Zâhirî Günahlardan Tiksinilir, Bâtınî Günahlar ise Farkedilmez

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

ZÂHİRÎ GÜNAHLARDAN TİKSİNİLİR, BÂTINÎ GÜNAHLAR İSE FARK EDİLMEZ.

Kardeşler!

Zâhirî günahlar var. Kumar, içki, zinâ, sirkat vs… Fakat bunun yanında bâtınî günahlar var. Bu zâhirî günahlar görünür, tiksinilir, fakat bâtınî günahlara fazla ehemmiyet verilmez.

En başta kibir: Kibrin kökü Cehennemʼde. Bir hiçlikle dünyaya geldik. Bir meziyetle gelmedik. Hepsini lûtfeden, Cenâb-ı Hak. “Ben” yok!

Rasûlullah Efendimizʼin hayatında “ben” yok. Kul “ben” demeyecek. Dâimâ “Sen yâ Rabbi!” diyecek.

Cenâb-ı Hak:

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ

buyuruyor. Muvaffakıyetler zamanında bile; “Rabbini tesbih et hamd ile ve istiğfâr et.” (en-Nasr, 3) buyruluyor. Demek ki gurur-kibir diye müslümanda (bir vasıf bulunmayacak). Kul, mütevâzı olacak.

Haset olmayacak. Haset nedir? Kişinin Allahʼtan râzı olmamasıdır. Allâhʼın sana verdiği en hayırlıdır belki?! Fazla olsa yoldan çıkacaktın. Gaybı biliyor musun? Demek ki haset olmayacak.

“Yâ Rabbi!” diyecek. “Benim şu hâlim, muhakkak ki benim için en güzeldir.” diyecek. O hâli yaşamaya gayret edecek.

Öfke olmayacak. Öfke bir âcizliktir. Aklî dengenin kısmen zarara uğramasıdır. İnsanın zayıflık ve liyâkatsizliğinin bir ifâdesidir. Âdeta nefse prim vermektir öfke.

Cenâb-ı Hak:

“…Gayzlarını/öfkelerini yutarlar…” buyuruyor. “…O muhsin müʼminler, gayzlarını/öfkelerini yutarlar…” buyuruyor. (Bkz. Âl-i İmrân, 134)

Riyâ olmayacak. Yaptığın bir hayrı anlatmayacaksın, eğer mecbur değilsen. Mecbûriyet varsa o ayrı. O zaman da kendini, kalbini koruyarak (hayır işleyeceksin). Tevhid akîdesinin ortaklığa tahammülü yok. Riyâ istemiyor Cenâb-ı Hak.

Cimrilik, hiç istemiyor. Kulun Allâhʼa sığınacağı yerde malına sığınması. Bu da Allah korusun çok kötü bir şey.

İsraf. O da hiç istenmiyor. Allâhʼın verdiği nîmeti kendine harcıyor. Cenâb-ı Hak; “infak et” buyuruyor. “Bollukta infak et, darlıkta infak et.” (Bkz. Âl-i İmrân, 134) O zaman israf nedir? Aşağılık duygusunu bastırma hareketi. İnsanın mal-mülkle kendini gösterme temâyülü. Velhâsıl günümüzde maalesef bu çok arttı israf.

Şunu unutmayacağız ki, boşanmalar artıyor, vs. israf ve tüketim, âileyi tüketiyor. Doyumsuzluk ve oburluk neticesinde gelen, hüsran olmuş oluyor.

Tecessüs olmayacak, suç arama olmayacak. Sen kendi durumunu bak!

وَلَا تَجَسَّسُوا (“…Birbirinizin gizli hâllerini araştırmayın…” [el-Hucurât, 12]) Cenâb-ı Hak buyuruyor.

وَلَا تَفَرَّقُوا

(“…Parçalanıp bölünmeyin!..” [Âl-i İmrân, 103]) buyuruyor. Fitne olmayacak, ayrılık olmayacak. Bilhassa günümüzde -Allah korusun-.

Gıybet olmayacak. Gıybet nedir? Karşısındakini dedikodu edip onu küçültmendir senin. Cenâb-ı Hak, ibâdullâhʼın istihkār edilmesini istemiyor. En büyük haramlardan biri gıybet.

Kul hakkı, nemîme/söz taşımak…

Yalan: Aslı olmayan bir şeyi aslı gibi ifade etmek. Bu da kişinin kalbî hastalığını artırır, Cenâb-ı Hak buyuruyor. (Bkz. el-Bakara, 10)

İffetsizlik, -Allah korusun- bu da bir fâcia.

Demek ki Rabbimiz, bizim bir müslüman şahsiyetini, bir müslüman karakterini tevzî etmemizi arzu ediyor.

Velhâsıl kardeşler! Âyet-i kerîmeler devam ediyor. Âyet-i kerîmelerde hep ibretli sahneler Cenâb-ı Hak bize bildiriyor.

Kıyâmetten manzaralar bildiriyor.

O dehşeti…

Kul der ki o gün -diğer bir âyette-:

يَقُولُ الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ اَيْنَ الْمَفَرُّ

“O (kıyâmet, zor) gün, «Kaçacak bir yer var mı?» der.” (el-Kıyâme, 10) O şaşkınlıktan. Cenâb-ı Hak:

كَلَّا لَا وَزَرَ buyuruyor.

“Hayır, hayır! Kaçacak sığınacak yer yok. O gün varıp durulacak yer, Rabbinin huzurudur.” (el-Kıyâme, 11-12)

Velhâsıl, hep zor günler…

“O gün insana ileri götürüp geri bıraktığı ne varsa bildirilir. Artık insan kendi kendinin şâhididir.” (el-Kıyâme, 13-14)

Göz şâhididir, kulak şâhididir, deriler şâhididir, ameller şâhididir. “Artık insan kendi kendinin şâhididir.” (el-Kıyâme, 14)

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“İsterse özürlerini sayıp döksün.” (el-Kıyâme, 15) buyuruyor.

Diğer bir âyet-i kerîme, Fâtır Sûresiʼnde:

Orada mücrimler feryad ederler:

“‒Yâ Rabbi! Bizi çıkar buradan!” diyecekler. “Biz bu günahlarımız yerine sevaplar işleyelim.” diyecekler. “Bu amel-i gayr-i sâlihler yerine amel-i sâlihler işleyelim.” diyecekler.

Cenâb-ı Hak iki şey soracak:

“‒Size dünyada düşünecek kadar bir zaman vermedik mi?”

Niye geldin, kim yarattı, kimin mülkündesin, yolculuğun nereye?..

İkincisi:

“‒Bir peygamber gelmedi mi?”

“Evet yâ Rabbi! İkisi de oldu.” diyecekler.

O zaman Cenâb-ı Hak:

“Tadın azâbı! Zâlimlerin yardımcısı yoktur!” buyuracak. (Bkz. Fâtır, 37)

Bütün mâzeretler kapanacak.

“‒Ben varlıklıydım, ben zengindim, bugün-yarın derken ölüm geldi…”

Cenâb-ı Hak:

“‒Sen Süleyman -aleyhisselâm-ʼdan daha mı çok varlıklıydın?” diyecek.

“‒Ben, patron vardı, vs. vardı, müsâade etmiyordu…”

“‒Sen, Yûsuf kulumdan daha mı zor durumdaydın?”

Yahut:

“‒Ben hastaydım, tâkatim yoktu…”

“‒Sen, Eyyûb kulumdan daha mı zor durumdaydın?”

Yani kıyamet günü bütün mâzeret kapılarını Cenâb-ı Hak kapatıyor. Dünyadan misallerini veriyor.

Efendimizʼin başından da, bir insanın başından geçecek her şey, Efendimizʼin başından değişik şekilde geçmiştir.

“O gün (Cenâb-ı Hak buyuruyor) ağızlarını mühürleriz, elleri yaptıkları şeyleri anlatır, ayakları da şâhitlik eder.” (Yâsîn, 65)

Âyet indiği zaman Efendimiz, hemen âyetleri ezberleyeyim diye tekrarlardı. Cenâb-ı Hak diyor ki:

(Rasûlüm! Diyor.) Dilini kıpırdatma (diyor). Şüphesiz onu toplamak da (Senʼin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak Bizʼe âittir.” (el-Kıyâme, 16-17) diyor.

Düşünün: Bir ümmî, okuma-yazma bilmeyen bir kimse 6600 küsur âyet-i kerîmeyi ezberinde tutacak, devamlı onları tebliğ edecek, yaşayacak, yaşatacak. Bu da bir, Efendimizʼin mûcizesi. Ve bir Kurʼân mûcizesi.

Velhâsıl, sohbetimizi tamamlarken, kıymetli kardeşler!

Zaman zaman meydana gelen büyük felâketlerde korkuya kapılıyoruz. Deprem geliyor diyorlar, korkuya kapılıyoruz. Bir cinâyet karşısında ürperiyoruz. Bir sel gelecek diye korkuyoruz. Yani bunlardan, evet beşer olarak korkmamız lâzım. Fakat esas korkulacak olan, günahlarımızdır. Günahlarımızdan korkmalıyız:

Dilimizden çıkan yanlış kelâmlardan korkmalıyız.

Merhamet ve şefkat fukarâsı olmaktan korkmalıyız.

İslâmʼın şahsiyet ve karakterini tevzî edememekten korkmalıyız. Çünkü Cenâb-ı Hak; “Sorulacaksınız!” buyuruyor. (Bkz. et-Tekâsür, 8; ez-Zuhruf, 44)

İslâmʼın o güleryüzünü gösterememekten korkmalıyız.

Bunlardan korkmalıyız ki son nefesimizde bize bir müjde olsun, korku ve hüzünden لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ (“…Onlar korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir.” [Yûnus, 62]) ondan selâmette olalım -inşâallah-.

Burada tabi âyetler devam ediyor. Yani kardeşler!

İnsanın yaratılışını Cenâb-ı Hak misal veriyor. Bir yoktan nasıl yaratıldın? Nasıl ana karnında hâlden hâle geçtin? Nutfe, aleka, mudğa, izâm, lahim vs… Nasıl o şekilsizlikten en güzel bir insan çıktın? (Bkz. el-Müʼminûn, 14)

Cenâb-ı Hak bir dünya hayatını bildiriyor:

وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِى الْخَلْقِ اَفَلَا يَعْقِلُونَ

(Kime uzun ömür verirsek Biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç düşünmüyorlar mı? [Yâsîn, 68])

Baştan güç kuvvet, arkadan yaşlılık, eğer ulaşırsa yaşlılığa.

اَفَلَا يَعْقِلُون

(“…Hiç akletmezler mi?” [Yâsîn, 68])

İnsan akıl erdirmez mi? Yolculuk nereye?

Kıyamet haberleri veriliyor. Kabir haberleri veriliyor. Velhâsıl hiçbir mâzeret kalmıyor.

Sohbetimize son verirken…

İslâm bizden ne istiyor? Din, bizden ne istiyor? Karakter ve şahsiyet sahibi bir müʼmin olmamızı. Zira âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Siz insanların içinde çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. Mârufu emreder, münkerden nehyedersiniz…” (Âl-i İmrân, 110)

Hayırlı bir ümmet olmak, İslâmʼı temsil etmek…

Bunun için de kalp ve bilgi âhengini sağlamış “emr biʼl-mârûf, nehy aniʼl-münker” insanı olabilmek.

Bu hâlin en (mühim) hususiyetleri: Gönlümüzün feyizle dolması. Bilhassa seherler. Günahlardan kendimizi koruyarak. Cömertlik, tevâzu, merhametli olabilmek, fedakâr olabilmek.

Velhâsıl Rasûlullah Efendimizʼi yakından tanıyabilmek.

Yine buyruluyor:

Müʼmin “ahsen” olacak. Yani her işini en güzel sûrette îfâ ederek etrafına daima güzellik tevzî edecek. “İşte bu bir müslümanın işidir.” denilecek.

Ecmel” olacak, olgun olacak. Ferahlık verecek, zarâfet ve letâfet tevzî edecek.

Ekmel” olacak, olgunluk olacak.

Cenâb-ı Hak:

اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

(“Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89])

Rafine olmuş tertemiz bir kalple bizi Cennetʼine dâvet ediyor.

İbadetlere dikkat, seherlere dikkat, kulluğa dikkat. Sâlihlerle, sâdıklarla beraber olabilmek. Fâsıklardan uzakta olabilmek.

En mühimi, bir de kıyâmet günü evlâtlarımızın bir problemi var. Cenâb-ı Hak evlâtları emânet olarak veriyor. Baba-anne hakkı unutulmaz, en büyük. Fakat kıyâmet günü, eğer anne-baba evlâdını Allah yolunda yetiştirmemişse, ona İslâmî bir telkinde bulunmamışsa, ona Allâhʼın bu güzel dînini tebliğ etmemişse, orada anne-babadan o evlât dâvâcı olacak.

Burada herkes beraber. Fakat orada bir “yevmüʼl-fasl” bir “ayrılık günü” olacak.

سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ

(“Onlara merhametli Rabbʼin söylediği selâm vardır.” [Yâsîn, 58]) buyruluyor. O gün Cennetlikler büyük bir merasimle karşılanacaklar.

وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ

“Mücrimler!.. Siz ayrılın!” (Yâsîn, 59) diyecekler.

Belki orada karıyla koca birbirinden ayrılacak. Evlâtla baba ayrılacak. Burada en yakın, beraber olduğun kimse orada ayrılacak. En zor bir gün olmuş oluyor o gün.

Onun için:

“Siz, insanlar arasından çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, mârufu emreder, münkerden nehyedersiniz…” (Âl-i İmrân, 110)

İlk başta kendimizi ıslah. Evlâtlarımız, Allâhʼın emâneti. Bunları, bu evlâtları Allah yolunda yetiştirmek, bizim için sadaka-i câriye olacak, hayır olacak. Yok eğer, “uydum kalabalığa” deyip dünya menfaatlerine göre yetiştirirsek, o zaman onun da bir hesabı olacak. Ağır bir hesabı olacak. Çocuk, o zaman, anneden-babadan dâvâcı olacak.

Baştan, “kâriüʼl-Kurʼân” olabilmek. Kurʼân-ı Kerîmʼi düzgün telâffuz etmek, tecvîdiyle, kâidesiyle. Medd-i muttasıl, medd-i munfasıl, medd-i ârız, medd-i lâzım, iklâb vs…

Bu da kâfî değil ama. Çünkü Cenâb-ı Hak Fâtır Sûresiʼnde üç kategori bildiriyor:

Birincisi; “nefsine zulmeden”: Kurʼân-ı Kerîmʼi öğrenmiş, okumuş, fakat Kurʼân-ı Kerîmʼi yaşamıyor, hayatta yok Kurʼân-ı Kerîm. Nefsânî hayatta yaşıyor.

Yine Rasûlullah Efendimiz“Boğazdan aşağıya Kurʼân-ı Kerîm geçmeyenler.”

İkincisi; “muktesid/orta yol”.

Üçüncüsü ise “hayratta öne geçenler”. (Bkz. Fâtır, 32)

Siz, hayırlı ümmet olacaksınız -inşâallah-. Anne-babalarınız da size büyük bir nîmet. Sizin amellerinizden anne-babalarınız da istifâde edecek.

Kardeşler!

Bizim gençlik zamanımızda bir Kurʼân Kursu yoktu. Ancak birkaç kolej vardı. Fakat Cenâb-ı Hak öyle bir zaman getirdi ki yavru orta okula gidecek, gelecek Kurʼân-ı Kerîmʼle hemhâl olacak. O anne-babaya ne mutlu! Çok, kıyâmette çok zor anlar yaşayacağız. -İnşâallah- evlâtlarımızı Allah yolunda yetiştirirsek, Kurʼânʼla onları müzeyyen hâle getirirsek, evlâtlarımızdan bize çok ecirler gelecek -inşâallah-.

Anne-baba fedakâr olacak. Fedakârlığın neticesinde büyük mükâfatlar geliyor. -İnşâallah- yavrularımız bizden -inşâallah- kıyâmet günü -inşâallah- bizim ecrimize bir ecir katmış olacak bu vesîleyle.

Efendimiz buyuruyor:

“Benim ümmetimin başı da sonu da bir bereketli yağmurdur, (başının mı sonunun mu hayırlı olduğu) bilinmez.” buyuruyor. (Bkz. Tirmizî, Edeb, 81)

Başta dünya bir câhiliye devri yaşıyordu. Hak-hukuk, adâlet vs. âhiret inancı yoktu. Bugün de maalesef ikinci bir câhiliye devrine girildi. Zâten Efendimiz “fiten” hadîs-i şerîflerinde bildiriyor bunu. Başı da yağmur damlası, sonu da yağmur damlası, bilinmez… İşte burada bir, kendimize ve evlâtlarımıza bir takvâ hayatı yaşatabilirsek -inşâallah- bu, âhir zamanda bir yağmur damlası, bir rahmet insanı olarak Cenâb-ı Hak -inşâallah- mükâfatlandırır.

Duâmızın kabûlü niyâzıyla; Lillâhi Teâleʼl-Fâtiha!..