Osman Gazî

1996 – Mayis, Sayı: 123, Sayfa: 020

Osmanoğulları, Orta Asya’dan göç edip Anadolu‘ya geçen Oğuz Türkleri‘nin Kayı aşiretindendir.

Osman Gazî, Ertuğrul Gazî‘nin üç oğlundan biridir. Yüksek kabiliyetinden ve idaredeki dirayetinden dolayı, babasının vefatını müteakib, diğer bütün beyler, en küçük evlad olmasına rağmen O’nu ittifakla aşiretin reîsi olarak tanıdılar.

Osman Gazî, babasından kalan 4800 km2 arazîyi 16.000 km2’ye çıkarmıştır.

Babası Ertuğrul Gazî, hayatı boyunca hocası ve mürşidi Edebali Hazretleri’ni kendine rehber edinmiş, O’nun manevî terbiyesi ile kemal sahibi bir aşiret reîsi olmuştur. Bu sebeple oğlunun da O’nun terbiyesi altında yetişmesini çok arzu ediyordu. Osman Gazî de sık sık Edebali Hazretleri’ni ziyaret ediyor, duasını alıyordu.

Şeyh Edebali‘nin evinde misafir kaldığı bir gece Osman Bey, rûhuna sükunet veren, nefsinin çırpınışlarını dindiren sohbetin huzuru içinde heyecan dolu anlar yaşamıştı. Bir rivayette, odada duvara asılı bir Kur’an-ı Kerîm olduğu için ayağını uzatmayıp, kıvrılarak oturduğu yerde tatlı bir uykuya daldı. Rüyasında, Şeyh Edebali‘nin göğsünden çıkan ve giderek hilal şeklini alan Ay’ın, bir uçunun kendi göğsüne girdiğini ve kendisi ile Şeyh Edebali arasından çıkan bir fidanın çınar haline geldiğini ve bu çınarın dallarının üç kıtaya yayıldığını ve bir çok milleti gölgesi altına aldığını gördü. Bu topraklar üzerinde Ezan-ı Muhammedi okunuyor; bülbüller Kur’an-ı Kerîm tilavet ediyorlardı. Semanın görülebilen her yeri gülşen olmuştu.

Osman Bey, rüyasında bu güzel manzaraları seyrederken, aniden bir ceylanın ortaya çıktığını gördü. Batıya doğru kaçmaya çalışan ceylana ok atmak üzere nişan alırken uyandı.

Abdest aldı. Müsaade alarak Edebali’nin huzuruna girdi. Rüyasını anlatmağa başladı. Anlattıkça şeyhin yüzünde tatlı tebessümler beliriyor, gözleri, nûranî bir ışık ile parlıyordu. Osman Bey susunca Şeyh, başını kaldırdı; gözlerinin içine bakarak yumuşak, ahenkli sesi ile konuşmağa başladı:

“-Oğlum! Gaibi ancak Allah bilir. Lakin gördüğün bu rüyada dolu dolu hayır vardır. Cenab-ı Hakk sana ve soyuna saltanat nasîb edecektir. Dünya, oğullarının himayesine girecektir. Benim zürriyetimden bir kız ile evleneceksin. Bu izdivacdan doğanlar, senin kuracağın ve giderek büyüyecek olan büyük bir devletin başına geçeceklerdir. Bu devlet de Batı’ya doğru genişleyecektir.”

Şeyh Edebali‘nin tabir ettiği bu rüyanın üzerinden uzun bir zaman geçmeden Osman Bey, Şeyh’in kızı Mal Hatun ile evlendi. Altı yüz küsur sene Dünyayı hidayetle ilahi kelîmetullah cehdiyle nurlandıracak nizam-ı alemi sağlayacak devletin, maddî temeli atılmış oldu.

Birçok rivayete göre Edebali Hazretleri, “evlad-ı rasûl”dür. Osmanoğulları anne ta-rafından böyle bir şeref ve şana da nail olmuşlardır. Böylece silsile ile anne tarafından Rasûlullah‘a -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- vasıl olmuşlardır.

Ertuğrul Gazî, oğlu Osman Gazî‘ye ve O’nun şahsında bütün haleflerinin ruhlarına yön verecek şu kıymetli vasiyette bulunmuştur:

“-Bak Oğul!

Beni incit, Şeyh Edebali’yi incitme!

O bizim aşiretimizin aydınlığıdır.Terazîsi dirhem şaşmaz!

Bana karşı gel, O’na karşı gelme!

Bana karşı gelirsen üzülür, incinirim;

O’na karşı gelirsen gözlerim sana bakmaz olur, baksa da görmez olur!

Sözümüz Edebali için değil, senceğiz içindir!

Bu dediklerimi vasiyetim say!..”

Çok hareketli bir genç olan Osman Gazî‘yi Edebali Hazretleri, terbiyesine ve tasarrufu altına almış, O’na marifetullahın (Allah’ı tanıyabilmenin) zevkini tattırmış, O’nu güzel ahlak, diğergamlık, ağırbaşlılık ve olgunluğa kavuşturmuştur. Böylece O’nu cihan-şümul bir devletin başkanlığına hazırlamıştır.

Osmanlı Devleti’nin asıl mîmarı Şeyh Edebali Hazretleri’dir. Diğer beyliklerde bir Şeyh Edebali olmadığı için erimeler olurken Osmanlı Beyliği, kısa zamanda devlete, devletten de cihan hakimiyetine yükselmiştir. Dünyayı altı asır İslam‘la tanıştırmış, adaletin ve hakkın tevzîinde bulunmuş ve hakkın terazîsi olmuştur.

Şeyh Edebali Hazretleri‘nin Osman Gazî‘yi ve O’nun şahsında gelecek olan devlet adamlarını istikametlendirecek tavsiyelerinden bir kısmı şöyledir:

“-Ey Oğul!

Beysin.. Bundan sonra öfke bize; uysallık sana!.. Güceniklik bize; gönül alma sana!.. Suçlamak bize; katlanmak sana!.. Acizlik, yanılgı bize; hoş görmek sana!.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana!.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana!..”

“-Ey Oğul!

Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana!.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana!..”

“-Ey Oğul!

Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı.. Allah yardımcın olsun! Beyliğini mübarek kılsın! Hakk yoluna yararlı etsin! Işığını parıldatsın, uzaklara iletsin! Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalb versin!”

“Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize vâ’d edilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz..”

“Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır.. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir..”

“Milletin kendi irfanı içinde yaşasın! O’na sırt çevirme! Her zaman duy varlığını!. Toplumu yöneten de diri tutan da bu irfandır.”

“En büyük zafer, nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir.”

“Ülke, idare edenin oğulları ve kardeşleri ile bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke, sadece idare edene aittir. Ölünce yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştürdüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar, yaşatamadılar.” (Bu nasihat Osmanlı’yı 620 sene yaşatmıştır.)

“İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkamaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf, dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da, gayri iflah olmaz. Dost düşman olur, düşman canavar kesilir…”

“Akacak kan, boş yere akmamalı.. Ona yol ve yön lazım.. Zîra kan, toprak sulamak için akmaz. Kişinin gücü, günün birinde tükenir. Ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur.”

“Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır.. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı.. Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli…”

“Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp iniş, yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bir bey için yapılmaz..”

“Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok! Çünkü zaman yok; süre az!..”

“Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekin zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da.. Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin..”

“Sevgi, davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.”

“Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Osman! Geçmişini bil ki, geleceğe sağlam basasın! Nereden geldiğini, unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın!”

İşte bu kıymetli hükümleriyle Edebali Hazretleri, Osman Bey’i hamur gibi yoğuruyordu. Yoğurması da gerekiyordu. Çünkü Osman Bey, zor durumdaydı. Her yönden gelip kendine iltihak eden beylikleri mi birlik içinde tutsun, dengeyi mi bozmasın, Bizans’ı mı kollasın, Germiyan’ı mı? Moğol‘u mu gözetsin, tekfurlarla mı savaşsın?

İşte Edebali Hazretleri, bütün mevzularda Osman Bey‘e bir manevî rehber oluyor ve kendisinin yürüyeceği yolları erişilmez takvanın feyizleriyle donatıyordu.

Bu manevî terbiye ile, gerek Osman Gazî, gerekse teb’ası, İslam ahlakının en mükemmel bir surette hayata ve tatbîkata intikal ettirerek salih bir topluluk haline geldiler. Az sayıdaki aşîret gücü ile Bizans Ordusu’nu ve tekfurları üst üste mağlûb ederek cihan-şümul bir sultanlık kurdular. Dört yüz çadırla başlayan bu aşîret, manevî terbiye bereketi ile büyük bir ihsan ve ikram-ı ilahîye mazhar oldular. Uzun müddet, babadan oğula dehalar silsilesi devam etti. Dünya, onlarla saadet ve adaletin ka’bına varılmaz sayısız tezahürlerine şahid oldu. Her gittikleri yerde bir nizam-ı alem ve muvazene unsuru oldular.

Silsile-i Nakşibendiyye‘den Hace Arif Rivgerî -kuddise sirruh- ve Hace Mahmud İncîr Fagnevî -kuddise sirruh-, Şeyh Sadeddîn Cibavî -kuddise sirruh-, Bahaeddîn Veled -kuddise sirruh-, Şeyh Edebali -kuddise sirruh- ve emsalleri, Osman Gazî zamanında yaşayan, Dünyaya ışık tutan gönüller sultanlarıdır.

Zamanının bütün manevî ricali, Osman Gazî ve sülalesinin liderliğinde ittifak etmişlerdi.

Fevkalade muttakî bir hayat süren Osman Gazî‘nin vefat ettiğinde geriye bıraktığı şahsî mal varlığı, bir at zırhı, bir çift çizme, birkaç tane sancak, bir kılıç, bir mızrak, birkaç at sürüşü, üç sürü koyun ve emsalinden ibaretti

Velhasıl Osman Gazî ve emsalleri, Dünyaya aldanıp nefsanî arzularına ram olmadılar. Güçleri, kuvvetleri, aklî ve iradî üstünlükleri, muvaffakiyetleri, şanla dolu zaferleri, onları, gurur, kibir ve ucube götürüp şımartmadı.

Dünyanın yalancı mal, mevkî, mansıb ve rütbeleri karşısında eğilip küçülmediler. Başlarında taşıdıkları sarığın izzet ve haysiyetini korudular. Yüklendikleri muazzam “i’la-yı kelîmetullah” davasının şerefli birer neferi oldular.

Gerçek saadetin Allah‘a (cc.) kullukta olduğunun idraki içinde nail oldukları nimetler, şükürlerinin, kalbî heyecanlarının ve marifetullaha olan iştiyaklarının artmasına vesile oldu.

Onlar, Dünyanın nan u nimetlerine itibar etmeyip, ellerine geçen her şeyi ukba için şart ettiler.

Tarih, şan ve şeref dolu sahîfelerini onlar için yazdı.

Rahmetullahi Aleyh!