Peygamberimiz`in Gençlerle Münasebeti

Bir Soru Bir Cevap

Yıl: 2012 Ay: Kasım Sayı: 74

Efendim; Peygamber Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in gençlerle münasebetlerinde öne çıkan hususlar nelerdir? Peygamber Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunmuştur?

Gençlik, insan ömrünün en kıymetli hazinesi, hayat mevsimlerinin bahar faslıdır. “Ağaç yaşken eğilir.” darb-ı meselinin de ifâde ettiği gibi, şahsiyet ve karakterin şekillendiği, pek ehemmiyetli bir dönemdir. Ayrıca gençlik; çalışkanlık, zindelik, cesaret, metânet, heyecan ve kuvvet mevsimi olması sebebiyle, ayrı bir kıymet taşımaktadır.

Gençliğin bu kıymet ve enerjisini çok iyi takdîr eden Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz, risâlet vazifesinin ilk günlerinden itibâren gençlerle yakından ilgilenmiştir.

Bu yakın alâkayı da, her insanın ayrı bir karakteri, idrak seviyesi ve kâbiliyeti olduğu hakîkatini dikkate almak sûretiyle gerçekleştirmiştir. Bu sebeple Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, alâkadar olduğu gençlerin öncelikle karakter ve kâbiliyetlerini tespit etmiştir. Daha sonra onlarla kendi gönlü arasında, âdeta bir cereyan hattı gibi samimî ve derin bir muhabbet bağı tesis etmiş, mecâzî bir ifâde ile onların rûhuna girecek bir damar bulmuştur. Bu sâyede onları nebevî terbiyesi ile yetiştirip İslâm dünyasının yıldız şahsiyetleri hâline getirmiştir.

Meselâ Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- , İslâm’ı büyük bir dirâyetle kabul ettiğinde henüz 10 yaşında bir çocuktu… Efendimiz’in ulvî terbiyesi altında, ilimde, irfanda, idârede, yani her alanda zirve bir şahsiyet olarak yetişti. Öyle ki, Peygamberimiz hayattayken bile, fetvâ verme salâhiyetine sahip genç sahâbîlerden biri oldu.

Efendimiz’in âzâd ettiği kölesi Zeyd bin Hârise -radıyallâhu anh- hidâyete erdiğinde15 yaşındaydı. Tâif’te Peygamberimiz’e atılan taşlara karşı vücûdunu hiç çekinmeden, korkusuzca siper eden genç ve yiğit bir delikanlıydı. Oğlu Üsâme bin Zeyd, 19 yaşında İslâm ordusuna kumandanlık yapmıştı.

Hazret-i Ömer’in oğlu Abdullah -radıyallâhu anhumâ-, îmân ile şereflendiği zaman 10 yaşlarındaydı. Daha sonra büyük âlimler safının en başına geçerek en çok hadis rivâyet eden ikinci sahâbî olma şerefine nâil oldu.

Câfer bin Ebî Tâlib -radıyallâhu anh-, Habeşistan’da Necâşî’nin huzûrunda müslümanları temsîlen, ilim, hikmet ve cesaretle konuştuğunda 17 yaşlarında bir gençti.

Mekke’nin en zengin ve en yakışıklı gençlerinden Mus’ab bin Umeyr -radıyallâhu anh- müslüman olup âilesi tarafından hapsedildiğinde 18 yaşlarındaydı. O Mus’ab ki, daha sonra Yesrib’i Medîne’ye çevirmiş, gönülleri Kur’ân’la, firâseti ve tatlı diliyle fethetmişti.

Yine büyük İslâm âlimi ve en çok hadis rivâyet eden sahâbîlerden Abdullah ibn-i Abbâs -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz’in vefâtında henüz 13 yaşında idi.

Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Mekke’yi fethettiğinde 20 yaşındaki Attâb bin Esîd’i oraya vâli tâyin etmişti.

Bu listeyi uzatmak mümkün…

Fakat burada dikkat çeken husus; Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’in genç sahâbîlerini en îtinâlı bir şekilde yetiştirdiği, onlara îtimâd ederek kendilerine İslâm’ın kaderinde mühim roller yüklediği gerçeğidir. Bu sebeple denilebilir ki; İslâm, ekseriyetle gençlerin heyecan iklîminde inkişâf etmiştir. Zira görüldüğü üzere, müslüman olduklarında ashâb-ı kirâmın pek çoğu, henüz yirmi yaşında bile değildi. Fakat onlar, kendilerine tevdî edilen vazifeleri büyük bir îman aşkı ve heyecanıyla îfâ ettiler, İslâm dâvetini kıtalara ve çağlara taşıdılar.

Düşünmek gerekir ki, günümüzde takrîben yirmili yaşlardaki gençler, acaba hangi sevdâların peşinde koşuyorlar? Bu yaşlardaki gençlerin fikir dünyası, nasıl bir kıvamda?! Zamanımız gençlerinin, yüreklerinde derinden hissetmeleri gereken mes’ûliyet şuuru, acaba hangi seviyede?!.

Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’in yaşlılardan ziyade, gençlerle daha çok meşgul olmasının bir hikmeti de, gençliğin, fânî ömür takviminde en hayatî kararların alındığı bir dönem olmasıdır. Çünkü gençler, farklılıklara ve yeni gelişmelere intibak etme hususunda yaşlılara kıyasla daha elverişlidirler.

Son zamanlarda yapılan tespitler de bu fikri desteklemektedir. Buna göre gençler, yaşlılardan daha çok dîne ilgi göstermekte, Allâh’a, âhirete ve yeni­den dirilişe dâir merak ve heyecan içinde takvâ hayatına rağbet etmektedirler. Bugün Avrupa’daki gençlerin, İslâm’ı daha kolay kabul ettiği, yaşı ilerlemiş olanlarınsa bunda zorlandığı görülmektedir. Nitekim Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- zamanında da İslâm’a girme şerefine nâil olanların, ekseriyetle gençler olması, bu hakîkatin açık bir tezâhürüdür.

“Peygamber Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunmuştur?” suâlinize gelince:

Burada şunu ifâde etmek lâzımdır ki;

“Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi de pek güzel kıldı.” (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 12) buyuran Allah Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine yüklediği ulvî vazife dolayısıyla, yediden yetmişe herkese, rahmet, merhamet ve şefkat penceresinden bakmış, hiç kimseyi hidâyet dâvetinin dışında tutmamıştır. Bundan dolayı da yegâne gâyesi, bütün gönülleri Hakk’a ve hayra yönlendirmek olmuştur. Nitekim gençlerle ilgili hadîs-i şerîflere bakıldığında Peygamber Efendimiz’in, onları dâimâ ebedî hayatı kazanmaya yönlendirdiği görülmektedir. Bunun tipik bir misâli olarak şu hâdise zikredilebilir:

Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- bir gün Hazret-i Muâz’ın elini tutarak:

“–Ey Muâz! Vallâhi seni çok seviyorum!” buyurmuştu.

Muâz -radıyallâhu anh-:

“–Anam-babam Sana fedâ olsun ey Allâh’ın Rasûlü! Ben de Senʼi çok seviyorum!” dedi.

Daha sonra Fahr-i Kâinât -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, ona şöyle buyurdu:

“–Ey Muâz! Sana her namazın sonunda;

اَللّٰهُمَّ اَعِنّ۪ى عَلٰى ذِكْرِكَ وَشُكْرِكَ وَحُسْنِ عِبَادَتِكَ

«Allâh’ım! Senʼi zikretmek, Sana şükretmek ve güzelce kulluk yapabilmek için bana yardım et!» duâsını hiç bırakmamanı tavsiye ediyorum.” (Ahmed, V, 244-245; Ebû Dâvûd, Vitir, 26; Nesâî, Sehv, 60; Tirmizî, Zühd, 30)

Yine Peygamber Efendimiz’in, gençlere yön ve istikâmet veren diğer hadîs-i şerîflerinden birkaçı da şöyledir:

“Allah Teâlâ, gençliğini Allâh’a itaat yolunda geçiren genci sever.” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 65/1867)

“Yedi kimseyi Allah Teâlâ kendi gölgesinden başka gölge bulunmayan kıyamet gününde, gölgesinde barındıracaktır. Bunlardan biri de, Rabbine ibadet ederek yetişen gençtir.” (Buhârî, Ezân, 36)

“Allah -celle celâlühû- çocukça (lâubâlî) davranışları olmayan, hayra yönelip hevâ ve hevesi terk eden, vakar sahibi, olgun genci sever.” (Ahmed, IV, 151)

Velhâsıl Efendimiz’in hayatına bakıldığında çevresinde dâimâ genç bir kadronun bulunduğu ve Efendimiz’in de onlarla özel olarak ilgilendiği görülecektir. Neticesinde ise, nebevî terbiye altına girenler, fazîletler medeniyetinin müstesnâ birer şahsiyeti hâline gelirken, o kudsî nefesten uzak kalanlar ise, ebedî bir pişmanlığına sürüklenmekten kurtulamamışlardır.

Bu hakîkati meşhur bir teşbihle ifâde etmek gerekirse, kömürün de aslî maddesi karbondur, elmasın da. Lâkin elmastaki atomlar, son derece düzenli bir görünüm arz ederken, kömürdeki atomlar ise dağınık bir hâldedir. Ayrıca elmas, uzun süren çileli bir olgunlaşma merhalesinden sonra müstesnâ bir kıvama ulaşmıştır.

Bu sebeple mü’min bir gencin elmas gibi kıymet kazanıp başlara tâc edilmesi için, dâimâ istikâmet üzere bir hayat yaşaması, hizmet ve sabırla olgunlaşması lâzımdır. Yoksa kömür gibi dağınık ve düzensiz olan bir insanın âkıbeti de kömürden farksız olur. Tercih, insanın elindedir…

Şunu da ifâde etmek gerekir ki, bir milletin istikbâlini önceden görebilmek, kerâmet değildir. Bunun için o milletin gençlerinin enerjilerini nerelerde tükettiğine bakmak kâfîdir. Zira her devrin gençliği, aldığı terbiye neticesinde enerjisini harcayacak bir hayat tarzını benimser. Gençliğin hayat tarzı ise, o milletin istikbâlini gösteren berrak bir ayna gibidir. Eğer bir millette gençler güçlerini hayır, mâneviyat ve fazîlet yolunda hizmet ve gayrete sarf ediyorsa, o millet istikbâl vaad ediyor demektir.

Nitekim bu durumun en bâriz misâlleri, Çanakkale ve Millî Müdâfaa Harpleri’nde görülmüştür. Zira oralarda maddî gücümüz, düşmanın maddî gücünden çok azdı. Lâkin genç gönüllerin sînesindeki mânevî îman gücü karşısında, onların maddî gücü hiçbir şey ifâde etmedi. Unutmamak lâzımdır ki, bir harpte hakîkî şehidler veriliyorsa, zafer müyesserdir. Yok eğer korkaklar, ödlekler, şuursuz gâfiller ölüyorsa, o harbin neticesi sadece enkâzdır.

Bu sebeple gençlerin maddî ve mânevî bakımdan yüksek keyfiyette, bilgili, görgülü ve üstün karakter sahibi olarak yetiştirilmesi, büyük bir ciddiyetle ele alınması gereken mühim bir meseledir. Zira ancak buna muvaffak olan milletler, istikbâle ümitle bakabilirler. Muhammed İkbâl’in dediği gibi:

“Ey basîretli insan! Bir milletin sermayesi; para, gümüş, kumaş ve altın değildir. Onun asıl sermayesi; îmanlı, sıhhatli, dinç ve kudretli dimağlara sahip, çok çalışkan, cevvâl ve çevik evlâtlarıdır.”

Cenâb-ı Hak cümlemizi, Kurʼân ve Sünnet rûhâniyetinin bütün hücrelerine kadar işlediği, alnı îman nûruyla münevver gençler zümresine ilhâk eylesin…

Âmîn…