Takvânın Esası Helal Kazanç

Bir Soru Bir Cevap

Yıl: 2008 – Ay: Temmuz – Sayı: 22

Bir insanın mânevî seviyesini onun hangi özelliklerine bakarak anlayabiliriz? Bu hususta en önemli ölçü nedir?

Bir kim­senin temiz gönül­lü, ih­lâslı ve doğru bir is­tikâmet sâhibi ol­duğunu an­lamak için onun, yap­tığı ibâdet­lerin­den ziyâde o ibâdet­leri han­gi kal­bî seviye ve hâl ile yap­tığına bakıl­malıdır. Yâni bil­has­sa dav­ranış­larının İs­lâm ah­lâkına uy­gun ve kazan­cının helâl olup ol­madığına dik­kat edil­melidir. Bu meyan­da Haz­ret-i Ömer -radıyal­lâhu anh-, bir kim­se met­hedil­diği zaman, met­heden şah­sa, üç şeyi sor­muş­tu:

“–Sen onun­la hiç kom­şuluk, yol­culuk veya ticâret yap­tın mı?”

Muhâtabı üçünü de yap­madığını söy­leyin­ce:

“–Öy­ley­se onu met­het­meyin, çün­kü siz onu lâyıkıy­la tanımıyor­sunuz!” buyur­du.

Onun için Süf­yân-ı Sev­rî -kud­dise sir­ruh-:

“Kişinin din­dar­lığı, ek­meğinin helâl­liği nis­betin­dedir.” buyur­muş­tur.

Yine bir­gün ken­disine:

“–Efen­dim! Namazı birin­ci saf­ta kıl­manın fazîletini an­latır mısınız?” dedik­lerin­de de helâl lok­maya dik­kat çek­miş ve:

“–Kar­deşim! Sen ek­meğini nereden kazanıyor­sun, ona bak! Kazan­cın helâl ol­duk­tan son­ra, han­gi saf­ta diler­sen orada namazını kıl; bu husus­ta sana güç­lük yok­tur.” cevabını ver­miş­tir.

Denilebilir ki helâl-haram hassâsiyeti, mü’minin mânevî durumunu teşhiste en hayâtî ölçüdür.

Helâl kazancına haram karış­tır­mamanın ehem­miyet ve bereketini, mer­hum pederim Mûsâ Efen­di -kud­dise sir­ruh- şu hâdise ile an­latır­dı:

“Gayr-i müs­lim bir kom­şumuz var­dı. Son­radan müs­lüman ol­muş­tu. Bir­gün ken­disine hidâyete eriş sebebini sor­duğum­da şun­ları söy­ledi:

«–Acıbadem’de tar­la kom­şum Rebî Mol­la’nın ticaret­teki güzel ah­lâkı vesilesiy­le müs­lüman ol­dum. Mol­la Rebî, süt satarak geçimini temin eden bir zât­tı. Bir ak­şam vak­ti bize gel­di ve:

“–Buyurun, bu süt sizin!” dedi. Şaşır­dım:

“–Nasıl olur? Ben siz­den süt is­temedim ki!” dedim.

O has­sas ve zarif in­san:

“–Ben far­kın­da ol­madan hay­van­larım­dan birinin sizin bah­çeye girip ot­ladığını gör­düm. Onun için bu süt sizin­dir. Ay­rıca o hay­vanın tahav­vülât dev­resi (yediği ot­ların vücudun­dan tamamen izâlesi) bitin­ceye kadar sütünü size getireceğim…” dedi. Ben:

“–Lâfı mı olur kom­şu? Yediği ot değil mi? Helâl ol­sun!..” dediy­sem de Mol­la Rebî:

“–Yok yok, öy­le ol­maz! Onun sütü sizin hak­kınız!..” deyip hay­vanın tahav­vülât dev­resi bitene kadar sütünü bize getir­di.

İş­te o mübârek in­sanın bu dav­ranışı beni ziyâdesiy­le et­kiledi. Neticede gözüm­den gaf­let per­deleri kalktı ve hidâyet güneşi içime doğ­du. Ken­di ken­dime:

“–Böy­le yüce ah­lâk­lı bir in­sanın dîni, muhak­kak ki en yüce bir dîn­dir. Böy­lesine zarîf, hak-şinâs, mükem­mel ve ter­temiz in­san­lar yetiş­tiren dînin doğ­ruluğun­dan şüp­he edilemez!” dedim ve kelime-i şehâdet getirip müs­lüman ol­dum.»”

Bu hik­met­li kıs­salar, helâl kazanç ve haram meselesi hususun­da ne kadar titiz ve ih­tiyat­lı ol­mamız gerek­tiğini de pek bâriz bir şekil­de or­taya koy­mak­tadır. Zîrâ helâl kazanç, tak­vânın temel esas­ların­dan­dır.

An­cak helâl-haram demeden dün­ya ih­tirâsına mağ­lup olan­lar, bu âlem­de sal­tanat sürer gibi görün­seler de, son­suz âlemin ebedî birer sefîli ve yok­sulu ol­mak­tan ken­dilerini kur­taramaz­lar.

Rasûl-i Ek­rem -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- şöy­le buyur­muş­tur:

“Öy­le bir zaman gelir ki, kişi malını helâl­den mi, haram­dan mı kazan­dığına hiç al­dırış et­mez.” (Buhârî, Büyû, 7, 23)

Hâsılı, hadîs-i şerîf­te işâret edilen gaf­let­lerin faz­laca zuhûr et­tiği ve gönül­ler haram­ları terk et­meye çalış­sa da, on­ların gönül­leri bırak­madığı günümüz­de, helâle riâyet edebil­mek, en mühim mesele ve en büyük ibâdet­tir.

Bu büyük ibâdeti îfâ ederek Al­lâh’ın em­rine itaat, tes­lîmiyet ve rızâ hâlin­de bulunabilen kalpler, diken­lerin arasın­dan sıy­rılıp renk renk aç­maya maz­har olan gül­ler misâli, birer hayır ve feyiz men­baı olur­lar. Bunun ak­sine, haram ve şüp­heli şey­lere dal­mış kalpler de, gül­lerin ak­si olan diken­lerin arasına katılıp bin­bir kötülük kay­nağı ve hat­tâ ah­lâk­sız­lık yuvası hâline gelir­ler. Cenâb-ı Hak muhâfaza buyur­sun!

Âmîn!..