Peygamber Efendimiz`i Cân u Gönülden Sevmek

Bir Soru Bir Cevap

Yıl: 2012 Ay: Mart Sayı: 66

Efendim; Peygamber Efendimiz’i cân u gönülden sevmenin kültürümüze yerleşmiş bulunan tezâhürleri nelerdir? Bunlardan kısaca bahseder misiniz?

Bütün mevcûdâtın, yüzü suyu hürmetine yaratılmış olduğu Fahr-i Âlem -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’i derin bir muhabbetle sevmek, O’na gönülden bağlanmak, kulu Allâh’a sevdiren ve yaklaştıran en müessir yoldur. Zira Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’e muhabbet, Allâh’a muhabbet; O’na itaat, Allâh’a itaat; O’na isyan, -Cenâb-ı Hak muhâfaza buyursun- Allâh’a isyan mâhiyetindedir.

Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmede bu hakîkati şöyle bildirmektedir:

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ

“Kim Rasûl’e itaat ederse Allâh’a itaat etmiş olur…” (en-Nisâ, 80)

Tarih boyunca milletimiz, Allah Rasûlü’nün Sünnet-i Seniyyeʼsine cân u gönülden tâbî olmanın, Hakk’ın rızâ ve muhabbetine nâiliyetin vazgeçilmez bir vesîlesi olduğu gerçeğini lâyıkıyla idrâk etmiş bir millettir. Bu sebeple de hayatlarında, İki Cihan Sultânı Efendimiz’e hürmet ve muhabbet kültürünün vazgeçilmez bir yeri olmuş, O’nun bulunmadığı bir sevgide hayrın olmadığı inancını taşımışlardır.

Nitekim Bezm-i Âlem Vâlide Sultan, ecdâdımızın bu hissiyâtına şu mısrâlarla ne güzel tercüman olmaktadır:

Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl,

Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl?!

Ecdâdımızın, Fahr-i Âlem -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’e göstermiş oldukları engin hürmet, muhabbet ve bağlılığın kültürümüze nakşettiği sayısız güzelliklerden birkaçını şöyle hülâsa edebiliriz:

Salevât-ı Şerîfe Okuma Geleneği

Cenâb-ı Hak buyurur:

“Şüphesiz ki Allah ve melekleri, Peygamber’e çokça salât ederler. Ey mü’minler! Siz de O’na salevât getirin ve tam bir teslîmiyetle selâm verin.” (el-Ahzâb, 56)

İşte bu emr-i ilâhî ve bu istikâmetteki nebevî tâlimatlar mûcibince ecdâdımız, Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’e her adı anıldığında derin bir muhabbetle salât ü selâm getirmişlerdir. Üstelik bununla da yetinmeyip ihtirâm ile ellerini kalplerinin üzerine götürmüş, O’nun Mevlid-i Şerîfʼi okunurken velâdet ânını ifâde eden mısrâları da büyük bir hürmet içerisinde topyekûn ayakta dinlemişlerdir.

Hilye-i Şerîfeler

Hilye, lügatte süs, ziynet, yüz ve rûh güzelliği demektir. Istılahta ise, ilâhî kudretin insanlıkta sergilediği müstesnâ bir sanat hârikası olan Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’in -beşer kelâmının imkânları nisbetinde- kelimelerle çizilmiş resmidir.

18’inci asır Osmanlı âlim ve şâirlerinden Süleyman Nahîfî şöyle der:

“Muhakkak ki bir kimse, hilye-i şerîfe yazsa ve ona çok nazar eylese, Allah Teâlâ o kimseyi hastalıklardan, sıkıntılardan ve ânî ölümden muhâfaza eyler. Şâyet bir yere sefer ettiğinde beraberinde götürürse, o seferinde dâimâ Hak -celle celâlühû-’nun muhâfazasında olur.”

Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’i rüyâda görmek için de hilye-i şerîfeyi teberrüken ezberleme an’anesi, birçok İslâm ülkesinde hâlâ mevcuttur.

İnsanın gönlü, fıtratı îcâbı dâimâ güzelliğe meyleder. Bu câzibe sebebiyle zihin dâimâ onunla meşgul olur. Gönülde rûh ve ahlâk bakımından sevdiğine benzeme arzusu doğar. Neticede sevdiği şahsı örnek alarak onun hâliyle hâllenmeye başlar. Bu fıtrî temâyül sebebiyle hilye-i şerîfenin, Peygamber Efendimiz’e olan iştiyak, muhabbet ve ittibâyı artırmaya vesîle olacağı muhakkaktır. Bu sebeple de en çok Türk edebiyatında yazılmış olan hilyeler, Peygamber Efendi­mizʼe duyulan muhabbetin bir nişânesi olarak baş tâcı edilmiş, câmilerin, konakların, saray ve köşklerin, evlerin en mûtenâ köşelerini süslemiştir.

Habîb-i Ekrem -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’in kelimelerle resmini çizmeye çalışan hilye-i şerîfeler, saâdet devrine eremeyen ve hasretle yanan gönülleri bir nebze olsun teskin ve tesellî etmektedir. Hilyeler vâsıtasıyla âdeta katrede saklı sonsuz bir ummânı görmeye çalışan mü’minler, Âlemlerin Efendisi’ne olan muhabbetlerini artırarak O’nun emsalsiz örnek şahsiyetinden istifâde etmeye, şemâil ve ahlâkı ile mütehallî olmaya gayret göstermişlerdir.

Sakal-ı Şerîf Ziyareti

Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’den muazzez bir hâtıra olarak saç ve sakallarının mübârek tellerinin, câmi minberlerinde kırk bohça içinde saklanıp “sakal-ı şerîf” adı ile asırlardan beri ümmete bir bereket ve rahmet olması, mübârek günlerde de ziyârete açılması; milletimizin gönlünde yer etmiş bulunan Allah Rasûlü’ne bağlılık, muhabbet ve ihtirâmın câlib-i dikkat bir misâlidir.

Mukaddes Emânetlerin Muhâfazası ve Belirli Zaman Aralıklarıyla Ziya­rete Açılması

Mukaddes Emânetler, Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- ve geçmiş peygamberlerden, Ehl-i Beyt, sahâbe ve din büyüklerinden intikâl eden özel eşyâlar hakkında kullanılan özel bir tâbirdir.

Yavuz Sultan Selim Han zamanında İstanbul’a getirilip Topkapı Sarayı’nda Hırka-ı Saâdet Dâiresi’nde korumaya alınmıştır. Bu emânetlerin başında, gece-gündüz ara verilmeden asırlarca devâm edecek bir sûrette, 40 hâfız tarafından Kur’ân-ı Kerîm tilâvet edilmesi ve ilk Kur’ân okuyanın da Yavuz Hân’ın kendisi olması; ecdâdımızın Gönüller Sultânı -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimizʼe olan dâsitânî hürmetlerinin diğer bir tezâhürüdür.

Surre Alayı

Mekke ve Medîne’ye “hâkim” değil “hâdim” olduğunu belirten bir milletin, her sene muntazam olarak gönderdiği Surre-i Hümâyun, mübârek beldelere gönderilen önemli miktardaki maddî hediyelerin ötesinde, ecdâdımızdaki Peygamber sevgisinin sembolleşmiş bir şeklidir.

Ehl-i Beyt Muhabbeti

Ehl-i Beyt, bir evde yaşayan âile fertleri mânâsına gelir. Peygamber Efendimiz’in âile fertlerinin tamamını ifâde etmektedir. Bu mânâda Ehl-i Beyt; Rasûl-i Ekrem -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz ve âilesi, amcaoğulları Ali, Câfer, Akîl, amcası Abbâs ve âileleridir. Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’e salât ü selâm getirmek nasıl bütün mü’minler üzerine bir vecîbe ise, Ehl-i Beyt’e hürmet ve muhabbetle bağlı bulunmak da bütün müslümanların vazifesidir. (Ahmed, VI, 323)

Zira Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“Allâh’ı, nîmetleriyle perverde kıldığı için sevin. Beni de Allâh’ı sevdiğiniz için sevin. Ehl-i Beyt’imi de beni sevdiğiniz için sevin!” (Tirmizî, Menâkıb, 31/3789)

Ecdâdımız da, Ehl-i Beyt’e hizmeti kıymetli bir vazife saymış ve bunun için resmî bir makam ihdâs etmişlerdir. Osmanlı’da, Ehl-i Beyt’in işleriyle meşgul olan bu resmî vazifelilere Nakîbü’l-Eşrâf denilmiştir. Nakîbü’l-Eşrâf, Peygamber Efendimiz’in neslinden seçilir ve Ehl-i Beyt’in her türlü işlerine bakar; neseblerini kaydeder, doğumlarını ve vefatlarını deftere geçirir, onların gelişigüzel mesleklere girmelerine mânî olur, ganimetlerden kendilerine âit hisseleri alıp aralarında dağıtır, hanımların denkleri olmayan erkeklerle evlenmelerine müsâade etmezdi.

Nakîbü’l-Eşrâf, Peygamber evlâdının umûmî bir vâsîsi hükmünde olup gördüğü vazifenin şerefinden dolayı en yüksek makamlardan birini teşkil eder ve halîfeden sonra merâsimlerde ikinci sırada yer alırdı. Pâdişah tahta geçeceği zaman, önce Nakîbü’l-Eşrâf bey’at edip duâ eder, sonra diğer zevât bey’atte bulunurdu. Bayram tebriklerinde de öncelik Nakîbü’l-Eşrâf’a âitti. Her iki tebrikte de pâdişah, Nakîbü’l-Eşrâf için ayağa kalkardı.

Mevlid-i Şerîf

Mevlid-i Şerîf, Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’in doğumunun yanında hayatından bâzı kesitler ve mûcizelerinin anlatıldığı manzum siyer-i nebî eserleridir. Tarihimizde Efendimiz -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in güzîde hayatını anlatma gayreti içinde nice şâir, zamanımıza kadar sayısız mevlid-i şerîf kaleme almıştır. Bunların en yaygın olarak bilineni ise Süleyman Çelebi’nin “Vesîletü’n-Necât” (Kurtuluş Vesîlesi) isimli eseridir.

Milletimizin, mübârek gün ve gecelerin dışında, çocuklarının doğumunda veya bir müslümanın vefâtını müteâkip, sünnet ve nikâh merâsimlerinde, hacıların dönüşünde, adak veya hayır işleme arzusuyla her vesîleyle mevlid okutması, gönüllerdeki Peygamber muhabbetinin bir başka tezâhürüdür.

Na‘t Geleneği

Allah sevgisinin Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’i sevmekle mümkün olacağı hakîkatine binâen na‘t hususunda şâirler, ucu kıyâmete kadar uzanan birer aşk ve muhabbet kâfilesi hâlinde Âlemlerin Efendisi’ne âit yanık terennümlerde bulunmuşlardır.

Na‘tlerde Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in Allâhʼın Habîbi oluşu, mîrâcı, ümmetine olan sevgisi ve mahşerdeki şefâati gibi mevzûlar dile getirilmiştir. Efendimiz’in feyz ve rûhâniyetinden istifâde iştiyâkının edebî bir netîcesi olan na‘tler, Osmanlı şiirinde vazgeçilmez bir muhabbet tezâhürü hâlindedir. Halktan pâdişâhına kadar şâir olan hemen herkes, bu hususta pek kıymetli eserler vermişlerdir. Pâdişahlardan Yavuz’un ve I. Ahmed Hân’ın na‘tleri pek meşhurdur. Ayrıca Fuzûlî ve Şeyh Gâlib’in na‘tleri de, sâhasında eşsizdir. Bilhassa Fuzûlî’nin:

Sûya virsün bâğbân gülzârı zahmet çekmesün,

Bir gül açılmaz yüzün tek virse bin gülzâre su

beyti ile Şeyh Gâlib’in:

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim,

Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin Efendim

beyti, na‘t edebiyatımızın şah beyitlerinden olmuş ve asırlar boyunca dilden dile dolaşıp gönülleri Peygamber muhabbetiyle yoğurmuştur.

Eyüp Sultan Ziyaretleri

Osmanlı’nın pâyitahtı İstanbul’da en mübârek mekân, Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’i Medîne-i Münevvereʼde altı ay kadar evinde misâfir etmekle şereflenen büyük sahâbî Ebû Eyyûb el-Ensârî -radıyallâhu anh-’ın kabrinin bulunduğu mekândır. Adını dahî bu sahâbeden almış olan bu semt, Osmanlı’da padişahların câmide kılıç kuşanmaları gibi mühim bir vazifeyi burada yerine getirmelerinin yanı sıra pek çok merâsimin yapıldığı yer olarak seçilmiştir.

Günümüzde de milyonlarca insanın Eyüp Sultan Hazretleri’nin türbesini ziyaret etmesi, gönüllerdeki engin Peygamber hasretini, Oʼnun güzîde bir sahâbîsi vesîlesiyle bir nebze de olsa tesellîye çalışmanın tezâhürlerinden biridir.

Her Bir Ferdi “Mehmetçik” Olan Millet

Tarih boyunca Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’i îman heyecanıyla takip eden şanlı milletimiz, fertlerinin her birini, “Mehmetçik” diye isimlendirmiştir. Hiç şüphesiz ki bu isimlendirme, milletin her bir ferdinin, gücü ve istîdâdı nisbetinde Peygamber Efendimiz’in küçük bir modeli olma temennî ve niyâzının açık bir ifâdesidir.

Erkek Çocuklara Hazret-i Peygamber -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in İsimlerinin Verilmesi

Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-’in pekçok mübârek ismi vardır. Bunların en başta gelenleri, Kur’ân-ı Kerîm’de ifâde edilen “Muhammed” ve “Ahmed”dir. Muhammed, çokça övülmüş olan; Ahmed ise, çokça hamd eden demektir.

Günümüzde de çok yaygın olarak kullanılan bu mübârek isimlerden birkaçı şöyledir:

Ahmed, Mahmud, Muhammed, Mustafâ, Hamîd, Beşîr, Burhân, Emîn, Hâdî, Müctebâ, Nebî, Nûr, Raûf, Tâhâ, Yâsîn…

Cenâb-ı Hak, bizleri lûtf u keremiyle Rasûlullah -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz’in gönül dokusundan lâyıkıyla feyz alan sâlih kulları zümresine ilhâk eylesin.

Niyâzımızı, Mehmed Âkif’in şu mısrâlarıyla nihâyete erdirelim:

Dünya neye sâhipse, O’nun vergisidir hep!

Medyûn O’na cem’iyyeti, medyûn O’na ferdi,

Medyûndur O Mâsûm’a bütün bir beşeriyyet!

Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret!..

Âmîn…