Sen Çıkınca Aradan Kalır Seni Yaradan

DİNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

SEN ÇIKINCA ARADAN KALIR SENİ YARATAN

Kıymetli Kardeşlerimiz!

Bu okunan âyet-i kerîmelerin muhtevâsında Cenâb-ı Hak bir ömür nasîb eylesin cümlemize.

Bu inen iki âyet, Akabe Biatları’nda indi. Ashâb-ı kirâm, Medîneliler, Allâh’a biat ettiler, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e biat ettiler.

Abdullah bin Revâha sordu:

“‒Yâ Rasûlâllah! (Dedi.) Biz, Allâh’a biat ettik. Sana biat ettik. Bunun mukâbilinde ne var?”

Efendimiz:

“‒Cennet var.” buyurdu. (Bkz. İbn-i Kesîr, Tefsîr, II, 406)

Onun üzerine bu okunan âyetler inzâl oldu. Ve bu okunan âyetlerde Cenâb-ı Hak bizden nasıl bir kulluk istiyor? Nasıl bizim Cenâb-ı Hak’la bir dost olabileceğimizin tescilini istiyor Cenâb-ı Hak bizden?

Cenâb-ı Hak:

“Biz, Benî Âdem’i mükerrem yarattık…” (el-İsrâ, 70) buyuruyor. Yani Cenâb-ı Hakk’a yaklaşacak hususiyetler verdiğini bildiriyor.

Yine Cenâb-ı Hak kendinden özellikler verdiğini:

وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي

(“…Rûhumdan üfürdüğüm zaman…” [el-Hicr, 29; Sâd, 72]) buyuruyor.

Kul, bu husûsiyetleri inkişâf ettirecek, Cenâb-ı Hak’la bu dâr-ı dünyada, bu fânî dünyada Cenâb-ı Hak’la dost olacak. Ve huzur bulacak bu dostluğun neticesinde.

Dostluk, büyük fedakârlık istiyor. Fakat bu fedakârlığın neticesinde müthiş bir huzur var, Cenâb-ı Hak’la beraber olmanın.

Bunun zirvesinde peygamberleri görüyoruz. Nasıl Cenâb-ı Hak’la… En çok çile çemberinden geçen, peygamberler. Nasıl Cenâb-ı Hak’la beraber olmaktan bir huzur içinde yaşadılar. Çektikleri çileler vs. işkenceler, bir tesiri olmadı.

Kulun da Cenâb-ı Hak birtakım engeller bildiriyor âyet-i kerîmede. Bu engeller aşılacak. Kul, Cenâb-ı Hak’la dost olacak. Dünyada huzur bulacak. Son nefeste huzur bulacak.

Son nefes de bizim çok zor bir ânımız. Rûhun bu beden elbisesinden, beden teninden çıktığı an. O da zor bir ânımız. Fakat bu da, dünyadaki mânevî durumumuza göre ölüm ânı tecellî edecek.

Cenâb-ı Hak onu da Fussilet Sûresi’nde bildiriyor, nasıl olacak? Bu sâlih kullar, sâdık kullar, sâliha kullar, sâdıka kullar için:

“Rabbim Allah’tır deyip…” (Fussilet, 30)

Yani ömür boyu Allah rızâsını tahsil edenler.

“ثُمَّ اسْتَقَامُوا” (Fussilet, 30) Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in rûhânî izinde yürüyenler. Böyle bir hayat yaşayanlar için son nefeste;

“…Melekler iner: «Korkmayın, üzülmeyin, Allâh’ın size takdir ettiği Cennetlerle sevinin.» derler.” (Fussilet, 30)

Böyle bir müjde verirler.

Tabi bir kabir hayatı olacak sonra. Hepimiz o kabir hayatından mecbûrî bir geçiş… Nasıl dünyaya mecburî bir gelişle dünyaya geldik; ne gelişimizi, ne gidişimizi biliyorduk. Ne gelişimizi bildik ne de gidişimizi biliyoruz. Kabir hayatı da öyle. Orada bir, ne kadar o kabir koridorunda kalacağız? O da bir meçhul. Kıyamete kadar.

Dünyadaki hâlimize göre bir kabir tecellî edecek. Ondan sonra, bitmeyen, “يَوْمُ الْخُلُودِ” buyruluyor, bir “ebediyyet günü” başlayacak. (Bkz. Kāf, 34)

Bu dâr-ı dünyada onun bir hazırlığı içinde olmamızı Cenâb-ı Hak, onun için peygamberler gönderiyor, kitaplar gönderiyor. Bize de lûtfuyla, ikramıyla en büyük Peygamber’e bizi ümmet kıldı meccânen.

Bu, okunan âyetlerin muhtevâsında yaşayanlar için de… Kıyamet çok büyük bir infilâk:

لَا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Andolsun (yemin olsun) kıyâmete…” (el-Kıyâme, 1) buyuruyor. Bir şiddet ifadesi. Çâre; nefs-i levvâmeden kurtulmak. (Bkz. el-Kıyâme, 2) Tutarsız bir nefisten kurtulmak. Bir dengesizlikten, mânevî bir dengesizlikten kendini kurtarabilmek.

O kıyâmet şiddetinde, o büyük infilâkta bu dünyada Cenâb-ı Hak’la dost olanlar için Cenâb-ı Hak:

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

“…Onlar üzülmeyeceklerdir, korkmayacaklardır.” (Yûnus, 62) buyuruyor.

Bir imtihan sınıfı içindeyiz. Bu cihan, bir imtihan dergâhı. Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm, Cenâb-ı Hakk’ın kelâmdaki bir mûcizesi. Rehberimiz, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz. Cenâb-ı Hakk’ın insanda tecellî eden harika bir mûcizesi. Cenâb-ı Hak bize böyle bir ihsanlarla, ikramlarla bizi müzeyyen kıldı. İşte bu, dünyada bir yol haritası. Nereye gitmek arzu ediyoruz? O yol haritasının üzerindeyiz.

Cenâb-ı Hak kuluyla dost olmak istiyor. Dostluk, müştereklikten kaynaklanır. Cenâb-ı Hak, ilk davet mü’minlere, kelime-i tevhidle dostluğa davet ediyor. Kelime-i tevhidle bir îman anahtarı, bu dostluğun içine giriliyor. Tabi bu, lâfızla/dil ile ikrar, kalp ile tasdik, zihinle tasdik değil. Yani davranışlara geçmesi.

Lâ ilâhe: Allah’tan uzaklaştıracak her şeyden kalbimizi koruyabilmek. Kalpte, Cenâb-ı Hakk’ın dışında hiçbir şey olmaması. Yani kalbin bir ihtiras, vs. riyâ, şu, birtakım putperestlikten kalbimizi kurtarabilmek.

İllâllah: Kalbin Cenâb-ı Hak’la beraber olabilmesi.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Kim, kelime-i tevhid ile vefat ederse Cennet’e girer.” buyuruyor. (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15-16/3116; Hâkim, I, 503)

“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, öyle hasrolunursunuz.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadir, V, 663)

Demek ki bir kelime-i tevhid ile yaşayabilmek. Yani Allah’tan uzaklaştırıcı her şeyden kendimizi koruyabilmek. Cenâb-ı Hak’la beraberliği temin edebilmek.

Yani gönül âlemi nefsin arzularının şerrinden korunacak gönül âlemi. Cenâb-ı Hak’la beraberlik temin edilecek. Tabi bu engeller nasıl aşılacak? Nefsin arzularının şerrinden korunacak gönül âlemi. Cenâb-ı Hak’la beraberlik temin edilecek.

Bu engeller nasıl aşılacak? İşte okunan âyet-i kerîmede bu engellerin mühim bir kısmı gösteriliyor. Dostluk ne kadar gösterilecek hâlimizde? Tabi gerçek dost, dostluğunu hiçbir zaman unutmaz. Bir fânî dostluğa ne kadar güveniyoruz, bir Cenâb-ı Hakk’ın dostluğuna ne kadar bir îtimad hâlindeyiz?

Dostluktan gelen mesaj:

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâhʼı anmakla mutmain olur (huzura kavuşur).” [er-Ra‘d, 28])

“…Kalpler ancak Cenâb-ı Hakk’ı zikretmekle (Cenâb-ı Hak’la beraberlikte) itmi’nâna gelir (huzur bulur).” (er-Ra‘d, 28)

Dünya, baştan başa bir imtihan mektebi. Cenâb-ı Hak bu imtihan mektebinde her kuluna ayrı ayrı istîdatlar ihsân etti. Ve bu istîdatları inkişâf ettirecek. Ve bu mektepte nefsânî engellere takılmayacak. Önce kalpten;

فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا

((Nefse) iyilik ve kötülüklerini ilham edene (yemin ederim ki).” [eş-Şems, 8])

Allah’tan uzaklaştırıcı her şey kalpten atılacak. Cenâb-ı Hakk’a olan takvâ ile yaklaşma gayreti içinde olunacak.

Takvâ nedir?

Takvâ, nefsânî arzuları bertaraf etme, rûhânî istîdatları inkişâf ettirme, kendimizin dâimî ilâhî kameranın altında olduğumuzun bir idrak ve bir şuur hâline gelebilmesi.

Yine bunun müşahhas bir misali de Ömer -radıyallâhu anh- Übey bin Kâ‘b’a soruyor:

“‒Nedir (diyor), bana (diyor) müşahhas bir misal ver?” dediği zaman:

“‒Ömer (diyor), sen hiç dikenli yolda dolaştın mı? (Diyor.) Ne yaptın (diyor) dikenli yolda?”

“‒Eteklerimi topladım. Dikenlerin şerrinden korundum.” diyor.

“‒İşte diyor takvâ da budur.” (İbn-i Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Beyrut 1988, I, 42)

Allah’tan uzaklaştırıcı her şeyden rûhânî âlemimizin korunmasıdır.

فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا

((Nefse) iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki.” [eş-Şems, 8])

Fücurun fârik vasfı enaniyettir. “Ben”dir yani. Cenâb-ı Hak da bu “ben” şeyini istemiyor. Çünkü bütün lûtufların sahibi, ikram edeni Cenâb-ı Hak. Onun için kulundan “ben” istemiyor. Kulundan Cenâb-ı Hak; “Sen yâ Rabbi!” istiyor.

Muvaffak olduk; “ben” değil; “Yâ Rabbi Sen muvaffak ettin. Şükür Sana, hamd Sana!”

Kul dâimâ kalbini bu minvâl üzerinde olmasını Rabbimiz arzu ediyor.

Üç vasıftaki kimse de Hak dostu olamaz buyruluyor. Demek ki bu üç vasıftan da -tabi çok vasıflar var da bu üç tane vasıftan da- kendimizin kurtulması lâzım. Bunun birincisi; “kibir” geliyor.

Kibir: Cenâb-ı Hakk’ın “kibriyâ” sıfatı, Cenâb-ı Hakk’ın “kibriyâ” sıfatından hisse almak istiyor, fakat Cenâb-ı Hak bunu istemiyor. Yani kibriyâ sıfatına ortaklık istemiyor.

İblis, ortak olmak istedi kibriyâ sıfatına “ben” dedi, kahroldu.

Kârun, “ben” dedi, o da malının putperesti oldu. Gururlandı, kibirlendi. Cenâb-ı Hak onu da gururlandığı, kibirlendiği, Cenâb-ı Hakk’ın malıyla kibirlendi, Cenâb-ı Hakk’ın ihsân ettiği malla, onu da malıyla yerin dibine gömdü.

Bu, kibir hususunda çok şiddetli âyetler var. Lokman Sûresi’nde:

“Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme…” (Lokman, 18)

Yani ibâdullâh’ı istihkar yok. Hiç kimseyi küçümsemek yok. Onu da yaratan Cenâb-ı Hak. Sen öyle olabilirdin, o senin gibi olabilirdi.

“Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme. Ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme (buyuruyor). Allah, kendisini beğenmiş, övünüp duran kimseleri aslâ sevmez.” (Lokman, 18) buyruluyor.

Cenâb-ı Hak büyük bir zafer verdi Bedir’de. Arkasından, Enfal Sûresi’nde:

(Ey Peygamber!) Sen öldürmedin, Biz öldürdük. Sen atmadın, Biz attık…” (Bkz. el-Enfâl, 17)

Yani o zaferden sonra müslümanların kalbine ufak bir “biz yaptık, biz kazandık” diye bir şey gelmesin.

Yine, Kârun şımardı. Cenâb-ı Hak:

لَا تَفْرَحْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِحِينَ buyurdu.

“…Şımarma! Bil ki Allah, şımarıkları sevmez.” (el-Kasas, 76) buyurdu.

Demek ki kul, muvaffak olabilir. Bu da Allâh’ın bir imtihanıdır, muvaffak olması. Fakat bunu kaybetmemesi lâzım. “Yâ Rabbi Sen!” demesi lâzım.

Demek ki kibirli bir kimse Allah dostu olamaz -Allah korusun-. Çünkü kökü Cehennem’de olan bir hâdise.

Cimri de Allah dostu olamaz. Cimrilik de kökü Cehennem’de olan bir hâdise.

Cimrilik nedir?

İslâm’da mülk Allâh’ındır. “اَلْمُلْكُ لِلّٰهِ” Kendisinin olmayan bir malın, kendisinin olduğunu zannediyor. Bu da cimrilik oluyor. Cenâb-ı Hak:

وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍ اَلَّذٖى جَمَعَ مَالًا وَعَدَّدَهُ

يَحْسَبُ اَنَّ مَالَهُ اَخْلَدَهُ كَلَّا لَيُنْبَذَنَّ فِى الْحُطَمَةِ

Buyuruyor:

“O ki mal toplamış ve onu sayıp durmuştur. O malın kendisini ebedî kılacağını zannetmiştir.” (el-Hümeze, 2-3)

Bunun da bir Hutame’ye, yanıcı bir ateşe dürüleceğini Cenâb-ı Hak bildiriyor. (Bkz. el-Hümeze, 4)

Üçüncüsü: Ahmaktır.

Birincisi kibirli, Allah dostu olmaz.

İki; cimri Allah dostu olamaz.

Üçüncüsü; ahmak olamaz.

Ahmak nedir?

Nefsinin esiridir. Âhiret yurdunun sonsuzluğu karşısında bu damla olan fânî dünya yurdunu tercih ederler. Ticârî hayatında, âile hayatında, hayatın her safhasında;

“–Canım, Allah Gafûru’r-Rahîm’dir, Erhamu’r-Râhimîn’dir. Bu kadar günahkârın karşısında benim günahım nedir?..” Hep bunlar, şeytanın fısıldadığı vesveseler.

Dâimâ bir mü’min, her anında Cenâb-ı Hakk’ın “rahmet” sıfatını düşündüğü gibi, “Kahhar” sıfatını da düşünmesi lâzım.

Cenâb-ı Hak nasıl birtakım kavimleri kahrettiğini, azap kamçısı indirdiğini Kur’ân-ı Kerîm’de bildiriyor. Demek ki her hâlimizde ona dikkat etmemiz lâzım:

“–Bu azap kamçısı inen kavimlerin hâlinden bende bir hâl var mı? Bir ahmaklık var mı bende?..”

Onlar hep ahmaklıktan kaybettiler. Kibirlendiler, cimrileştiler, merhametten uzaklaştılar. Dünyayı tercih ettiler.

Velhâsıl:

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ

Cenâb-ı Hak:

“Yeryüzünde bulunan her canlı fânidir.” (er-Rahmân, 26) buyuruyor.

Kendimize bakalım: Her sene aynadaki şeklimiz değişiyor.

Yepyeni bir binaya bakalım: Seneler sonra şekli, çehresi değişiyor.

Her şeyde bir fânîlik.

Fakat nefsin mayasında fâniliğe isyan var. Nefs, fânîliği istemiyor. Onun için dünyaya meylediyor. Dünyanın putperesti oluyor.

Velhâsıl ahmak;

كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ

(“Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak.” [er-Rahmân, 26])

Bu âyetin tebliğ ettiği yüce hakîkatten mahrum kalanlar. Uzak yaşayan kimseler.

فَاَلْهَمَهَا

((Nefse) ilham edene…” [eş-Şems, 8])

Velhâsıl bu fücurdan kurtulma.

Takvâ: Cenâb-ı Hak bizden takvâ istiyor. Takvânın fârik vasfı hiçlik. Hepsi Cenâb-ı Hakk’ın lûtfu.

Bir mahlûk gördüğümüz zaman:

“–Biz onun gibi yaratılabilirdik. Biz insan olarak yaratılmayı kendimizin ihtiyârı, kendimiz tercih etmedik. Cenâb-ı Hakk’ın lûtfu. Bir yılan olarak gelebilirdik, bir akrep olarak, sinek olarak, bir böcek olarak gelebilirdik. Hep Cenâb-ı Hakk’ın (lûtfu)…”

Her gözümüzün gördüğünde kalbimizin bir tefekkür hâlinde olması lâzım. Şu kâinattaki, şu dershanedeki ilâhî nakışlar, ilâhî kudret akışları, ilâhî azamet tecellîlerine kalbin uyanık olması, dâimâ kul; “Aman yâ Rabbi!” diyecek. Azamet-i ilâhiyyenin idrâki içinde olacak.

Velhâsıl mütevâzı olacak, cömert olacak, firâset sahibi, yani ince düşünüşlü olacak, gönül ehli olacak, benlikten vazgeçecek, benliğini eritecek. İşte bir Hak dostu onu söylüyor, onu buyuruyor:

Sen çıkınca aradan, kalır seni Yaratan.

Sen çıkınca aradan, kalır seni Yaratan…