Temizlenmek İçin Zikrediniz

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

TEMİZLENMEK İÇİN ZİKREDİNİZ

Onun için burada zikir çok mühim.

Esad Efendi -kuddise sirruh- Hazretleri, Erbilî Hazretleri:

“Letâiflerin hepsi tasfiyeye/temizlenmeye muhtaç olduğundan, bir Hak yolcusunun sırasıyla bütün letâiflerini zikre alıştırması zarûrî…”

Nasıl içimizdeki sıhhati düşünüyoruz; kalpti, akciğerdi, karaciğerdi vesâireydi, bu şekilde mânevî merkezler, yani letâifler, bunların da zikre alıştırılması zarurîdir, buyuruyor.

“…Bir insana gusül gerektiğinde nasıl vücudunun her yerini, hattâ her noktasını yıkaması lâzım ise, gönül âlemini de tasfiye etmek için, bir kişinin bütün letâiflerinin, hattâ bütün vücudunun her zerresinin zikretmesi zarurî…”

Cenâb-ı Hak; “Gökte ve yerde ne varsa zikir hâlindedir.” (Bkz. el-İsrâ, 44)

Demek ki insanın da bütün bu rûhâniyetle gönül âlemini tezyin etmesi zarûrî.

Yine bir misal daha veriyor Esad Efendi Hazretleri:

“Cenâb-ı Hak kalp gözünü, (bir talebesine yazdığı mektupta) Cenâb-ı Hak kalp gözünüzü nurlandırsın. Gül yaprağının her noktasında mevcut olan gül suyu gibi, sizin de kıymetli vücudunuzun her zerresini, muhabbet ve dâimî zikrin hoş kokularıyla güzelleştirsin.” diye. Öyle bir temennîsi var.

Diğer gelen “ibâdurrahmân” Allâh’a dost olan kullar ne şekilde olacak?

وَالَّذِينَ يَبِيتُونَ لِرَبِّهِمْ سُجَّدًا وَقِيَامًا

“Gecelerini Rabʼlerine secde ederek ve kıyam durarak geçirirler.” (el-Furkân, 64)

Yani gecenin esrarından kalp bir nasip alacak. Gündüz, bu cihan ayrı bir dershâne, gece bu cihan ayrı bir dershâne. Gündüz göreceğimiz bu dershânede vazifelerimiz var, gece bu dershânenin ayrı bir dersleri var.

İşte Cenâb-ı Hak; سُجَّدًا وَقِيَامًا buyuruyor.

Yani bu, gece hayatını biz nasıl geçireceğiz?

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)

Allah Rasûlü nasıl geçiriyorsa, gece hayatı nasılsa, bizim de gece hayatının, O’nun benzeri olmasının, yahut O’na yaklaşabilmenin cehdi içinde olabilmemiz.

Tabi O, zirvelerdeki ölçü. Ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Gözünden çıkan yaşlar, secde yerini ıslatırdı. Dâimâ Cenâb-ı Hakk’a bir ilticâ hâlinde olurdu. İstiğfar hâlinde olurdu.

Demek ki bizler için:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ buyuruyor. “…Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrân, 17)

Gecenin bir istiğfar iklimine girmek. Kendimizi bir gözden geçirmek, hatâlarımızı gözden geçirmek. Cenâb-ı Hakk’ın verdiği nîmetleri gözden geçirmek ve bu nîmetlerin ne kadar bir mukâbili hâlindeyiz? Şükretmemiz mümkün mü? Bir îman üzere olmamızın şükrü mümkün mü? Bir Budistlerin içinde bulunabilirdik. Başka yerlerde bulunabilirdik. Bu verdiği nîmetlerin mukâbilini ödeyebilmek mümkün mü?..

Niçin peygamberler hep istiğfar hâlinde? Onların günahları mı vardı? (Cenâb-ı Hakk’ın) verdiği nîmetlere şükredememek endişesi.

Demek ki Cenâb-ı Hak:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ buyuruyor. “اَسْتَغْفِرُ اللهَ الْغَظِيم, اَسْتَغْفِرُ اللهَ الْغَظِيم” Bunu duyarak, kalpte bir acziyet içinde. Cenâb-ı Hak bizim bu hâlde olmamızı arzu ediyor. Kendisine yaklaşmamıza bir vesîle.

Kelime-i tevhîd isteniyor bizden. Salevât-ı şerîfe isteniyor bizden. Ölümü düşünmek isteniyor bizden. Buyrulduğu gibi, letâifleri birtakım mânevî merkezleri bir harekete geçirme, rûhânîleştirme arzu ediliyor.

Kıyâmette kalkışımız da o şekilde olacak:

“O gün sîmâlar var parlayacak, sîmâlar var pörsüyecek.” buyruluyor. (Bkz. Abese, 38-40)

Yani bu beden kılıfı, bu bedenle gelmeyeceğiz dünyaya. Bu, dünyaya ait bir beden. Başka bir bedenle âhirete çıkacağız. Ve bu bedenin dokusu da, bu dünyadaki mânevî hayatımızla teessüs edecek.

Onun için, gece hayatı çok mühim. Şöyle bir gönül nazarıyla baktığımız zaman bir seher vakti…

Cenâb-ı Hak:

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

(“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” [el-Alak, 1])

Kuşları uyandırıyor. Kedilere baktığımız zaman onlar da uyanık. Çiçeklere baktığımızda, ayrı bir güzellik içinde…

Demek ki seherlerde Cenâb-ı Hak uyandırıyor. Bizim de o uyanıklığı okumamız lâzım. “Ben ne kadar seherlerde intibah hâlindeyim?..”

Velhâsıl bilmek… İlim, ilim diyorlar yeni şeyle. Onun tabi ilim dediği ayrı, Kur’ân-ı Kerîm’in ilim dediği ayrı.

Velhâsıl bilmek, bilgileri zihne depo etmek değil. Bu kâinattaki hikmet, sır ve muammâları çözmek. Bu hâl de ancak mârifetullah/Cenâb-ı Hakk’ı tanıyabilmekle gerçekleşir.

Onun için gece ibadetini çok âyet-i kerîmeler tavsiye hâlinde. Gece ibadetinde riyâdan uzaksın. Hâricî alâkaların kesildiği anlar. Fedakârlık anları, yatak mıknatıs gibidir.

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede, Secde Sûresi’nin 16. âyetinde:

(O müttakîler, o takvâ sahipleri, geceleri namaz kılmak, istiğfâr etmek için) yanlarını tatlı yataklarından kaldırırlar. Rab’lerinin azâbından korkarak (havf) ve recâ arasında duâ ederler. Onlara verdiğimiz rızıklardan da infâk ederler.”

Cenâb-ı Hak bizden böyle bir gönül iklimi arzu ediyor.

“Ve şöyle duâ ederler…”

Bir felâketten, en büyük felâketten kurtuluşumuz için duâ, şöyle duâ:

“…Rabbimiz! Cehennem azâbını üzerimizden sav. Doğrusu onun azâbı gelip geçici (bir azap) değil, devamlı (bir azap)tır.” (el-Furkân, 65) buyruluyor. Bu bir vâkıa, olacak bir hâdise.

Yine:

“Orası cidden ne kötü bir yerleşme ve (ne kötü bir) ikâmet yeridir.” (el-Furkân, 66) Cenâb-ı Hak buyuruyor.

Ömer bir Abdülaziz:

“Kıyamet gününde nereye gitmek arzu ediyorsanız, hazırlığınızı ona göre yapın.” buyuruyor.

Bir yolculukta bile, dünya yolculuğunda bile nasıl hazırlık yapıyoruz, nereye gitmek istersek, onun şartlarına göre. Demek ki kıyâmet günü nereye gitmek istiyorsak, hazırlığımızı ona göre yapmamız zarûrî.

Yine devamı âyette:

(O kullar) harcadıklarında ne israf ederler ne de cimrilik ederler. İkisinin ortasında bir yol tutarlar.” (el-Furkân, 67)

Cimrilik; Cenâb-ı Hak istemiyor. Çünkü cimrilik, bir korkaklıktır. Teslîmiyetten uzaklıktır. Malına, birtakım imkânlarına sığınmaktır. Cenâb-ı Hak; “onu sana ihsân edene sığın” diyor.

İsraf istemiyor. İsraf da; insan, şahsiyetiyle insandır, karakteriyle insandır. İsraf ise aşağılık duygusunu bastırma hareketidir. Cenâb-ı Hak bunu da istemiyor. Allâh’ın verdiği nîmeti yanlış yerde kullanmamızı arzu etmiyor. Kitap ve Sünnet’in muhtevâsı içinde bir hayatımızın, bir nizâmımızın olmasını Rabbimiz arzu ediyor…

“Yine onlar ki, Allah ile beraber (tuttukları yolda) başka bir tanrıya yalvarmazlar…” (el-Furkân, 68) Birinci madde. Yani tevhidin şirke/ortaklığa tahammülü yok. Tevhid inancı, Allâh’a olan îmânımız, şirk/ortaklık kabul etmiyor. Yani ortaklığı kabul etmiyor. Ortaklığa tahammülü yok. Riyâ da bir ortaklık olmuş oluyor. Bir fânîyi ortak ediyorsun. Cenâb-ı Hak bunu istemiyor. Zâten bu ibâdurrahman’da bu yok, bir gösteriş yok. Her şey “lillâh”. Hattâ saklayacaksın; sağ elinin verdiğini sol elin görmeyecek. Zarûret varsa, o ayrı.

İkincisi:

“…Haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar…” (el-Furkân, 68)

Merhamet, müslümanın tabiat-i asliyesidir. Bütün mahlûkâta can veren Cenâb-ı Hak’tır. Ona da kıymaya hiç kimsenin hakkı yoktur.

23 sene Efendimiz’in nebevî hayatı terörle mücadeledir. Efendimiz, karıncanın bir hakkını korumuştur. Karıncanın bir hukukunu müdâfaa etmiştir: “Kim bu karınca yuvasını yakabilir?!” (Bkz. Ebû Dâvud, Cihad, 112)

Koyunun, devenin hakkını müdâfaa etmiştir. Onları terörden kurtarmıştır. Bir zekât verirken hayvandan:

“Bunun üstünü toz-topraklı bırakmayın. Sütünü sağarken tırnaklarınızı kesin. Yavrusuna da süt bırakın, hepsini de çekmeyin!..” (Bkz. Ahmed, III, 484; Heysemî, V, 168, 259, VIII, 196)

Yani bir hayvana bile Allah Rasûlü bir hukuk tevzî etmiştir. Yani onları bile bir terörden muhafaza etmiştir, korumuştur. Hele cana kıymak, -Allah korusun- bugün işte dünyada görüyoruz; zâlimlerin yaptığı hâl… “Ben haklıyım.” diyor, kendisini haklı görüyor zâlim. Kendi gibi bir cana, rahatlıkla binlerce cana kıyıyor. Tabi hepsi kıyâmete aktarılıyor.

Üçüncüsü:

“…Zinâ etmezler…” (el-Furkân, 68)

İnsanı diğer mahlûkattan ayıran bir vasıftır. Cenâb-ı Hak “nikâh” istiyor. Ve insanoğlunun iffet, haysiyetidir, şerefidir, vakarıdır. Bugün görüyoruz, o vakar, o izzet nasıl sıfırlanıyor. Diğer mahlûkatla beraber olmanın bir yarışı var. Ekonomik hayatta vitrine ediliyor vs…

Maalesef, binâ, gösteriş, vs. kuleler… Altı bir eğlence merkezleri… Efendimiz’(in kıyâmet alâmetinden bahseden hadîs-i şerîfinde); “kuleler” buyruluyor, “zinâ” buyruluyor. (Bkz. Buhârî, İlim 21, Fiten 25)

Velhâsıl günümüzün felâketi. Öbür âleme yaklaşmamızın, dünyanın öbür âleme yaklaşmasının ayak sesleri.

Ve Cenâb-ı Hak:

“Bunları işleyenlerin azâbı kat kat artırılır. Ve onlar, alçaltılmış olarak Cehennem’e dûçâr olurlar.” buyuruyor. (Bkz. el-Furkân, 69)

Sadece, Cenâb-ı Hak o kadar merhametli ki:

“Ancak tevbe edip amel-i sâlih işleyenler başkadır…” (el-Furkân, 70) buyuruyor. Demek ki tevbenin de şartı, amel-i sâlih. “Tevbe yâ Rabbi!..” “Tevbe yâ Rabbim” ama amelin nasıl? Yani nasıl o tevbeye fiilinle bir şey hâlindesin? Cenâb-ı Hak o kadar merhametli ki, o samimiyetli bir tevbe, amel-i sâlihlerle bir teyid edebilme, o kötü amelleri hayra çeviriyor. (Bkz. el-Furkân, 70)

Cenâb-ı Hak kendileri için çok bağışlayıcı, çok engin merhamet sahibi. Yani dilde kalmayacak tevbe, fiile geçecek. Allah Gafûru’r-Rahîm’dir. Erhamu’r-Râhimîn’dir. Evet bunu düşüneceksin ama, Allâh’ın “Kahhâr” sıfatını da düşüneceksin. “Azîzün Züntikâm” olduğunu da düşüneceksin her amelde.

Yahya bin Muâz Hazretleri:

“Günahları terk etmeden Allah’tan af ve mağfiret dilemek, yalancıların istiğfarıdır.” buyuruyor.

Hasan Basrî Hazretleri de:

“Sizin duânızın kabul olmamasından endişem yok (diyor). Duâ edemez hâle gelmenizden endişeliyim.” diyor.

Duâ ediyorsun, fiilî olarak duân yok. Lâfzî olarak duan var, fiilî duan yok. Bunu da Cenâb-ı Hak istemiyor; “Şeytan sizi Allâh’ın azâbında kandırmasın.” buyuruyor. (Bkz. Fâtır, 5; Lokmân, 33)

Ondan sonra gelen “ibâdurrahmân”:

“Onlar ki yalan yere şâhitlik etmezler. Boş sözlerle karşılaştıklarında vakar ile (oradan) gelip geçerler.” (el-Furkân, 72)

“Vakar ile oradan gelip geçerler.”

Abdullah Dehlevî Hazretleri olacak herhâlde, o, bir yerden, bir gıybet meclisinden geçiyor:

“–Eyvah diyor, orucum bozuldu.” diyor. Talebesi de:

“–Hocam (diyor), siz (diyor), üstâdım (diyor), siz gıybet etmediniz ki.” diyor.

“–Evet gıybet etmedim ama (diyor), gıybet olan yerden geçtim.” buyuruyor.

Yani demek ki “…Boş sözlerle karşılaştıklarında vakar ile oradan gelip geçerler.” (el-Furkân, 72)

Önümüzde Ramazân-ı Şerîf geliyor. Demek ki bilhassa burada en çok Ramazan’da dikkat edeceğimiz, ağzımıza oruç tutturma, dilimize oruç tutturma, lisanımıza oruç tutturma olacak.

Yine Mü’minûn (Sûresi’nde):

“Onlar ki boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.” (el-Mü’minûn, 3) buyruluyor.

Yine ondan sonra gelen “ibâdurrahmân”:

“Kendilerine Allâh’ın âyetleri okunduğu zaman ise onlara sağır ve kör davranmazlar.” (Bkz. el-Furkân, 73)

Sahâbe dâimâ; “Bir âyet indiği zaman; gökten sofra indi zannederdik (buyuruyor). Allâh’ın murâdı nedir bu âyette derdik (diyor). Müzâkere ederdik âyeti (diyor). Nasıl Allah rızâsını tahsil edeceğiz?..”

İlâhî bir mektup Kur’ân-ı Kerîm. Bir fânîlerden gelen mektubu nasıl okuyoruz? Bir ticârî mektubu vs…

“Akşamları evlerimize gittiğimiz zaman da hanımlarımız bize;

«–Bugün hangi âyet indi? Allah Rasûlü’nün mübârek ağzından ne gibi kelâmlar duydun? Sen bana onları söyle.» derdi.

Sabahları geçirirken de:

«–Sakın bize yanlış lokma getirme! Biz dünyada her şeye katlanırız ama Cehennem azâbına katlanamayız.» derlerdi.”

Onlar, Efendimiz’in talebeleri. Biz de talebeleriyiz. Onlar bize ayna…