Ömrün Gençlik İmtihanı

Bir Soru Bir Cevap

Yıl: 2014 Ay: Kasım Sayı: 98

Efendim; “Bırakınız yapsın, bırakınız geçsin” anlayışını benimseyen Liberal bir sistemin içinde dünya ve âhiret dengesini kurmakta zorlanan, hayatın türlü hengâmeleri karşısında bocalayarak nefsânî yönelişler içinde olan gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

Öncelikle şunu ifâde etmek gerekir ki, bu dünya, âhiretin tarlasıdır. Yani bu dünyada bir kimseye ikram edilen bütün nîmetler, aslında kişinin âhiret yurdunu kazanabilmesi için bir imtihan maksadıyla kendisine takdim edilmiştir. Âyet-i kerîmede ifâde buyrulduğu üzere de insan, kıyamet günü kendisine ihsân edilen bütün nîmetlerden hesaba çekilecektir. (Bkz. et-Tekâsür, 8) Bu sebeple de İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin buyurduğu gibi:

“Vakitlerin en şereflisi olan gençlik çağını, en fazîletli ameller için harcamalıdır.”

Peki, en fazîletli ameller nelerdir?

Elbette Kur’ân-ı Kerîm’in ahlâkıyla ahlâklanmak ve Peygamber Efendimiz’in Sünnet-i Seniyye’si ile hemhâl olabilmektir. Zira Peygamber Efendimiz, örnek ve müstesnâ yaşayışıyla Kur’ân-ı Kerîm’in canlı bir tefsîridir.

Mesela bir genç, her sabah uyandığında kendisine şu soruları sormalı ve alacağı cevapların ne kadar Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı istikâmetinde olduğunu düşünmelidir:

–Bu sabah hayat defterimi nasıl açtım? Bana yeni bir gün lûtfeden Rabbime şükredebildim mi?

–Bugün dilimi, boş ve lâubâlî konuşmalardan, yalan ve dedikodudan, gıybet ve münâkaşadan ve bir gönlü kırıp ona diken batırmaktan muhâfaza edebilecek miyim?

–Bugün, Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkat, merhamet ve muhabbet nazarıyla bakabilecek miyim?

–Bugün Allâh’ın bana ihsân ettiği nîmetleri kimlerle ve ne kadar paylaşabileceğim? Zira Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyor:

“İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” (Beyhakî, Şuab, VI, 117)

–Bugün bir mü’mini sevindirmenin kalbî hazzını tadabilecek miyim? Bir kederliyi tesellî edip ona tebessüm ettirebilecek miyim? Bir gönül kazanabilecek miyim?

–Bugün hidâyete muhtaç insanlara dilimle, hâlimle ve kalbimle ne kadar yardım edebileceğim? Onlara emr bi’l-ma’rûf ve nehy ani’l-münker’de bulunup hidâyetleri için duâ edebilecek miyim? Onlara hâlimle de bir “müslüman kimliği” sergileyebilecek miyim?

–Bugün Allah için bir dost kazanabilecek miyim? Kaç dostumla dostluğumu tazeleyebileceğim?

–Bugün şahsî kusur ve zaaflarımdan kurtulmak için bir Hak dostuna başvurabilecek miyim? Yine bugün bir Allah dostuyla veya sâlih insanlarla beraber olmaya gayret edebilecek miyim? Bunun yanında fâsık ve fâcirlerle beraberlikten kalbimi koruma endişesi taşıyabilecek miyim?

–Bugün ilmimi artıran, irfânımı geliştiren herhangi bir hizmet veya faâliyet içinde bulunabilecek miyim?

–Bugün yediğimin, içtiğimin, giydiğimin helâl mi, şüpheli mi, haram mı olduğuna dikkat edebilecek miyim?

–Bugün bana Allâh’ın en büyük nîmeti olan Kur’ân-ı Kerîm’den kaç sayfa okuyacağım? Orada bana verilen mesajları tefekkür ederek mûcibince amel edebilecek miyim?

–Bugün bana kötülük yapan, sert ve kaba davranan bir kişiyi affedip ona ihsanda (iyilikte) bulunabilecek miyim?

Bugünkü pragmatist/menfaatperest dünya, insanımızı menfaatlerin zebûnu bir hâle soktu. Bunun neticesinde mânevî hayat çöküntüye uğradı. Gönüller rûhî buhranlara sürüklendi. Fuhuş, alkol ve uyuşturucu iptilâsı topluma zehir serpmekte. Bütün bunların neticesinde intihar hadiseleri insanlık tarihinde görülmemiş bir dereceye ulaştı. Psikiyatrik rahatsızlığı olan hastalar çoğaldı. Bu da hiç şüphesiz rûhî sefâletin apaçık bir göstergesi.

Unutmayalım ki bizim âhireti îmâr etmek gibi ulvî bir gâyemiz var. Bu sebeple de günlük hayat içerisinde bilhassa şu hususlara dikkat etmemiz zarûrîdir:

Öncelikle Cenâb-ı Hak ile mülâkat olan “namaz”a çok ehemmiyet göstereceğiz. Hattâ mü’minlerle ictimâîleşmeyi artırabilmek gâyesiyle cemaatle kılabilmenin gayretinde olacağız. Çünkü namazsız müslümanlık olmaz. Ezân-ı Muhammedî’yi duyduğumuzda, hayatı durduracağız. Dünyamız namazla şekillenecek. Diğer bir husus olarak seher vakitlerinin feyzinden istifâde gayreti içinde olacağız. Zira seher vakti kalkanın, gündüz mâsiyetlere karşı sağlam bir kalkanı olur.

Yediklerimize de çok dikkat edeceğiz. Çünkü yenilen helâl lokmalar, insana ibadetleri ve Allah yolundaki gayretleri için bir takviye olur. Haram lokmalar ise gönle gaflet ve kasvet verir.

Günlük, haftalık ve aylık, hattâ yıllık programlarımız olmalı. Zira rotası olmayan gemiye hiçbir rüzgârın yardım edemeyeceği âşikardır.

İdeallerimizin merkezinde dâimâ Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı olmalı.

Girdiğimiz ortamlara uymak yerine, nerede olursak olalım dâimâ İslâm şahsiyet ve karakterini yansıtabilmenin gayreti içinde olmalıyız.

Dostlarımızı sâlih insanlardan seçmeliyiz. Çünkü insan gâfillerle ihtilât ettikçe onlardaki gaflet zehrini farkında olmadan içer. Bu menfî tesir ile onun kalbi de ölü kalplerden olur.

Rivâyete göre bir gün Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-:

“–Ölülerle oturmaktan sakının, zira kalpleriniz ölür!” buyurduğunda kendisine:

“–Ölüler kimlerdir?” diye sorulur. Şu karşılığı verir:

“–Ölüler, dünyaya dalan (ve böylece âhireti unutan)lardır.” (Ebû Tâlib el-Mekkî, Kūtü’l-Kulûb, Beyrut 1426, c. I, sf, 176)

Şeyh Sâdî, Kur’ân-ı Kerîm’deki Ashâb-ı Kehf kıssasını misal gösterdikten sonra sâlihlerle beraber ol­up fâsıklarla ihtilâttan sakınmanın ehemmiyeti hakkında şöyle buyurur:

“Bir kelp, sâlihlere bekçilik ettiği için sâdıklaştı ve Kur’ânî bir ifâde kazandı. Hazret-i Nuh -aleyhisselâm- ve Hazret-i Lût -aleyhisselâm-’ın hanımları ise fâsıklarla beraber oldukları için küfre düşüp cehennem yolcusu oldular.”

İmâm Gazâlî Hazretleri, nasihatlerinden birinde buyurur ki:

“Evlâdım! Son de­re­ce dik­kat ede­ce­ğin bir husus var­sa, o da kim­lerle dü­şüp kalk­tı­ğın­dır. Şu­nu iyi bil ki, bir se­pet sağ­lam el­ma, için­de­ki bir çü­rük el­ma­yı sağ­la­ma çı­kar­ta­maz. Fa­kat bir çü­rük el­ma, hep­si­ni çü­rü­tebilir. Bu­nun için dâ­imâ sâ­lih­ler­le dü­şüp kalk!”

İnsan, güçlü kuvvetli olduğu gençlik dönemine aldanarak günahlara dalmamalıdır. Zira bu kuvvetin ardından muhakkak bir zâfiyet ve tükeniş dönemi gelecektir. İhtiyarlıkta duyulan pişmanlık ise elden kaçırılan fırsatları geri getirmeyecek, rûhun hasret ve ıztırâbını dindiremeyecektir.

Öte yandan; “Canım henüz çok gencim, önümde uzun yıllar var, nasıl olsa ileride tevbe edip sâlihlerden olurum.” gibi nefsânî ve şeytânî düşüncelere de prim vermemek gerekir. Zira ölümün yaşı yoktur. Herkes ölebilecek yaştadır. Bir kabristanı gezsek, kendimizden daha erken yaşta vefat etmiş kimselerin sayısız kabriyle karşılaşırız.

Muhammed Mâsûm Sirhindî -rahmetullâhi aleyh-’in genç bir talebesine yaptığı şu nasihat ne kadar mânidârdır:

“Yavrum! Ömrün en kıymetli zamanı, gençlik günleridir. İnsanın güçlü-kuvvetli, âzâlarının sağlam olduğu bu günler geçer ve ömrün en zayıf vakti gelip çatar. Ne yazıktır ki insanlar, en şerefli kazanç olan mârifetullâh’ı, gelip gelmeyeceği belli olmayan ihtiyarlık vaktine havâle ederler. Ömrün en şerefli vakitlerini, en rezil şey olan hevâ ve hevese sarf ederler. Unutma ki; «Yarın yaparım diyenler helâk oldu!».”

Velhâsıl dünyanın baharı her sene yeniden gelir. Lâkin ömrün baharı olan gençlik, aslâ geri dönmez. Eğer gençlik Kur’ân ve Sünnet muhtevâsında değerlendirilmezse, yarın elde sadece «âh ile vâh» kalır.

Mevlânâ Hazretleri ne güzel buyurmuştur:

“Ne mutlu o kişiye ki, gençlik günlerini ganimet bilir de kulluk borcunu öder. Yani dînî ve insanî vazifelerini yerine getirir. Bedeni sapasağlam iken, yüreğinde de, vücudunda da güç ve kuvvet varken kulluğunu îfâ etmek gayreti içinde olur.

Zira o gençlik çağı, yemyeşil, ter ü tâze bir bağa benzer. Bol bol meyveler verir. İhtiyarlıkta beden, çorak toprak gibi gevşer, dökülür. Çorak bir tarla­dan da hiçbir vakit hoş bir bitki yetişmez.”

Rabbimiz cümlemize, Kurʼân ve Sünnet iklîminde feyizli bir hayat yaşamayı nasip ve müyesser eylesin. Gençliğine, gücüne, kuvvetine, imkânlarına aldanarak önündeki çetin geçitleri unutma gafletinden muhâfaza buyursun.

Âmîn!..