06 Mart 2015

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“…Siz (gerçek) mü’minler iseniz Allah’tan korkun, (mü’min kardeşleriniz ile) aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlü’ne itaat edin.” (el-Enfâl, 1)

Âyet-i kerîmede dargın mü’minlerin, aralarını düzeltmeleri açıkça emredilmektedir. Yani din kardeşliği, “ben haklıyım, sen haksızsın” gibi tartışmaların üzerine âdeta bir şal atarak, geçmiş husûmetleri unutmayı gerektirir. Hattâ çoğu zaman nefsinden fedâkârlık yaparak mü’min kardeşini affetmenin fazîletine ermeyi îcâb ettirir. Zira küs durmak; Allâh’ın emrine itaatsizliktir.

Cenâb-ı Hak, İslâm ahlâkıyla kemâle ermiş kullarının hâlini âyet-i kerîmede şöyle ifade buyurur:

“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (Fussilet, 34)

Yûsuf -aleyhisselâm- kardeşlerinin kendisine yaptığı zulme mukâbil, onlara devamlı iyilik, ihsan ve iltifatta bulundu. Onlar da en sonunda “Allâhʼa andolsun, hakîkaten Allah seni bize üstün kılmış. Gerçekten biz hataya düşmüşüz.” (Yûsuf, 91) diyerek gerçeği îtiraf ettiler.

Yûsuf -aleyhisselâm- bir fazîlet daha göstererek;

“Bugün (yaptığınız zulümleri başa kakarak) sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir.” (Yûsuf, 92) dedi. Yani kendisi kardeşlerini affettiği gibi, Cenâb-ı Hakkʼın da onları affetmesini istedi.

İşte ahlâken zirveleşmiş bir müʼmine yakışan da “incitmemek” ve Allah için affedip “incinmemek”tir…