşünür. Yediği gıdâ, bu nereden geliyor? Cenâb-ı Hak bu gıdâyı halketmeseydi, yaratmasaydı… Ne kadar büyük bir ihsan, ne kadar büyük bir ikram!..

Velhâsıl Cenâb-ı Hak bize bir yardım hâlinde. Peygamberleriyle bir yardım hâlinde. Bize en büyük Peygamberʼi ihsân etti.

Suhuf ve kitaplarıyla yardım hâlinde. Bizi en büyük Kitabʼa muhatap kıldı.

Şu kâinat ise ilâhî azamet tecellîsi.

Buluşlar, keşifler… Keşifleri de lûtfeden, Cenâb-ı Hak. Cenâb-ı Hak akla o gücü vermeseydi keşifler olmazdı.

Keşifler de bize nasıl bir kıyamet hâdiselerini bildiriyor. Bir tuşa bastığın zaman, istediğin her şey önüne geliyor. Orada;

اِقْرَاْ كِتَابَكَ

“Kitabını oku! Bugün (hesap sorucu olarak sana) nefsin kâfidir.” (el-İsrâ, 14) denilecek.

Herkesin tuşuna basıldığı zaman, herkesin doldurduğu kaset ortaya çıkacak.

Velhâsıl insan, bu cihanın endam aynası. İlâhî tecellîlerin hakikat mihrâkı. İslâmʼı yaşayan bir müʼmin için bu ömür, bir fasl-ı bahar.

İlyas -aleyhisselâm-ʼa ölüm meleği geliyor, Azrâil. Bir ürküyor.

“‒Niye ürküyorsun (diyor), sen peygambersin, ölümden mi endişe ettin, korktun?” diyor.

“‒Yok (diyor), ölümden endişe etmedim (diyor). İbadet hâlindeydim (diyor), tâat hâlindeydim (diyor). Tebliğ hâlindeydim (diyor). Büyük bir huzur hâlindeydim (diyor). Yani bir fasl-ı bahardı hayat. Fakat şimdi kıyâmete kadar mezarda rehin kalacağım.” diyor.

Velhâsıl hayatımızın her nefesi, her lâhzası, çok ayrı bir kıymet. Tabi bunun da kıymetini nasıl takdir edebileceğiz? Allah cümlemize nasîb eylesin. Kalp mesafe aldıkça ancak mümkün.

İtaat, muhabbete bağlı. İnsan, muhabbet duyduğuna itaat eder. Cenâb-ı Hak Oʼnunla beraber olmamızı arzu ediyor. Âyet-i kerîmede, Nisâ Sûresiʼnin 80. âyet-i kerîmesinde:

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ buyuruyor.

“Kim Rasûlʼe itaat ederse Allâhʼa itaat etmiş olur.”

Ashâb-ı kirâm da hep bunun derdindeydi. Sırf, farzlarda, vâciplerde değil; sünnetlerde, mübahlarda bile; “Ben Allah Rasûlüʼne itaat hâlinde miyim?..”