14 Nisan 2022

Oruç, terâvih, hac ve benzeri ibadetler hakkında beyân olunan “geçmiş günahlarının affedilmesi” müjdelerini yanlış anlamamak gerekir. Zira bu müjdeler, kul haklarını ve borçları içine almaz. Çünkü Cenâb-ı Hak, kul haklarını ilâhî affının dışında tutmuş, onların ancak hak sahipleri tarafından affedilmesini murâd etmiştir.

Hakk-ı ibâd / kul hakları, kıyâmette kulun karşısına çıkacak. Bunlar için mutlaka bu dünyada helâlleşmek lâzımdır. Dünya mahcubiyetini, âhiret rüsvaylığına tercih etmek gerekir. Fakat helâlleşme imkânı kalmamışsa, yani hak sahibi ölmüş veya kaybolmuşsa, onun adına sadakalar vererek hatâyı telâfîye çalışmamız ve yine Cenâb-ı Hakk’ın affını dilememiz gerekir.

Zira âhirete kalan kul haklarının nasıl ödeneceği, hadîs-i şerîfte şöyle bildirilmektedir:

“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, nâmusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa, altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyâmet günü gelmeden evvel o kimseyle helâlleşsin. Aksi takdirde; kendisinin sâlih amelleri varsa, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir). Şayet iyilikleri yoksa zulmettiği kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.” (Buhârî, Mezâlim, 10, Rikāk, 48)