Yüreğimizin Ulaştığı Her Yerden Mesulüz

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

YÜREĞİMİZİN ULAŞTIĞI HER YERDEN MES’ULÜZ

Din kardeşiyle beraber olmak. O da çok mühim. Bugün bu din kardeşiyle beraber olmak. Nasıl bir din kardeşiyle beraber olacağız? Bugünkü toplumumuzda buna çok şiddetle ihtiyaç var.

Paylaşma, emr biʼl-mârûf ve bir nesil yetiştirme. Ve İslâmʼın tarif ettiği kâmil insan “ahsen” olacak. “اَحْسِنُوا” buyuruyor Cenâb-ı Hak, Bakara 195. âyette. Yani bir müslümanın her işi “en güzel” olacak. Zâhirî işi, bâtını/iç âlemi, dış âlemi, mesleği, evi, vesâiresi, evlâdı, “ahsen” olacak. Yani her işi en güzel olacak, etrafına dâimâ güzellik tevzî edecek.

“Ecmel” olacak. Yani gönle ferahlık verecek. Zarâfet ve letâfet tevzî edecek.

“Ekmel” olacak. Olgun olacak, mükemmel olacak.

Bu vasıflarla müzeyyen olacak, İslâmʼın tarif ettiği kâmil insan modeli.

Efendim, bugünkü bu sohbetimizin bir şeyi de, Cenâb-ı Hak, bugün bir farz-ı ayn şeklinde -çok âyet-i kerîme var- Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân, 104)

Bunu bir grup yapıyorsa, cemiyet ıslah olmuşsa, bu farz-ı kifâyedir. Fakat cemiyet eğer azmışsa, taşmışsa, bu iş, bütün müʼminlere farz-ı ayndır. Yaşamak ve yaşatmak.

Efendimiz buyuruyor;

“…Çobansınız (buyuruyor). Güttüğünüz sürüden mesʼulsünüz…” buyuruyor. (Buhârî, Vesâyâ, 9; Müslim, İmâre, 20)

Bu güttüğümüz sürü, evlâtlarımızdan başlıyor, dâire açıla açıla gidiyor; bütün toplumdan, bir de yüreğinin varabildiği her şeyden mesʼul olma…

İşte sahâbe bu mesʼûliyeti bertaraf edebilmek için Çinʼe gitti, Semerkandʼa gitti, Kazanʼa gitti, Balkanlara gitti, şeye gitti, velhâsıl gitmediği yer Dünyaʼda ulaşmadığı… O zamanki şartlarlar nereye ulaşmaları mümkünse, mesafeler gözünde eridi, bitti. Üşengeçlik gelmedi, bezginlik gelmedi. Dünyaʼnın her tarafına İslâmʼı tebliğ için gittiler.

Bu çok mühim. Bakara Sûresiʼnin 195. âyetinde:

“…İnfak edin! Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın…” buyruluyor. Ondan sonra “اَحْسِنُوا” geliyor. Ondan sonra:

“…Allah Muhsinleri sever.” (el-Bakara, 195) buyruluyor.

Hâlid ibn-i Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri iki sefer İstanbulʼa geldi. Seksen küsur yaşındaydı. Allah Rasûlüʼne misafirperverlik etti. Allah Rasûlüʼnün bütün gazvelerine katıldı. Bu; لَتُفْتَحَنَّ اْلقُسْطَنْطِنِيَّةُ (“İstanbul elbette fetholunacaktır…” [Ahmed, IV, 335; Hâkim, IV, 468/8300]) hadîsine nâil olmak için de iki defa, seksen küsur yaşında İstanbulʼa geldi.

Orada bir hâdise oldu:

Ensârʼdan/Medînelilerden bir zât, düşmanın, tâ Bizanslıların ortasına kadar gitti. Etrâfı Bizanslılarla sarıldı, şehîd edilecek.

Başka bir Medîneli dedi ki:

“‒Yanlış iş yaptı (dedi). Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak:

«…Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın…» (el-Bakara, 195) buyurdu. Bu ise kendisini tehlikeye attı.” dedi.

Ebû Eyyûb el-Ensârî:

“‒Yok (dedi), bu âyetin şümûlü, bu âyetin sebeb-i nüzûlü biziz (dedi). Bizim sebebimizle bu âyet indi (dedi). Biz dedik ki (dedi):

«Allah Rasûlüʼnün gazvelerine iştirak ettik. Canımızı, malımızı feda ettik. Artık biz tamam yaptık, bizden sonra gelenler devam etsin. Biz Medîneʼnin hurmalıklarına dönelim…» dedik. Bunun üzerine bu âyet indi:

“…Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın…” (el-Bakara, 195)

Cenâb-ı Hak bizden son nefese kadar bir kulluk istiyor.

“Hepiniz çobansınız (buyruluyor). Güttüğünüz sürüden mesʼûlsünüz…” buyruluyor. (Buhârî, Vesâyâ, 9; Müslim, İmâre, 20)

Çobanlık, zor bir meslektir. Bir çobanın, hayvanlarını tanıması lâzım. Onları bir mezrâda otlatması lâzım, kuru çölde değil. Onlara bir mezrâ bulması lâzım. Aldığı gibi o sürüyü teslim etmesi lâzım. Kolu bacağı kırılan bir kuzuyu kucağına alması lâzım. Onu kurda kuşa bırakmaması lâzım.

Bütün peygamberlere Cenâb-ı Hak çobanlık yaptırdı. Çobanlık, en büyük bir merhale oluyor kalbin inkişâfında.

Efendimiz; “çobansınız.” buyuruyor. Burada kastedilen, toplumdur. Tabi burada toplum, bugün, keçi çobanlığı var, bir de koyun çobanlığı var. Bugün toplumun birçok kesimi koyun çobanlığı, koyun mûnistir, idâresi kolaydır. Keçi zordur. Ağaçlara tırmanır. Uçurumun kenarlarından kurtarayım derken sen de gidersin uçurumdan aşağı. Çok tedbirli olman lâzım. Fakat -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; “mesʼûlsünüz, yani toplumunuzdan mesʼûlsünüz” buyuruyor. “Toplumunuzun çobanısınız.” buyuruyor.

Böyle bir, büyük nîmetler karşısında Cenâb-ı Hak böyle emr biʼl-mârûf, nehy ani’l-münker; -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz “çobansınız” buyuruyor.

Efendimiz, Ashâb-ı Suffeʼde talebe yetiştirirdi. Bu yetiştirdiği talebeleri Dünyaʼnın her tarafına gönderirdi. Muhâcirʼi çok severdi, Ensârʼı çok severdi; fakat en çok meşgul olduğu, Ashâb-ı Suffe idi. İlim talebeleriydi. Ve bu ilim talebelerini takvâ ile yetiştirdi Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-.

Bunun için bugün de bu hizmetler çok mühim. Evlâtlarımızı Kurʼân istikâmetinde yetiştirebilme. Ve bu müesseselere omuz vermek, yürek vermek. Bugün ağır mesʼûliyeti altında bulunduğumuz… Cenâb-ı Hak bugün önümüzü açtı bugün.

Bugün, televizyon var. Ne kadar müsbet, ne kadar menfî?

İnternet var. Ne kadar müsbet, ne kadar menfî?

Müsbet tarafı bir tarafa, diğer tarafta da o pornonun iğrenç sokaklarında gençler savrulup gidiyor.

Modalar var, kandırmaca hareketi. Kapitalist, liberal sistemin getirdiği kandırma hareketi. Bir israf ekonomisine sürüklüyor. İçi boş, mâneviyat yok! Ancak diyor, sen diyor, şahsiyetin o giysi ile tamamlanacak, vesâire olacak… Eskimeden öbürünü atacak.

Reklâmlar var. Ayrı bir kandırmaca reklâmlar.

Velhâsıl bugün insanımızın içi boşaltılıyor, bunlar dolduruluyor.

Maltepe Üniversitesiʼnde yapılan bir ankette, Mehmed Akifʼi tanımayan, hiç ismini demek ki okuduğu mektepte okudu ama hiç duymadı, kulağını kapattı, %15 ile 20 talebe var. Hiç Mehmed Akifʼi tanımıyor.

Dînî yayınları hiç okumayan, dîn nedir, dîn ne ifade ediyor, hiç dînî kitap okumayan, %35 ile %40 arasında gencimiz var.

İnternet bağımlıları %56,8. Bu da içki bağımlılığı gibi ayrı bir şey oluyor, insan zekâsını dumura uğratıyor, internetin çocuğu oluyor.

Gazete, satan, en çok Posta Gazetesiʼni okuyan var.

Dergilerde Trend Dergisiʼni okuyan var. Anketlerin getirdiği şey.

Elhamdü lillah, dergilerimiz var. Altınoluk var umûmî, 7ʼden 70ʼe.

Genç var, gençlerin birtakım problemlerine cevap verecek şekilde.

Yüzakı Dergimiz var. Bu, edebiyat ve bu, İslâmʼı o şekilde telkin ediyor. Kurʼân-ı Kerîmʼin de bir mûcizesi, fesâhati ve Kurʼân-ı Kerîmʼin belâgatidir. Yani ruhlara tesir eden, ruhları zarifleştiren, fesâhat ve belâgattir, yani edebiyattır.

Kurʼân-ı Kerîm insanüstüdür. Ve fesâhat ve belâgati de kıyâmete kadar devam eden bir mucizedir. Fesâhat ve belâgat da kalbe ve rûha bir bahar iklimi yaşatır.

Biz, fakir, talebeyken, o gün tek çıkan bir “Büyük Doğu” vardı. Cuma günü çıkardı, bâyilere verilirdi. Belki 500-1000 tane ancak basılırdı. Hattâ fakir gidip perşembe akşamı bâyide beklerdim ben, “Büyük Doğu çıksın da onu alayım.” diye. Onun başından başlardım, son noktaya kadar onu okurdum. Hattâ bir tek yazar, rahmetli Üstad vardı.

Bir de Safahat vardı. O da benim yastığımın altındaydı. Gece yatmadan evvel, Safahatʼtan da birkaç şiir okur, duygulanır, o şekilde yatardım.

Yani edebiyat çok mühim. Yani rûha bir bahar iklimi verme bakımından.

Bugün de -Allah râzı olsun- bu Muhammed Ali Eşmeli kardeşimiz ve etrafındaki ekibiyle beraber, büyük bir hizmetin içindeler. Şimdi bu Yüzakı, bir mektep. Bu mektepte ne kadar, bir makale bile okusa, bu mektebin talebesidir. Böyle bir mektep ve hakîkaten çok, -içindeyim ben- hassâsiyetle hazırlanıyor her makale. Şiirlerle güzelleştiriliyor.

Diğer taraftan, bir gençlik yetiştirme var. Ehl-i Kurʼân bir gençlik yetiştirme var. Bu da -elhamdülillah- çok mühim.

Bir mütefekkir şunu söylüyor:

“Eğer diyor, terazinin diyor, iki gramını diyor, iki kefesini bastıracak bir gram fazla insanın varsa gâlipsin diyor. Bir gram insanın eksikse sen mağlupsun.” diyor.

Şimdi Efendimiz, dâimâ insan yetiştirme… İnsan yetiştirecek, Dünyaʼnın her tarafına gönderecek. Onun için Efendimizʼin en çok meşgul olduğu, Ashâb-ı Suffe idi, Kurʼân talebeleriydi. Hediyeler gelse kendisi kifâyet miktarından daha azını alıyor, yine Ashâb-ı Suffeʼye gönderiyordu. Çünkü bunlar, irşâd edecekler, uyandıracaklar toplumu…