24 Aralık 2022

Muhabbet ve dostluğun, ilâhî menbaına ulaşan Şâh-ı Nakşibend, Abdülkadir Geylânî, Mevlânâ, Yunus Emre, Hüdâyî ve emsâli Hak dostları, ebediyyen bütün insanlığın dostu oldular. Sevdiler, sevildiler. Dünya hayatlarından sonra da dostluk ve muhabbette ebedîleştiler, fânî gök kubbede hoş bir sadâ bıraktılar.

Tarihteki büyük zâlimlerden Firavun, Nemrut, Ebrehe, Hülâgu ve günümüze kadar gelen bütün benzerleri ise, insanlığın düşmanı ve yüz karası oldular. Hiç sevilmedikleri gibi, hatırlarda zulüm sembolü olarak kaldılar. Saltanatları da hüsranla son buldu.

Îman; lâyığına muhabbet, müstahakkına da nefreti gerektirir. Dolayısıyla Allâhʼın sevdiklerini sevmek kadar, Oʼnun gazap ettiklerine buğzetmek de îcâb eder.

Bu sebeple Allah ve Rasûlʼünün düşmanlarına sempati ve hayranlık duymaktan, hattâ onlara en ufak bir iltifat nazarıyla bakmaktan bile gönlü korumak gerekir. Aksi hâlde bu nevî tavırlar, onların îtibârını artıracağından, Allâh’ın gazabına sebebiyet verir. Nitekim bir hadîs-i şerîfte şöyle buyruluyor:

“Münâfığa, «efendi» demeyiniz. Eğer onu efendi kabul edecek olursanız, Azîz ve Celîl olan Rabbinizʼin gazabını üzerinize çekmiş olursunuz.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 83; Ahmed bin Hanbel, V, 346)