Ramazan-ı Şerif Sohbeti (2)

DiNLE

DİĞER İZLEME ADRESİ

İNDİR


VİDEO İNDİRSES İNDİR

Video ve sesleri İNDİR linkine sağ tıklayıp Hedefi (Bağlantıyı) Farklı Kaydet diyerek indirebilirsiniz.

RAMAZÂN-I ŞERÎF SOHBETİ – 2

Rabbimiz yine Enfâl Sûresiʼnde buyuruyor:

“Ey îmân edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman…”

Hayat verecek, huzur verecek.

“…Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah ve Rasûlüʼne uyun. Ve bilin ki Allah kişi ile onun arasına girer. Ve siz, mutlakâ Oʼnun huzurunda toplanacaksınız.” (el-Enfâl, 24)

Oʼnun her emrinde bir hikmet var; idrâk edelim etmeyelim.

Diğer bir âyette:

“Biz, insana şah damarından daha yakınız.” (Kāf, 16) buyruluyor, “مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ” buyruluyor.

Hislerimizi bir fânîden saklayabiliriz, duygularımızı. Fakat Cenâb-ı Hakʼtan saklayamayız. “مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ” buyruluyor. Demek ki kalbî hayatımıza; kalp ne kadar tekâmül ederse, hislerimize de o kadar sahip olabiliyoruz demek ki.

İçinde bulunduğumuz Ramazân-ı Şerîf ise, Cenâb-ı Hakkʼın mağfiretine erebilmemiz, kendisine lâyık bir kul olabilmemiz için rûhânî bir mevsim. Bu mevsim, ömrümüz kadar devam ediyor. Cenâb-ı Hak bu lûtfunun idrâkinde olabilmemizi, Cenâb-ı Hak cümlemize ihsân eylesin, ikram eylesin -inşâallah-.

Efendim; okunan âyet-i kerîme, Ramazân-ı Şerîfʼle (ilgili) âyet-i kerîmeler okundu. İlk okunan âyet-i kerîme, orucun, geçmiş kavimlere de farz kılındığını, onu bildiriyor. Demek ki oruç, insanın rûhânî yapısının tekâmülü için zarûrî.

Sonunda da:

لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ buyruluyor. “…Umulur ki (diyor, bu orucun neticesinde) takvâ sahibi olursunuz.” (el-Bakara, 183)

Yani Ramazan takvâya vesîle, bir riyâzat hâli yaşanacak Ramazanʼda.

Güç, ibadete verilecek. Güç, muâmelâta verilecek. Güç, yüce ahlâka verilecek. Bu şekilde bir riyâzat hâli yaşanacak. Cenâb-ı Hak:

لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

“…Umulur ki takvâ sahibi olursunuz.” (el-Bakara, 183) buyuruyor.

Cenâb-ı Hakkʼın bizden beklediği; Ramazan bir mevsim. Dünyevî işlerde bile zaman zaman mevsimler geliyor. Kamplar oluyor, vs. oluyor. O kamplarda ihtilâttan men oluyor. O kamplarda vücudun o kısmını güçlendirmek ve bir spora çıkmak…

Demek ki bu Ramazân-ı Şerîf de kalbimizi inkişâf ettirme… O şekilde kalp inkişâf ettirilecek. Cenâb-ı Hakkʼın o af (ve) rahmetinden kalpler istifâde edecek, tertemiz çıkacak.

Yine Cenâb-ı Hak ondan sonraki âyette, Cenâb-ı Hak o sayılı günlerde orucun farz kılındığını, hasta ve yolcu olursa, Cenâb-ı Hakkʼın yine rahmeti; diğer günlerde onu kazâ etmesi. Fakat kazâ etmeye gücü yok; o zaman bunu infakla telâfi edecek. Bir gönül almakla telâfi edecek. Gönül (almanın şekli) de; o kişiye bir günlük ihtiyacı verilecek. Tabi hayratta daha öteye giderse, çok daha hayırlı olmuş oluyor.

Yine güçlüğe rağmen, Cenâb-ı Hak buruyor:

“…Sizin oruç tutmanız (zarurette olan bir kimse için, güçlüğe rağmen oruç tutmanız) sizin için daha hayırlıdır.” (el-Bakara, 184) buyruluyor. Çünkü kalp, oruçtan istifâde edecek.

Yine, ondan sonra okunan âyette de:

“Ramazan ayı, insanlara doğru yolu / sırât-ı müstakîmi gösteren, Kurʼânʼın inzâl olduğu bir ay…” (el-Bakara, 185)

Yani Cenâb-ı Hak yine bu ayın ayrı bir bereketi; Kurʼân-ı Kerîmʼi inzâl ediyor bu ayda. Demek ki bu ay, Kurʼân-ı Kerîmʼle yaşanacak bir ay. Kurʼân-ı Kerîmʼle hâllenilecek bir ay.

Cenâb-ı Hakkʼın gönderdiği bu mektubu, bu ilâhî mektubu düzgün okuyabilme ve onu düzgün yaşayabilme ve bu şekilde Ramazân-ı Şerîfʼteki bu Kurʼân ile hâllenebilmeyi, yaşayabilmeyi ve yaşatabilmeyi, hayatımızın her safhasına intikal ettirebilme.

İnsan bilhassa bu Ramazan ayında Kurʼânʼla olan irtibatını kuvvetlendirecek. Yani Kurʼânʼla yaşayacak. Oruç ile tezkiye olacak kısmen.

Yine Cenâb-ı Hak bu tezkiye, bu şeyden sonra, yine Cenâb-ı Hak kullarına bir yakınlığını bildiriyor:

“Kullarım Sana Benʼi sorduğunda…” diyor. Peygamber Efendimizʼe hitap:

“Kullarım Sana Benʼi sorduğunda (söyle onlara, kullarıma söyle) Ben onlara çok yakınım. (Ben çok yakınım. Kullarıma çok yakınım.) Bana duâ ettikleri vakit, duâ edenin dileğine karşılık veririm. (Duaları kabul ediyor Cenâb-ı Hak.) O hâlde kullarım da Benʼim dâvetime uysunlar. (Neye uyacaklar? Takvâya uyacaklar. Takvâ, bir takvâ hayatı yaşayacaklar.) Bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.” (el-Bakara, 186)

Demek ki Ramazân-ı Şerîf günleri ve geceleri, emsalsiz bir mükâfat kazanılacak (olan), Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşabilme, Oʼnunla dost olabilme günleri.

Takvâ da nefsânî arzuları bertaraf etme, rûhânî istîdatları inkişâf ettirme. Hem nefsâniyet, hem rûhâniyet, beraber olmuyor.

Kimya okuyanlar bilir, asitle alkaliyi aynı yere koyamayız, birbirini yerler. Nefsânî arzular da ibadetlerin rûhâniyetini alıp götürür. Onun için kelime-i tevhid “lâ ilâhe” olarak başlıyor. Baştan, yanlışlıkları, Allahʼtan uzaklaştıracak her şeyi kalpten bertaraf edebilme, kalbin Cenâb-ı Hakʼla beraberliğini kazanabilme.

Yine Efendimizʼin bir îkâzı var:

“…Ramazânʼı idrâk edip de bağışlanmamış olan kimseye yazıklar olsun…” buyuruyor. (Bkz. İbn-i Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 270; Heysemî, Mecma, III, 143. Krş. Ahmed, III, 236)

Ramazân-ı Şerîfʼe girer, bağışlanmaz, o kimseye yazıklar olsun, buyuruyor.

Ondan sonra, devamında:

“…Kişi Ramazanʼda bağışlanmazsa, peki o zaman ne zaman bağışlanacak?!” diyor Allah Rasûlü. (Bkz. İbn-i Ebî Şeybe, el-Musannef, II, 270; Heysemî, Mecma, III, 143. Krş. Ahmed, III, 236)

Demek ki bu bir hasat mevsimi, bir lûtuf mevsimi.

فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا

(“Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” [el-İnşirah, 5-6]) buyruluyor. Her zorluktan sonra bir rahatlık, bir huzur hâli, bir kolaylık gelir, buyruluyor.

Yine bu ayda sırf Efendimizʼe mahsus, diğer peygamberlerde yok, bir aydan daha hayırlı Kadir Gecesi. Bu da Ramazan gecelerinde lûtfediliyor. Yirmi gün kalp hazırlanacak, son on günde bu Kadir Gecesiʼni bekleyecek.

Bu ayın geceleri, iftar, terâvih ve sahurlarla bereketlendirilecek. Çeşitli ihtiyaçlar ve mahrumiyetler içinde kıvranan muzdarip gönüller en çok bu ayın gelişiyle ümit ve sevince gark olurlar. Ve onları sevindirmeye vesîle olabilmek. Hiçbir şeye imkânımız yok, maddî bir imkânımız yok, Cenâb-ı Hak vermedi (ise), o zaman da Cenâb-ı Hak:

قَوْلًا مَيْسُورًا; buyuruyor. (Bkz. el-İsrâ, 28) Hiç yoksa onların gönüllerine sevinç verecek birtakım tesellîlerde bulunmak. Yani muzdariplerin dert ortağı olabilmek.

Günahlardan korunmak, kötülükten el çekmek sûretiyle Cehennem kapılarının kapandığı bir ay. Şeytanların bağlandığı bir ay. Fakat nefs; nefsin bir bağı yok, o devam ediyor.

Hazret-i Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîrʼde buyuruyor ki:

“Ramazan geldi (diyor). Artık maddî yiyeceklerden elini çek (diyor. Yani bir riyâzat hâlinde yaşa diyor. Yani artık nefsin oburluğuna paydos et). Ki gökten mânevî rızıklar insin.”

Mânevî rızıklar, rûhâniyet gelsin, feyizler gelsin. Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşma anları olsun.

“Bu ay, gönül sofrasının kurulduğu aydır. Gönlün, bedenin hatâlarından kurtulduğu aydır. Gönüllerin aşk ve îmanla dolduğu aydır.” buyuruyor.

Kurʼânʼın indiği bir ay. Kurʼân takvâ ile kalpte derinleşir. Bu ayda Kurʼân tilâveti, düzgün okuyabilmekle ruhlar huzur bulacak Kurʼân-ı Kerîmʼle. Hatm-i şerîflerle huzur bulacak. Kurʼân tatbikâtı olacak. Ebediyyet yolcusu olan insanın selâmetle âhiret yurduna ulaştıran bir rehber olacak.

Yani Kurʼân-ı Kerîm bize bir yol haritası olacak. Nasıl bir dünya seferlerinde devamlı bir yol haritaları var; Kurʼân-ı Kerîm de yol haritası olacak. Haramlar ve helâller; ona göre istikâmetlenecek. Rûhânî yaşayışı güçlendiren ibadette titizlik olacak.

Namaz, ayrı bir rûhâniyet verecek. Zekât, oruç, tezkiye vâsıtası olacak. Zekât ve sadakalarla mülkün Allâhʼın olduğu telâkkîsi içinde olacak ve bir merhamet imtihânı olacak.

Hac ve umre… Hazret-i İbrahimʼin teslîmiyeti bir rükün hâline gelecek. Bir kefen iklimi olacak. Tefekkürî bir ibadet olacak. Malın, canın, Allâhʼın verdiği bütün nîmetlerin Allâhʼa adanış şeklini, Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-ʼda tefekkür edeceğiz.

Ramazan, takvâ hayatı olacak. İç dünyanın terbiyesine dikkat edilecek. Nefsânî hayatın şerrinden uzaklaşılacak. Nefsânî hayattan uzaklaşmakla, kelime-i tevhîd arasında olan uçurum kapatılacak. Aksi hâlde uçurum devam eder. Yani bir taraftan nefsânî arzular, bir taraftan da ibadet, o olmuyor. Arada bir uçurum meydana geliyor.

Efendimiz, Cenâb-ı Hakkʼın büyük bir lûtfu, büyük bir ikrâm-ı ilâhî. Biz, Peygamberimizʼi kendimiz seçmedik. Cenâb-ı Hak bize lûtfetti. Bunun da büyük bir bize mesʼûliyeti var.

Hattâ İbn-i Abbas -radıyallâhu anh- şöyle diyor:

“Allah Teâlâ kendi katında Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼden daha kıymetli bir insan yaratmamıştır. Zira Cenâb-ı Hakkʼın Oʼndan başka hiçbirinin hayatı üzerine yemin ettiğini işitmedim.” diyor.

Ancak Kurʼân-ı Kerîm “لَعَمْرُك Ömrüne yemin olsun ki…” (el-Hicr, 72) buyruluyor. Demek ki Cenâb-ı Hak… Gâye nedir? Kulun, Efendimizʼin her ânı, her nefesi üzerine titizliğidir:

“Ben ne kadar Oʼnun ibadet, muâmelât, her şeyine benzeyebiliyorum?..”

En mühim tahsil, Oʼnun şahsiyetini, hâlini, sîret ve sûretini tahsildir.

Buyuruyor:

“Beni Rabbim terbiye etti, terbiyemi de ne güzel kıldı.” (Süyûtî, I, 12)

Tabi bu, muhabbetle. Muhabbet ne kadarsa o kadar.

Abdullah ibn-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“Biz (diyor), niçin olduğunu hiç sormadık (diyor). Allah Rasûlü meselâ bir meydanda dönüyordu, biz de bir yere giderken o meydanda biz de diyor dönüyorduk (diyor). Fakat niye döndüğünü bilmiyorduk.” diyor.

Belki O, birisiyle konuşacak, bir yere bakacak… Fakat Allah Rasûlü döndü mü, döndü.

(Enes -radıyallâhu anh-) diyor:

“Ben (diyor), bir sefer (diyor) Allah Rasûlüʼnün (diyor) Duhâ namazını (altı rekât) kıldığını gördüm (diyor). Bir daha terk etmedim.” diyor. (Bkz. Taberânî, Evsat, II, 68/1276)

Peygamber Efendimiz, Cenâb-ı Hakkʼın insanda tecellî eden en büyük mûcizesi. İlâhî sanat. En alt kademeden en üst kademeye kadar misal ve bütün peygamberlerin de daha ötesinde. Bütün peygamberlerin vasıflarının daha da ötesinde.

Farzlar var; namaz, oruç vs.

Bunun yanında bir de bâtınî fazlar var. Bu bâtınî farzlarla zâhirî farzlar birbirini tamamlıyor. Bâtınî farzlar eksik; demek ki bu, zâhirî farzların da eksikliğini gösteriyor.

Efendimiz buyuruyor:

“Kıyâmet günü müʼmin kulun terazisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah Teâlâ, çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder.” buyuruyor. (Tirmizî, Birr, 62)

Demek ki namazımız olacak -zarûrî- orucumuz olacak. Fakat cömertliğimiz de olacak. Yani cömertliğimiz kendimize olmayacak. Sahâbe-i kirâm:

“‒Yâ Rasûlâllah! Biz hepimiz cömertiz (merhametliyiz).” diyorlar.

“‒Yok (diyor Efendimiz), esas cömertlik (merhamet) (diyor), âm ve şâmil, bütün Allâhʼın mahlûkâtına olan merhamet.” (Hâkim, IV, 185/7310)

Kime kadar? Yılana kadar.

Bir kurban kesiyorsan, o kurbanı nasıl keseceğini -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz tarif ediyor.

Bilhassa merhamet, bir müslümanın kalbinde hiç sönmeyen bir ateş olacak.

“Komşusu açken tok yatan, bizden değildir.” buyuruyor Efendimiz. (Bkz. Hâkim, II, 15; Heysemî, VIII, 167; Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, no: 112)

“Allah Teâlâ cömerttir/cevâddır, yani cömert ve ihsan sahibidir. Bu sebeple cömertliği sever. Yine O, güzel ahlâkı sever, kötü ahlâktan hoşlanmaz.” buyuruyor. (Süyûtî, I, 60)

Bizim hepimizin cömert olmasını…

“Şüphesiz Allah, Tayyib’dir, güzel ve hoş olanı sever; Tâhir’dir, temizliği sever; Kerîm’dir, keremi sever; Cevâd’dır, cömertliği sever…” buyruluyor. (Tirmizî, Edeb, 41/2799)

Demek ki bir müslümanın en üstün vasfı cömertlik olacak.

Efendimiz buyuruyor:

“Bir kişi vefât eder. Kalan mîras, mîrasçılara aittir. Fakat bir yetim kalırsa o bana âittir. Bir borçlu kalırsa o bana âittir.” buyuruyor. (Müslim, Cuma, 43; İbn-i Mâce, Mukaddime, 7)

Yani engin bir merhamet bizden arzu ediyor, kendi merhametini misal vererek.

Hak-hukuk olacak. Kul hakkına dikkat edilecek. En basit kul hakkı; yolda giderken bütün arabaları sollayıp öne geçersek, onların hakkını yemiş oluruz. Balkondan bir kilimi silkersek, alttaki komşunun hakkına tecâvüz etmiş oluruz. Eğer bir balkonda ızgara et pişirirsek, bunun kokusu gidenlerin hepsinin vebâline, hakkına girmiş oluruz.

Bunun meyânında ağzımızdan çıkan her söze dikkat edelim. Gıybet, dedikodu. O da -Allah korusun- bir kul hakkı olmuş oluyor.

Emâneti ehline vermek, bir adâlet olmuş oluyor.

“Cenâb-ı Hak adâleti, ihsânı, akrabaya yardımı kesinlikle emrediyor. Çirkinlik, fenalık ve azgınlığı yasaklıyor. O hâlde düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” Cenâb-ı Hak buyuruyor. (Bkz. en-Nahl, 90)

Yine Mevlânâ Hazretleri diyor ki:

“En diyor acayip şey (diyor), kuzunun (diyor), kurda (diyor), sevdalanmasıdır.” diyor. Ne olur? Kurt onu yer.

Yani bütün haksızlıktan, nefsânî arzulardan dikkat etmek. Yani mayın tarlasında gezer gibi olabilmek. Çünkü kul hakkı kıyâmete kalıyor.

Ramazanʼda -inşâallah- affolunacağız. Şartlarına dikkat edeceğiz. Kul hakkı varsa üzerimizde, o kıyâmete kalacak. Veyâhut da helâlleşeceğiz. Çâre yok onda.

Bir hayvana bir kamçı vurmuşsak, o da kıyâmete kalıyor. Kapımızdaki bir kediyi aç bırakmışsak, bir köpeği aç bırakmışsak, o da kıyâmete kalıyor.

(Abdullah bin Câfer) -radıyallâhu anh- bir yerden geçiyor. Bakıyor bir zenci, bir köpeğe ekmek veriyor. Bir taraftan veriyor, bir taraftan köpek yiyor.

Yaklaştım diyor:

“‒Sen kimsin (diyor), bu hayvan nedir?” dedim diyor.

“‒Ben köleyim.” dedi diyor.

“‒Önündeki ekmek nedir?”

“‒Bu benim günlük nafakam üç ekmek.” dedi.

“‒Bu hayvan nedir?”

“‒Bu hayvan da buranın hayvanına benzemiyor. Misafir bir hayvan. Baktım aç, bir lokma verdim. Verdikçe, demek ki çok aç… Hâlıkʼın emâneti bu hayvan.”

“‒Peki ne kadar vereceksin?”

“‒Hepsini vereceğim.” diyor üç ekmeği de.

“‒Sen ne yapacaksın?”

“‒Bugün ben, Allah için sabredeceğim, Cenâb-ı Hakkʼın bu mahlûkâtını doyuracağım.” (Bkz. Gazâlî, Kimyâ-yı Saâdet, trc. A. Fâruk Meyân, İstanbul 1977, s. 467)

İşte bu köle nerede yetişti? Hangi mektepte okudu, hangi fakülteyi bitirdi?..

Demek ki en mühim mektep, Allah Rasûlüʼnün mektebi. O mektebe talebe olabilmek, en büyük izzet, en büyük ihsan, en büyük şeref.

Yine Efendimiz buyuruyor, kendinden bize misal. Vefâtına yakın cemaati topluyor Ravzaʼda:

“‒Ashâbım! (Diyor.) Kimin sırtına vurmuşsam işte sırtım, gelsin vursun (diyor). Kimin (diyor), malını bilmeden almışsam, işte malım, gelsin alsın.” buyuruyor. (Bkz. Ahmed, III, 400)

Velhâsıl bu kul hakkı da çok mühim. Ona da -inşâallah- bu Ramazân-ı Şerîfʼte helâlleşeceğiz, çok dikkat edeceğiz.

Cenâb-ı Hak “tevâzû”(yu emir) buyuruyor. Cenâb-ı Hak, Şuarâ Sûresiʼnde Efendimizʼe, şahsımıza intikal ettirmek üzere:

“Sana tâbî olan müʼminlere alçak gönüllü davran.” (eş-Şuarâ, 215) buyuruyor.

Yine Furkan Sûresiʼnde:

“Allâhʼın rahmetinin tecellî ettiği kullar, yeryüzünde vakar ve tevâzû ile yürürler. Câhiller de sataştığı zaman «selâmâ» derler.” (el-Furkân, 63)

Demek ki câhillerle muhâtap olmayacağız.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- buyuruyor ki:

“Câhillerin (diyor), dili (diyor), zehirli olduğu için (diyor), onlarla fazla (diyor) nükte etme (diyor), şakalaşma (diyor). Dilleri zehirli olduğu için seni zehirler.” buyuruyor.

Onun için hiç peygamber hayatında, evliyâ hayatında hiç münâkaşa yok. Bir câhiller câhillik yaptığı zaman da, eğer müsaitse, kimsenin olmadığı yerde bir îkaz edecek. Yok kalbî hayatı müsait değilse ona da “selâmâ” deyip geçeceksin.