17 Haziran 2014 Salı

Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh-, her hâliyle ve bilhassa da Allah yolundaki fedâkârâne gayretleriyle öyle güzel bir numûne şahsiyet hâline gelmişti ki, Ensâr ve Muhâcirler:

“−Selmân bizdendir.” diyerek onu paylaşamaz olmuşlardı. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-de hem onların arasını bulmak, hem de Selmân -radıyallâhu anh-’ı taltîf etmek için:

“–Selmân bizdendir, Ehl-i Beyt’tendir!” buyurdular. (Hâkim, III, 691/6541; Heysemî, VI, 130; İbn-i Hişâm, III, 241; İbn-i Sa‘d, IV, 83)

Bu büyük iltifata rağmen o mübârek sahâbî, büyük bir tevâzû ve mahviyet içinde yaşıyor, yüreği âhiret endişesiyle titriyordu.

Nitekim iki kişi Hazret-i Selmân’a selâm verip:

“–Sen Rasûlullah-sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sahâbîsi misin?” diye sordular. O da:

“–Bilmiyorum.” cevâbını verdi. Gelenler, acaba yanlış birine mi geldik diye tereddüt ettiler. Selmân -radıyallâhu anh-sözlerini şöyle tamamladı:

“–Ben Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i gördüm, O’nun meclisinde bulundum. Ancak Allah Rasûlü’nün asıl sahâbîsi, O’nunla birlikte Cennet’e girebilen kişidir.” (Heysemî, VIII, 40-41; Zehebî, Siyer, I, 549)